13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Savaş ve barış denklemi
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 8 Şubat 2009 Pazar 

Bugün Türk milleti, muvaffak olduğu her hayati şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusuna kumanda eden öz evlâtlarından kurulu subaylar topluluğunu, yani yüksek kumanda kurulunu görmektedir. Millet ve kahraman çocuklarından meydana gelen ordu, o derece birbiriyle birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun örneği pek seyrektir. Bu milli görünüş ile daima övünebiliriz.
(Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1931)

Savaş ve barış insanoğlunun günlük hayatta en çok kullandığı kavramlardır. Savaş bir gerçek olayı, hareketli bir durumu ifade eder. Barış ise olması şiddetle arzu edilen ama bir türlü ulaşılamayan bir durumu anlatır.
Dünyadaki hayvanlar arasında hiç bitmeyen kıyasıya bir savaş vardır. Bu savaş zorunludur ve bu tamamen hayatta kalabilme içgüdüsünün yansımasıdır. Hayvanlar arasında tamamen doğal olarak yapılarından gelen ve sadece beslenme kaygısıyla, yani hayatı idame amacıyla diğer cinslere karşı yapılan saldırıda fiziki güç esas faktördür. Burada güçlü olan güçsüzü mutlaka yener. Sonunda güçlü yaşar, güçsüz ölür.

İnsanlar arasındaki bitmeyen mücadelenin temelinde de maddi menfaat temini yatmaktadır. Buna rağmen akıl ve mantıkla kendini eğitip geliştirme kabiliyetine sahip insanların maddi menfaat temini yanında daha pek çok çatışma sebebi vardır. Genellikle kışkançlık ve bencillik egosunun hakim olduğu insanda savaş duygusu doğuştan mevcuttur. Daima var olan bu duygu insanı yönlendirip yönetmede önemli bir etkendir.
Canlılar arasında savaş kaçınılmaz bir olgudur ve daima olacaktır.

Barış ise tarihin hiç bir döneminde fiilen olmamıştır ve olmayacaktır. Barış sözcüğü bir ideali bir özlemi ifade eder. Ütopiktir. Savaş sözcüğü ise gerçekleri anlatır. Savaş her zaman ve her yerde insanın hayatını yöneten ve yönlendiren bir egonun dışa vuruşudur.

Ayni ana-babanın ayni evde yaşayan, ayni kültür ve ayni ilgi ile büyüttükleri evlâtları arasında tamamen kıskançlık ve benlik egosunun tatmini yüzünden başlayan anlaşmazlık giderek maddi menfaatler devreye girdiğinde çatışmaya (yani savaşa) dönüşür. Kardeşler arasında bu bitmeyen kavgalar ebeveynleri en çok etkileyen ama bir türlü çözümünde başarılı olamadıkları temel aile içi olaylardır.

Aile içindeki bu çatışma çok doğaldır. Çünkü insanın tabiatında bulunan çatışma ruhu yaratılıştan gelir. Munis ve sakin kardeş huysuz ve bencil kardeşin çatışma alanında yaşar. Biri daima saldırgandır. Diğeri ise daima savunmadadır. Bu çatışma bir ömür boyu sürer. Maddi mefaatler ortaya çıktığında şiddetlenir. Miras paylaşımı gibi olağan durumlar ise kardeşler arasındaki en şiddetli ve kaçınılmaz mücadele sebeplerinden biridir.

Toplum yaşamında ayni kandan gelen ve ayni candan hasıl olan iki kardeş arasında dahi doğuştan gelen bu doğal çatışmayı önlemek bugüne kadar mümkün olamamıştır.

Toplumun en küçük birimi olan aile arasında meydana gelen bu çatışma aile dışındaki yakın komşular arasında devam eder. Ayni apartımanda birlikte yaşayan iki komşu arasında çatışmaya yol açacak o kadar çok etken vardır ki, bunları sıralamaya sayfalar yetmez. Halı silkelemekten, gürültü etmeğe kadar süren çatışmalar istisnasız bütün toplumlarda vardır. Burada da temel etken kıskançlık egosudur.

Apartıman komşuları arasındaki çatışma alanından çıktığımızda yaşadığımız mahalle içindeki menfaât çatışmalarını görürüz. Mahalleler, sokaklar ve giderek köyler, kasabalar ve şehirler birbirine düşman olurlar. Yaşamın her safhasında ve her yerde çatışma vardır.

Bu çatışmaların büyük bir çoğunluğu maddi menfaat temininden çıkıyor gibi görünse de günümüzde iki kişi ve iki toplum arasında çatışma sebebi olabilecek pek çok etken dolaylı olarak kullanılmaktadır. Yani taraflar dışarıdan yapılan basit yönlendirmelerle kolaylıkla çatışma ortamına sokulmaktadır. Bir başka deyişle tarafların çatışmasının yaratacağı menfi sonuçlardan yararlanmak isteyen bir kısım mihraklarca bilerek, isteyerek, plânlı, proğramlı ve kontrollu çatışmalar yaratılmaktadır.

Mesela değişik futbol takımına sempati duymak gibi sanal bir olgu dahi iki kişi veya iki grup arasında çok önemli bir çatışma sebebi olabilmektedir. Bu kıyasıya çatışma karşı tarafın öldürülüp yaralanmasına veya sahip olduğu mal varlıklarının vahşice imhasına kadar uzanabilmektedir. Buradaki çatışmanın kaynağı tamamen düşünseldir.

Bugün yaygın olarak kullanılan düşünsel çatışma yaratma metotları arasında çeşitli ideolojiler de yer almıştır. İnsanoğlu kendisi gibi düşünmeyeni kendisi gibi düşünmeye ikna edebilmek için fikir tartışması yapmaktan genellikle kaçınır. Çünkü fikir çatışması ancak kendi konularına hakim ve karşıt fikirler hakkında da yeterli bilgi sahibi olan eğitim düzeyi yüksek kişiler arasında yapılabilir.

Fikirler çok uzun ve dikkat isteyen bilgi edinme sürecinden yani yeterli bir eğitim devresinden sonra sahiplenirler ve ancak bundan sonra karşıt fikirlerle mücadeleye girebilirler. Bir fikir sahibi kendi fikri kadar mücadele edeceği fikir hakkında da yeterli bilgi sahibi olmadıkça iki karşıt fikir arasında fikir tartışması yapmak imkansızdır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk fikir ve düşünceyi şu şekilde tanımlamaktadır. “ ..İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri tanıyan ve genelleştiren kimselerdir. Fikrin özelliği de hiç bir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendisini kabul ettirmesidir. Bu ise fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesi ile mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki,onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka yargılamaların hükmü kalmaz..(1914)”

Atatürk’ün de bariz ifadesi ile açıkladığı gibi insanları fikirler ve bu fikirleri sahiplenen kimseler yönetmekte ve yönlendirmektedir. Aslında burada mücadele fikirlerle birlikte fikirleri sahiplenerek sistemi yöneten kişi veya gruplar arasında olmaktadır.

Dünyada çok tehlikeli olan davranışlardan biri de yarım yamalak, yanlış ve kulaktan dolma fikirlerle fikir mücadelesine girmektir. Bu durumda bilgilerin değil kaba kuvvetlerin çatışması doğaldır.
Bilgisiz insanların kendisi gibi düşünmeyenlere yapacağı ilk şey kaba kuvvetle korkutarak ve sindirerek karşı tarafa fikrini kabul ettirmeye çalışmaktır. Yani en kısa ve en kestirme yolu denemektir. Nitekim günümüzde değişik ideolojilerin birbirleri ile fikir plâtformunda değil, elde silah kaba kuvvetle savaş alanındaki mücadelelerine şahit olmaktayız.

Fikir çatışmalarının ortak bir noktada birleşebilmesi idealdir ama pratikte imkansızdır. İşin içine kuvvet ve zor kullanılması girince karşıt fikirler arasındaki anlaşmazlıklar çok kısa sürede küçük çatışmalardan kitlesel savaşlara kadar dönüşebilmektedir.

Günümüzde ideoloji ayrılıkları ne yazık ki binlerce yıldan beri savaşların ana sebebi olan ekonomik çıkarların elde edilmesi gerçeğinin yerini almıştır. Şimdi fikir ayrılıkları ( ideolojiler) çatışmalarda başrolü oynamaya başlamıştır.

En geniş kitleleri etkisi altına alan ideolojiler olarak görülen dini inanç ve itikatlar; kişi ve gruplar arasındaki küçük çatışmalardan kıtalararası savaşlara kadar varan Haçlı Savaşları gibi büyük çatışmaların temel sebebi olmuştur. Tarihte bunun örneklerine her kıtada ve bütün dini inançlarda rastlanmaktadır.
Aynı dinden ama farklı tarikat ve mezheplere mensup gruplar arasındaki mücadelelerde insanlığın tarihi yüz karası ve ayıbı olarak ortaya çıkmıştır. Daha iyi Hristiyan olamadıkları için ortaçağın engisizyonunda yapılan işkencelerin bezerini ve daha kötüsünü bugün pek çok ülkede görmek mümkündür. Ülkemizde de yakın geçmişimizde Hizbullah örgütünün dini inanışlarını beğenmediği kişilere yaptığı zulümleri gördük. İşkence evi veya mezar ev haline getirilen konutlarda yaşanan insanlık vahşetlerini basından korku filmi izler gibi bire bir izledik.

Peki nedir bu savaş ve çatışma arzusu? Barış, huzur dolu ve istikrarlı ortamlara insanlar kavuşamayacak mı?
Bunların cevabı ne yazık ki, “ Evet insanoğlu bu yer kürede kaldıkça birbiri ile daima çatışacaktır, barış ise ulaşılmak istenen bir hedef olarak kalacaktır” olacaktır. Aslında insanlık tarihi tamamen insanların, toplumların ve kültürlerin birbiri ile çatışmalarının tarihidir.

Tarihte hiç bir zaman hiç bir yerde devamlı sulh ve sükûn dönemi olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. İnsanlar savaşı gerçek olarak yaşamaya ve bunun yıkımını görmeye devam edeceklerdir. Barış ise daima dillerden düşürülmeyen güzel bir duygu olarak hayallerimizi süsleyecektir.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
8 Şubat 2009 Pazar

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale