Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Nakşibendi Tarikatı lideri Prof. Dr. Esad Coşan Bey'in Avustralyada geçirdiği bir kaza sonucu vefatı üzerine ülkemizdeki dini kuruluşlar, cemaatler ve tarikatlar bütün unsurları ile ortaya konuldu. Bilen bilmeyen tartıştı. Fikirler havada uçuştu. Televizyon ve radyo istasyonlarımız konuya ilgi duyan herkesi konuşturdu.
Cenazenin Süleymaniye Camiî'ne defni için Bakanlar Kurulu'nun karar alması ve bunun akabinde Anayasamızın 10ncu maddesinde serdedilen 'eşitlik ilkesine' aykırı olduğu gerekçesi ile Sayın Cumhurbaşkanımızın Süleymaniye Haziresine defin izni vermemesi, konunun tartışma boyutlarını genişletti. Tartışmalar iç kamuoyundan dünya gündemine taşındı. Sonunda merhumun cenazesi; Eyüp Sultan gibi yine dinen kutsal bir mekanda merhumun kişiliğine yakışır bir şekilde, sevenlerinden oluşan coşkulu bir kalabalık ile toprağa verildi. Ruhu şâdolsun.
Cenazenin toprağa verilmesine rağmen etrafında oluşturulan tartışmalar bitmedi. Konu halen kamuoyunun gündemindedir. Ve galiba daha uzun bir sürede gündemde kalacağa benzemektedir.
İnsanoğlu doğumu ile getirdiği din duygusunu daima geliştirmek ve iyi bir dindar olabilmek için bir ömür boyu çaba harcar. Herkesde doğuştan varolan dini konular ise her bireyin anlayıp kavrayabileceği kadar basit ve anlaşılır şekilde değildir.
İman ve inanç sahibi insanlar; inandıkları kitabi dinlerdeki indirilmiş kutsal kitaplarda farzolunan hususlara uyma ve yerine getirme ihtiyacından dolayı, bu iş bilen bilge ve bilgin kişileri, yani konunun uzmanlarını daima ararlar ve onlardan bilgi edinerek inançlarını kuvvetlendirmek isterler. Bu son derece doğal olan ihtiyaç ; kitabi dinlerin peygamberler eliyle insanoğluna gönderildiği yıllardan itibaren toplumları bu kitabların istekleri doğrultusunda bilgilendiren kişilerin meydana çıkmasına sebep olmuştur. Daha sonra bu bilgilendirme işini yapan kişilerin etrafında toplanan insanlar; bu bilge kişinin fikirlerini,yorumlarını ve yaşam tarzını kendilerine örnek alarak onun öğretilerini nesilden nesile günümüze kadar taşımışlardır. İnsanoğlu varolduğu sürece dini duygular onunla birlikte gelişecek ve bu konuda aydınlatma ihtiyacı ebediyen devam edecektir. Bunun fiziki olarak önlenmesi mümkün değildir. İşte bütün diğer dinlerde olduğu gibi son din olana müslümanlıkta da insanlığın son peygamberin Hazreti Muhammet ve en son kitabın Kur'an olduğu bilinmesine rağmen, tarikat ve cemâat olgusu Türk Toplumunun yaşantısında daima varolmuştur ve daima ön planda yeralmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş ve yükselme dönemlerinde eğitim, gelişme, kalkınma, ülkedeki birlik, beraberlik ve adalet anlayışının sağlanmasında en büyük desteği olan tarikatlar başta olmak üzere dini kuruluşlar yapmıştır. Yıkılma yıllarına gelindiğinde ise dini teşekküller giderek bu işlevlerini yitirmişler ve adeta ülkenin geri kalmışlığının baş destekleyicisi durumuna düşmüşlerdir... Başlangıçta her biri birer bilim ve kültür yuvası olarak görev yapan dini teşekküller; son dönemlerinde dini kisvelerinden sıyrılıp siyasi ve ekonomik alanda güç olmaya başlamışlar, her türlü ilerleme ve teknolojik gelişmenin karşısına kaba kuvvetle çıkarak toplumun her alanda geri kalmasının başlıca sebebi olarak görülmüşlerdir. Milli Mücadele döneminde meydana gelen isyanları örgütledikleri bilinen bu teşekküller; Cumhuriyet döneminde de yapılan ve yapılacak inkılâpların önünde en büyük engel olarak görüldüğünden tamamı kapatılmıştır.
Tarikat calışmaları ve eğitimleri yasaklanmış ve dini eğitim veren Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kapatılmıştır. Çıkartılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile dini eğitim dahil her türlü eğitimin devletin kontrol ve denetimi altında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda verilmesi uygulaması başlatılmıştır. Anayasamızda, devletimizin temel ilkelerinden biri olan LAİKLİK İLKESİ'ni teminat altına alma ve bu ilkeyi korumak amacıyla bu ilkenin uygulanmasını sağlayan 8 Kanun; "İNKİLÂP KANUNLARININ KORUNMASI "adı ile 174 ncü ve sonuncu madde olarak yer almıştır. Ve üzerinde tartışma dahi yapılamayacağı hükmü konulmuştur.
Yine anayasamızın DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ başlıklı 24 ncü maddesi, dini konuları disiplin altına almıştır. Buna göre; "Herkes, vicdan,dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 ncü madde hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla (Madde 14:Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması) ibadet, dini âyin ve törenler serbesttir.Kimse, ibadete, dini inanç ve kananatlerini açıklamaya zorlanamaz ; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz... Din ve ahlâk eğitimi ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır...
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmende olsa ,din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar sağlama amacıyla her ne surette olursa olsun dini veya din duygularını, yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.". şeklindeki belirgin ibarelerle vatandaşların dini duygularını , kanaatlerini ve uygulamalarını tamamen serbest bırakmış ve bu konudaki istismarları anayasal koruma altına almıştır.
Anayasa maddeleri bu kadar açık olmasına rağmen ülkemizde vatandaşlarımızın dini duygu ve düşüncelerinin tarikat ve cemaatler tarafından ne kadar büyük bir baskı ve denetim altında tutulduğu bir kere daha görülmüştür. Tarikat ve cemaatler ülkemizin her yanını örümcek ağı gibi sarmıştır. Ticaretten, siyasetten başlamak üzere her dalda dini cemaatlerin faaliyetlerini görmek mümkündür.
Ne yazıkki bu gibi yapılanmaların pek çoğu vatandaşlarımızı dini bilgilerle güçlendirmek yerine onları kendi siyasi ve kişisel çıkarlarına alet olarak kullanmaktadır. Yine bunların bir kısmı;dış kaynaklı odakların destek ve teşvikleri ile , bu ülkeyi ayakta tutan temel dinamiklerden en önemlisi olan Atatürk , Atatürk İlkeleri ve Atatürkçü Düşünce Sistemine karşı adeta bir savaş vermektedir. Sadece daha iyi dindar olabilmekten başka bir amacı olmayan pek çok yurttaşımız adeta din tücarlığı yaparak ülkemizi ortaçağın karanlık dehlizlerine geri döndürmek isteyen bu sözde dini kuruluşların yöneticilerinin elinde oyuncak olmaktadır.
Görülen manzara ve gelinen seviye; dini kuruluşların her alanda etkinliklerini devam ettirdiği ve son derece güçlü ve yaygın bir konuma geldiklerini ortaya çıkartmıştır.
Çareyi, bu kuruluşları kapatmak ve cezai tedbirler getirerek mensuplarını hapsetmekle bu faaliyetlerin önlenebileceğinde görenler büyük bir yanılgı içine girerler.
Tek ve en tesirli çare eğitimdedir. Bilgi; her türlü istismarı ve bağnazlığı ve bunun neticesi oluşan yobazlığı önler. Bilgi ise; dergahlarda, tekkelerde kontrol edilemeyen kapalı kapılar ardında değil, okullarımızda verilir. İmam Hatip Okullarımız, Yüksek İslâm Enstitülerimiz ve İlahiyat Fakültelerimiz bunun için kurulmuştur. Bunları kapatmak değil. Yeterli ve etkili eğitim verecek şekilde her alanda güçlendirmekle bilgili ve bilinçli yurttaş yetiştirilebilir. Sizler yönetim olarak; vatandaşınıza doğuştan kendisinde varolan dini duygularını geliştirmesine yardımcı olacak sistemleri ( anayasada açıkça emredilmiş olmasına rağmen) temin etmezseniz, onlar bunu mutlaka illegal olarak bulmanın yollarını arayacaklar ve muhtaç oldukları bu bilgiye bir şekilde ulaşacaklardır.
O halde burada devlete düşen öncelikli görev ;mevcut anayasa ve yasalar çerçevesinde bir DİN ŞURAŞI tertipleyerek mevcut durumu bir kere daha bütün iyi ve kötü yönleriyle ortaya çıkartmak olmalıdır. Sonra bıkmadan ve usanmadan, halkımızın ihtiyacı olan dini bilgileri onlara modern okullarımızda ve bilgili öğretmenler vasıtasıyla vererek bu alandaki boşluğu doldurmalıdır. Bu zor ve uzun süreli bir mücadeleyi gerektirir. Ama her geçen zaman sürecinde kazanılan şahısların ( tarikatlar elinden kurtarılan şahısların) sayısı artacaktır. Kendilerini besleyen bireylerin giderek azalması ile bu teşekküllerin gelir kaynakları tükenecektir. Sonunda maliyetlerini dahi kurtaramayacak duruma gelecek tarikatlar teker teker ve bir daha gelmemek üzere ortadan kalkacaktır.
Sonuç olarak; Bugün ülkemizin gündemini işgal eden önemli konulardan birinin İRTİCA' olduğu açıkça görülmektedir. İnsanoğlunun en önemli ihtiyaçlarının başında inanma ihtiyacı olduğu bir gerçektir. "İnananların dini inançlarının sömürülmesi ve sömüren mihrakların menfaatleri doğrultusunda bu inançların kullanılması " olarak özetleyebileceğimiz İRTİCA; sadece bizim değil, devlet olma aşamasına erişmiş bütün milletlerin ortak sorunudur.
İnsanoğlunda doğuştan varolan din duygularının sömürülmesi ve bu uğurda insanların şuursuzca kullanılması insanlık tarihi kadar eskidir. Bu davranışı yalnız Türk Toplumuna özgü bir karakter olarak algılamak çok yanlıştır. Çünkü çeşitli dinler ve inanç farklılığı olan ayni toplumlar arasında çok şiddetli savaşların ve kitlesel katliamların yaşandığına tarih şahittir. Tarihte meydana gelmiş bütün büyük savaşların sebepleri ekonomik olarak gösterilse dahi, insanların bu savaşa taraf olmalarında kullanılan tema; din ve inanç farklılıklarıdır. Şİmdi kızmadan ve sinirlenmeden, tarikat batağına düşmüş insanlarımızı ayıplayıp, onları kınamadan düşünelim. Onları eğitecek şekilde yeniden teşkilatlanalım ve mutlu sonu görmeye hazırlanalım. Türkiye'de şu anda İRTİCA vardır. Dünde vardı. Tedbir alınmadığı taktirde yarında olacağı kesindir.
İrtica'nın önlenmesi devletin beka'sı için gereklidir. Bunun için planlı, proğramlı ve devamlı bir mücadele yapılması şart ve elzemdir.
Peki İRTİCA nasıl önlenecektir ? İrticai kesim ile bu kesimin en büyük düşmanı olan ve çok büyük sayılara ulaşan gerçek dindar vatandaşlarımız nasıl ayrılacaktır? Bu vatandaşlarımıza ve dinimize zarar vermeden irtica nasıl önlenebilir ?
Bu konuda neler yapılabilir ? İrtica'nın önlenmesinde alınacak ne gibi ilave tedbirler olabilir ? sorusunun cevaplarını şu şekilde sıralamak mümkündür.
1. Anayasamızın 24 ncü maddesinde yer alan hususlar ışığında devletin gözetim ve denetimi altında olmak şartıyla her seviyedeki din eğitimine önem verilmelidir.
2. Birçok temel davranış tarzlarının çocukluk döneminde kazanıldığı gerçeğinden hareket ederek genç nesillere ve özellikle çocuğun yetişmesinde ana unsur olan annelere sağlam bir din eğitimi verilmelidir.Bunun için özel proğramlar hazırlanmalıdır.
3. Dini eserlerimizin dilleri çok ağırdır. Geniş halk kitlelerine birebir hitabetmekten uzaktır. Bilgisizlik irtica'nın en büyük destekçisidir. Bu bakımdan İlahiyat Fakültelerimiz ve Diyanet İşleri Başkanlığı işbirliği ile özellikle eski terimleri anlamayan genç nesillerin anlayabilecekleri yeni dini eserler hazırlanmalı. Bu eserler en uç noktalara kadar ulaştırılabilmelidir.
4. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Üniversitelerimizin işbirliği ile ülkemizde faaaliyet gösteren dini akımların tamamını bütün yönleri ile tanıtan çok ayrıntılı eserler hazırlanmalıdır. Bu eserlerde her türlü dini faaaliyet islamın temel ilkeleri ışığında değerlendirilmelidir. Bu eserler kitap halinde halka arzedilirken, televizyon ve radyolar başta olmak üzere bütün kitle iletişim araçlarından istifade ederek hazırlanacak proğramlarla aydın din adamlarımız tarafından halkımız bilgilendirilmelidir. İlahiyat Fakültelerinde gerekirse hertürlü dini akımı inceleyip araştıracak yeni bölümler kurulmalıdır. Bilginin her türlü kötülüğün panzehiri olduğu unutulmamalıdır.
5. Dini faaaliyetleri gözetim ve denetiminden sorumlu olan ilgili devlet memurları ( Bakanlar, valiler, kaymakamlar, savcılar, hakimler, öğretmenler, güvenlik görevlileri v.s.gibi ) dini konularda özel eğitime tabi tutulmalıdır. Bu şekilde neyin irtica olup olmadığı hususunda bilgilendirilerek tutum ve davranışlarının geniş bir dindar kesimi incitmeyecek , bilakis onu koruyup kollayacak tarzda olması sağlanmalıdır.
6.Atatürk'ün belirlediği ve anayasamızın pek çok yerinde vurgulanan LAİKLİK anlayışının; asla dinsizliğe değil, hurafelerden arınmış saf ve sade dindarlığa imkan sağladığı hususu her fırsatta vurgulanmalıdır. Bu şekilde Atatürk İlke ve İnkilapları'nın arkasına sığınılarak din düşmanlığı yapılmasına göz yumulmamalıdır.
7. Zararlı ideolojik akımları takip ve soruşturmak ile görevlendirilen kişiler özellikle çok hassas olan din konusunda eğitilmelidirler. Kuran-ı Kerimin zararlı kitap olarak toplanıldığı ve bir zamanlar zararlı olup olmadığının incelenmesi için bilirkişi olarak seçilen bilimadamlarına gönderildiği hususu daima hatırlanmalıdır.
8. Özellikle sorumlu mevkilerde bulunan yöneticilerin, vatandaşların normal dini faaliyetlerini irtica olarak tanımlamalarının tamiri mümkün olmayan hatalara sebebiyet vereceği bilinmelidir. Eğer irticai nitelikte olmayan en tabii dini tutum ve davranışlar irtica olarak görülür ve takibata uğratılırsa; dinine tamamen bağlı ve fakat mevcut dini akımların fayda ve zararlarını değerlendirebilecek güçte olmayan kişiler devletten soğuyabilir ve uzaklaşabilirler. Bu şekilde devlete düşman bir takım yıkıcı ve bölücü mihraklara sempati duyabilirler.
9. Ciddi din eğitiminden geçmiş, devlet ve milletine gönülden bağlı olduğu tutum ve davranışları ile perçinlemiş din alimlerimize ve din görevlilerimize güvenilmelidir. Bugün ülkemizde böyle iyi yetişmiş ,itimada layık ciddi ve yeterli bir kadro mevcuttur. Bu kadro dikkatle takip edilmeli, kilit noktalarda ve bilhassa eğitim müesseselerinde kullanılmalı, bu aydın din adamlarımız vasıtasıyla dini kadrolardaki cahil kişiler tesbit edilerek dini kurumlarımız bunlardan süratle temizlenmelidir.
Sonuç olarak Din Duygusu; insanı insan yapan en önemli unsurlardan biridir. Bu duygu daima iyi ve gerçek dini bilgilerle beslenmelidir. Başta irticai faaliyetler olmak üzere, bu güzel yurdun devlet ve milletiyle bölünmezliğine kasteden her türlü faaaliyete tesbit ve tayin işi kesin olarak yapıldıktan sonra asla müsamaha edilmemelidir. Dini siyasete ve kendi şahsi çıkarlarına alet etmek isteyen din düşmanlarına kesinlikle göz yumulmamalıdır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 11 Şubat 2001 Pazar |
|
|