13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






İç tehdit olmayacakmış!
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 4 Şubat 2010 Perşembe 

Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar.
(Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1924)

Taraf Gazetesi’nin ortaya attığı Balyoz Harekat Plânı iddiaları, darbe söylemleri ile birlikte Türk ordusunun Türk halkına karşı yapmayı plânladığı pek çok vahşi eylemi de gündeme getirdi. Görülen o ki, bu ciddi iddialar daha uzun süre gündemimizi işgal edecek.

72 milyonTürk bilmelidir ki; Türk milletine ve Türk ordusuna karşı küresel mihraklarca düzenlendiği açıkça belli olan ve tamamen iftiraya dayanan kara propaganda malzemesinin bolca kullanıldığı psikolojik savaş planının uygulaması durmaksızın devam ettiriliyor.

Binbir deneyimden geçerek ve adeta imbikten süzülerek ordunun en üst kademesine yükselme sansına erişen 1nci Ordu Komutanı E.Orgeneral Çetin Doğan ve bizzat Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ israrla işin doğrusunu açıklamaya çalışmaktadır. Buna rağmen bir kısım satın alınmış basın mensubu kendilerini kullanan güçlerin güçlerin istedikleri doğrultusunda halkın beynini yıkamağa devam etmektedir. Çünkü bu iddialar yargı önünde çürütülse ve yapanlar cezalandırılsa dahi zaman içinde halkın hafızalarına kazınacak en önemli husus manşetten birbiri ardında duyurdukları” ORDU CAMİLERİ BOMBALAYACAK” ifadesidir. Burada Türk ordusu, en basit yargı ve ahlâk kuralları hiçe sayılarak adeta kendi bağrından çıktığı milletine düşman olan bir caniler topluluğu gibi gösterilmeğe çalışılmaktadır.

Elbette bu vahim iddialar bağımsız Türk yargısı tarafından titizlikle sorgulanacaktır. Eğer bu iddialar doğruysa yapanlardan hesabı mutlaka sorulacaktır. İddialar doğru değilse elbette, bugün bu iddiaları ortaya atanlar ile sanki iddiaların doğruluğu ispatlanmış gibi konuyu manşetlerine taşıyarak yargısız infaz yapıp Türk askerine acımasızca saldıranlardan bu davranışlarının hesabı da yargı tarafından sorulacaktır.

Aslında birbirlerine benzer söylemleri bıkmadan tekrarlayan yönlendirilmiş medyanın manşetlerinden sokaktaki sade vatandaşın etkilenmemesi mümkün değildir. Çünkü iddialar ve suçlamalar çok çarpıcıdır. Nitekim bu iddiaların ortaya çıkmasını müteakip yapılan kamuoyu anketlerinde halkın nezdinde daima en güvenilir kurum olma vasfını sürdüren silahlı kuvvetlerin güvenilme oranlarında büyük bir düşüş görülmeğe başlanmıştır. Zaten bu iddialarla varılmak istenen hedeflerden biri de budur..

Bunun yanında Başbakan Erdoğan başta olmak üzere tamamen uydurma ve fabrikasyon olduğu belli olan Balyoz planını devlet yönetimi de ciddiye almaktadır. Bu çok doğaldır. Çünkü iddiaların doğru olması ne kadar vahim ise doğru olmaması ihtimali de o kadar vahimdir. Bu durumda devlet kurumlarının yıpratılıp güçsüzleştirilmesinden menfaat elde edecek mihraklarla karşı ciddi tedbirlerin alınması gündeme gelecektir.
Halen mevcut bilgi kirliliğinin sonucu olarak “İç Tehdit” ile ilgili değerlendirmelerin yer aldığı” Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi”nin yeniden gözden geçirilerek bu belgede öncelikli tehdit olarak gösterilen İRTİCA ve BÖLÜCÜLÜK tehdidi’nin belgeden çıkarılması gündeme gelmiştir. Konu ciddi ciddi medyada tartışmaya açılmıştır.

Ayrıca silahlı kuvvetlerin iç güvenlik olaylarında valinin emriyle polis ve jandarmanın yetersiz kaldığı toplum olaylarında devletin kolluk güçleriyle koordineli olarak kullanılmasını öngören EMASYA (Emniyet ,Asayiş, Yardımlaşma) destek planlarını kaldırmanın da gündeme gelerek tartışıldığını görüyoruz. Nitekim 1997 yılında İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan “EMASYA Protokolü” yürürlükten kaldırılmıştır.
Günümüzde yazılı ve görsel medyada bilgi yoksunu deneyimsiz bir kısım yarı cahil aydınlar ile orduya hakaret ederek rant elde edebileceklerini düşünen bazı gazeteciler ordumuzun AB standartlarında bir ordu olabilmesi için iç tehdit uğraşmayıp sadece yurt dışından gelecek tehdide karşı yeniden teşkilatlanmasını vurguluyorlar. Bunlardan birkaçı o kadar ileri gidiyor ki, bugün dış tehdid olarak gördüğümüz ülkelerin aslında bizim için tehdit dahi olmadıklarını vurguluyorlar. Dolayısıyla halen tamamen tüketici konumunda gördükleri silahlı kuvvetlere dahi gerek olmadığını israrla dile getiriyorlar.

Bu aklı evvellerin Türkiyenin coğrafyasından, bu coğrafyada yaşamanın gerektirdiği asgâri güvenlik ihtiyaçlarından ve üzerinde yaşadığımız kutsal vatan topraklarının Türkiye’ye ve Türk milletine kazandırdıklarından haberleri yoktur. Oysa, Türkiye’nin elinde tuttuğu gücün kıymetini çok iyi değerlendiren küresel güçler hazırladıkları senaryolara uygun olarak bugün gelinen durumu dikkatle izlemekte ve son darbeyi vurmak için hazır beklemektedirler.

Şimdi “İç Tehdit”e gelelim.. 1977’de Kara Harp Akademisinden kurmay yüzbaşı olarak mezun olurken iki yıl içinde hazırlayıp değerlendirilmek üzere Harp Akademileri Komutanlığına sunmam için verilen kurmaylık tezimin konusu; “ İç tehdit unsurlarının devletin bütünlüğünü tehlikeye atan bir duruma gelmesi dolayısıyla iç tehdidin bütün unsurlarıyla birlikte değerlendirilerek buna karşı devletçe ve silahlı kuvvetlerce alınabilecek tedbirlerin ortaya konulması ” idi. Büyük bir şans eseri olarak atama yerim iç tehdit ile ilgili değerlendirme çalışmalarının en üst düzeyde sürdürüldüğü Genelkurmay İstihbarat Başkanlığıydı. (Bir yıl sonraki görev yerim KKK İstihbarat Başkanlığı)

Çok detaylı bir araştırma sonucunda iç tehdit olarak devletin milli bütünlüğünü tehdit eden ve Aşırı Sağ, Aşırı Sol, Etnik Bölücü, İrticacı olarak faaliyet gösteren 500 civarında müstakil örgütü alt alta sıraladığımı, bu örgütlerin muhtemel teşkilatlarını, potansiyel güçlerini, çalışma alanlarını, birbiri ile olan ilişkilerini ve bu örgütlerin arkasındaki dış destekleri de açıklayan bir kurmaylık tezi verdiğimi hatırlıyorum.
Oysa ayni tarihlerde dış tehdit olarak değerlendirilerek muhtemel sıcak savaşa girebileceğimiz ülkelerin sayısı iki elin parmaklarından azdı. Ayrıca dış ülkelerin askeri tehdidini değerlendirmek de oldukça kolaydı. Çünkü bu ülkelerin asker sayısı, birliklerinin konuşlandıkları yerler, silah ve teçhizatı ile eğitim düzeyleri hakkında elimizde son derece doğru ve teyid edilmiş Nato değerlendirmelerine dayalı yeterli bilgiler vardı. Ve iki kutuplu dünya milletleri arasında sıcak savaşın başlamasını durduracak kuvvet dengeleri de mevcuttu. Bir bakıma VP ülkeleri doğrudan tehdit olarak gösterilse dahi mevcut asker ve silah dengesi yüzünden muhtemel bir sıcak çatışma ihtimali çok uzaktı.

İç tehdid örgütleri ise yapıları gereği asimetrik bir savaşta kuralsız şiddeti uygulayacak tarzda yeraltında hücreler halinde çalışırlar. Çok küçük birimler halinde çalıştıklarından bunları kesin olarak tespit edebilmek ve tanımlamak için kuvvetli ve koordine edilmiş bir istihbarat ağına ihtiyaç vardır. Ayni hedefe yönelik çok değişik örgütler olduğundan bunlarla mücadele edebilmek oldukça zordur. Ayrıca ülke içinde ve bilhassa demokrasi ile yönetilen AB ülkeleri içinde konuşlanan mevcut iç tehdit unsurlarının sayıca büyük ve etkin görevler üstlenebileceklerin arkasında mutlaka hasım ülkelerin maddi ve manevi desteği vardır.

İç tehdit unsurlarının bilhassa bir dış tehdide karşı sıcak savaş ihtimalinin mevcut olduğu durumlarda çok daha etkili olacaklarını, dış tehdit unsuru olan ülkeden her alanda destek alabileceklerini de unutmamak gerekmektedir. İkinci Dünya Harbinin saldırgan ülkesi Almanya’nın Moskova önlerinde savaşan bir muharip tümeninin ikmal yollarını( Geri bölge emniyeti) korumak üzere geride üç tümen bulundurduğunu hatırlatmak isterim. Yani cephede kullanmanız gereken dört muharip birlikten üçü geri bölgenin korumasına ayrılarak atıl halde tutulmuştur. Bu da doğal olarak muharebenin seyrini menfi olarak etkilemiştir.

Neden iç tehdide önem vermeliyiz gibi bir sualin çok basit ama tarihi bir cevabı vardır. Bugün var olan yedi bağımsız Türk devletinin dışında kalan ve çeşitli dönemlerde imparatorluktan küçük beyliklere kadar kurulmuş olan 128 Türk devletinin tamamının yıkılması dışarıdan gelen saldırılarla olmamıştır. Cihan İmparatorluğu Osmanlı Devleti dahil bu devletler tamamen iç çatışmalarla önce bölünüp küçülmüşler, sonra teker teker ortadan kalkmışlardır. Yani hiç bir dış askeri güç Türk devletlerini ortadan kaldıramamıştır. Bir başka deyişle tarihe malolan devletlerimizi bizzat kendi içinden çıkan güçler ortadan kaldırmışlardır. Bu ortak kötü vasfımızı düşmanlarımız çok iyi bilmekte ve Türkiye Cumhuriyetini de ayni metotlarla ortadan kaldırmak ve bizi bize kırdırmak için her türlü yolu denemektedirler. 30 yılı aşkın devam eden PKK terörünün neden hâlâ gündemde olduğunun arkasında bu gerçeğin yattığını artık anlamamız lazımdır.

Milli mücadeleyi hazırlamaya çalışan Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önündeki en ciddi engel işgalci düşman ordularından çok memleketin her tarafında ayni anda çıkartılan 26 adet iç isyan omuştur. Çoğunun arkasında İngilizlerin yeraldığı bu isyanları tertipleyenlerin çoğu “din elden gidiyor” diye ortaya çıkan irticai gruplar ve bunlarla koordineli çalışan etnik bölücü gruplardı. Bilindiği gibi bu tip isyanlar cumhuriyet döneminde de durmamış ve her fırsatta devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit etmeğe devam etmiştir.
Özetleyecek olursak;

Türkiyede iç tehdit her zaman var olmuştur. Ve bu coğrafyada bağımsız Türk devleti olarak kaldığımız sürece bu ülkeye düşman olan küresel güçlerin tahrik ve destekleriyle iç tehdit devam edecektir. Bu meselenin bilgi yoksunu birkaç yarı aydının düşüncelerine göre değerlendirilmesi asla düşünülmemelidir.

Bu tehdidi bertaraf etmek mevcut yönetimin ana görevlerinden biridir. Türkiye’de iç tehdide karşı etkin mücadele edebilecek tecrübeli yöneticiler ve bunların emir ve komutasında tek vücut halinde görev alabilecek Polis, Jandarma ve Silahlı Kuvvetler kadroları mevcuttur.
Yeterki iktidarda daima bu gücü etkin bir şekilde kullanabilme iradesine sahip yönetimler bulunsun.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
4 Şubat 2010 Perşembe

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale