Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Dış siyaset, iç kuruluş ve iç siyasete dayandırılmak zaruretindedir, yani iç kuruluşun tahammül edemeyeceği genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayâli dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kendiliğinden kaybederler. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1923)
AVRUPA’YI HEDEF GÖSTERİP AVRUPALIYI BİZE EFENDİ YAPMAK İSTEYENLERE GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK CEVAP VERİYOR…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün unsurlarıyla 17 Aralık 2004 tarihine kilitlendi. Satın alınmış basın ve sivil toplum kuruluşlarının yönlendirmesi ile Avrupa Birliğiyle müzakerelerin başlaması için gün almak adeta ülkem için bir Milat haline getirildi. Her türlü günlük faaliyetin önüne geçirildi.
İsrarla Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Batı’yı yani Avrupa’yı hedef gösterdiğini, her ne pahasına olursa olsun batı’ya kul köle olmaktan başka kurtuluş yolumuz olmadığına önce kendilerini sonra da milleti şartlandıran gafiller ve hainler sürüsüne karşı düşünce bazında verdiğimiz mücadelemiz yetmedi. Ben de israrla AB yolunda verilen tavizlerin Türk milli birliği ve bütünlüğünü ortadan kaldırdığını, egemen devlet olma vasıflarımızı zayıflattığını, kaybettiklerimizin karşılığında alacaklarımızın sonunda hiçbir işe yaramayacağını devamlı vurguladım...
Ama kendimiz söyledik, kendimiz işittik. Para ve teknolojinin hakim olduğu propaganda duvarını delerek geniş halk kitlelerine ulaşıp halkı uyarma görevini yerine getiremedik. Ama yazdıklarımızı tarihçilerin tarafsız ellerine bir belge olarak bırakmayı başardık…
Şimdi işin sonuna geldik. Ben AB yolundaki teslimiyetçi tutumun sonuçlarının ne olabileceğini yeterince anlattım. Şimdi bu son günde kendi düşüncelerimle değil, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile son noktayı koymak istiyorum...
İstiklal Harbinin en şiddetli dönemlerinde TBMM’den milletvekillerine hitap eden Gazi sanki bugünleri görüp yaşıyor gibi bu millete yol gösteriyor. Hedef veriyor. Ve verdiği hedef ise birilerinin israrla vurguladığı gibi BATI değildir.
Günümüzdeki satın alınmış beyinlere, Gazinin bu konuda 06 Mart 1922’de yaptığı ve TBMM Gizli Celse Zabıtları 3 üncü Cildinde yer alan konuşmasını bir değil, birkaç kere okumalarını tavsiye diyorum. “Anlayana sivrisinek saz, Anlamayana davul-zurna az” diyerek tarihi bir görev yapmanın huzurunu yaşamak istiyorum.. ------------------------------------------------------------------- "... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nın en önemli devletleri, Türkiye'nin zararıyla, Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye'nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana'dan sonra Peşte ve Belgrat'ta yenilmeseydi, Avusturya / Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir."
"... Bir şeyin (Türkiye’nin) zararıyla, bir şeyin (Osmanlı’nın) yok olmasıyla yükselen şeyler (Batılı Devletler), elbette, o şeylerden (Avrupa’dan) zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye'yi yok etmeye girişenler, Türkiye'nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye'nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye'yi islâh etmek, Türkiye'yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir."
"...Oysa güç ve kuvvet, Türkiye'de ve Türkiye halkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklâl vardır ki yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.
"...Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddî şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlâk bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu 'maneviyâtı' ile sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğu'yla Batı'nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı’ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç süphesizdir ki bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka bir sonuç beklenemez bundan."
"... Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye'nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakim insanlar, gâlip düşmanlar karşışında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye'yi âtıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye'de fikir adamları, âdetâ kendi kendilerine hakâret ediyorlardı. Diyorlardı ki "Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur." “Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. 'Onlar bizi idare etsin' diyorlardı."
“BİLELİM Kİ, ULUSAL BENLİĞİNİ BİLMEYEN ULUSLAR, BAŞKA ULUSLARA YEM OLURLAR”
Dr. Tahir Tamer Kumkale 16 Aralık 2004 Perşembe |
|