Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
AB heyetlerinin Diyarbakır'da ne işleri olabilir? |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Bütün bu şartlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1927)
AVRUPA BİRLİĞİ'NDEN GELENLER NEDEN KÜRDİSTAN'IN BAŞKENTİ OLARAK TANIMLADIKLARI DİYARBAKIR'A UĞRAMADAN DÖNMÜYORLAR (!)
Avrupa Birliğinden ülkemize herhangi bir nedenle gelenlerin Başkent Ankara'dan sonra ikinci durakları Kürdistan'ın başkenti olarak tanımladıkları Diyarbakır'a uğramak oluyor ve bu iş artık çok olağan kabul ediliyor. Bu arada PKK'ya yardım ettikleri sabit olduğundan 10 yıl hapiste yatan Leyla ZANA Hanım'ın özel olarak ziyaret edilmesi de gelen misafirlerimizin(!) gündeminde mutlaka yer alıyor. Ve devletimizin yöneticileri bu olayları son derece normal bir durum olarak görüyor ve en ufak bir tepki göstermiyorlar.
Bin yıldır içiçe yaşadığımız ve kaynaştığımız Kürt Türklerini anavatandan ayırmak için yapılan dış destekli çalışmalar başta Doğu ve Güneydoğu halkı olmak üzere 35000 insanımızın canına mal oldu. Ülkemiz azgın teröristlerin at oynattığı kanlı bir areneya döndürüldü. Anarşi ve terörü önlemek için milyarlarca dolarımız heba oldu. Ekonomimiz bugün içinden çıkamayacağımız borç batağına sürüklendi. Ve biz hâla oynanan oyunlara gözümüzü kapatmaya devam ediyoruz. Şer güçleri görmemekte direniyoruz...
Bu durumun oluşmasında devlet bürokrasisinin iyi çalışmamasının yanında yöneticilerimizin dışarıya verdiği tavizler ile gösterilen aşırı müsamahanın önemli katkısı vardır. Bilerek veya bilmeyerek devlet makamını işgal eden kişilerin yarattığı müsamaha ortamı teröristleri ve onları destekleyenleri motive etmekte ve bir bakıma yaptıkları bölücü hareketlere yardımcı olmaktadır.
Devlet yöneticilerinin vatandaşları arasında ayrım yapmaya hakları ve yetkileri yoktur. Herkese ve her kesime eşit davranmak zorundadırlar. Bu konuda beni çok üzen ve düşündüren bir olayı yeri gelmişken ele almak istiyorum.
14 OCAK 2004 gecesi televizyonların ana haber bütenlerinde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in bir lisede gençlere şiirler okuduğu gösterildi. Bu sıradan faaliyetin haber değeri olmamalıydı. Fakat Türkiye Cumhuriyetinin Başbakan Yardımcısı'nın okuduğu şiirin Ahmet Arif'e ait Türk Devletine silah çeken bölücülerin anısını yaşatmak kaleme aldığı "33 Kurşun" isimli şiir olduğunu görünce neden haber olduğu anlaşıldı.
Ben Sayın Abdüllatif Şener'in bu şiirin neden ve hangi emellere hizmet için yazıldığını bilmeden okuduğunu değerlendirdim. En azından böyle olması gerektiğine kendimi şartladım. Çünkü bu makama gelen bir kişi Cumhuriyetimizin emanet edileceği gençlerimizin yetiştirildiği bir ilim müessesesinde ülkeyi bölmek ve parçalamak isteyen kişilere methiye düzen bir şiiri okumasının ancak bilmemekten kaynaklanabileceğini düşünmek istedim.
Bu basit gibi görünen olay dahi ülkeyi bölme ve parçalama yolunda ilerleyen dış mihrakların aldığı mesafenin göstergesidir.
Bu vesile ile 33 Kurşun şiirinin yazılış hikayesini özetle anlatmak ve yiğit Türk evladı Mustafa Muğlalı Paşa'nın aziz hatırasını anmak istiyorum. Belki okuyan büyüklerimiz olur da bir daha böyle hatalı davranışlar içinde bulunmazlar diyorum...
İkinci Dünya Savaşı yılları. Ülkede büyük bir yokluk yaşanıyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu ülkenin diğer kesimlerine nazaran daha karışıktır ve savaşan ülke casusları bölgede cirit atmaktadır. Sıkıyönetim olduğu halde hırsızlık, kaçakçılık, eşkıyalık, soygunculuk, ırza tecavüz eylemleri engellenemiyor. Casus mu, hain mi, eşkıya mı olduğu belli olmayan bazı gruplar, bölgede güvenlik sağlamak için uğraş veren askerlerimizi pusuya düşürerek şehit ediyorlar ve kendilerine kucak açan Irak ile İran'a kaçıp bir süre saklandıktan sonra tekrar bölgeye dönüp eylemlerine devam ediyorlardı. Bu çeteler, Türkiye'den büyük ve küçükbaş hayvanları çalıyor, o sıralarda fiilen Rusların kontrolunda olan İran'a götürüp satıyorlardı. Bu eşkıyanın genelde iki nüfus kağıdı vardı. İran'da İran, Türkiye'de Türk vatandaşı gözüküyorlardı. Bölge halkı bunların zulmünden bezmişti. İnsanlar kendilerini nasıl koruyacaklarını bilemedikleri için askere sığınıyorlar, devletin kendilerine sahip çıkmasını bekliyorlardı.
Bölgedeki karışıklıklar artınca çok deneyimli ve disiplinli bir asker olan Orgeneral Mustafa Muğlalı Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'na getirilir. Hayatı savaşlarda geçmiş olan Muğlalı Paşa işi çok sıkı tutar, canilere karşı amansız bir mücadele başlatır. Eşkıyanın sınır ötesine kaçmasını önlemek için de emrindeki birliklere Irak ve İran'a kaçan eşkiyayı aralıksız takip etme ve gerekirse vurma emri verir.
1943 yılında Van'ın Özalp İlçesi'nin sınır bölgesinde İran'a kaçmaya çalışan bir grup, güvenlik güçleri tarafından sıkıştırılır. Çatışma çıkar ve dur emrine uymayan eşkiyalardan 33 tanesi öldürülür. Bu olaydan sonra bölgede az da olsa sükun sağlanır. Bölge halkı Paşa'ya minnettar kalır. Bölgeye huzur ve sükun gelir. Başarılı askerlere takdir ve teşekkür belgeleri verilir.
1946 yılı seçimlerinde TBMM'ne giren Demokrat Parti bu olayı bir siyasi rant malzemesi yapmak için olayın soruşturulmasını ister. Sonunda Mustafa Muğlalı Paşa mahkemeye verilir. Mahkeme, 1943 yılının şartlarına, o tarihte bölgede cereyan eden olayların vahametine, o ortamın düşünce ve gereklerine göre değil de 1948 yılının normal şartlarının havasına göre yürütülür. Muğlalı Paşa, yargılama boyunca bir Türk komutanına yakışır şekilde bütün sorumluluğu üzerine alır ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamaz. "Bu subaylara emri ben verdim, onların suçu yoktur. Yaptıklarım suç ise tek suçlu benim" der. Hakimin "Ya emrinizi yerine getirmeseydiler" sorusuna "O zaman şakileri kendim vururdum." Cevabını verir.
Ve mahkeme sonuclanır. Hayatını Türk Ordusuna ve Türkiye Cumhuriyetine adamış olan Mustafa Muğlalı Paşa "33 masum (!) insanı öldürmek suçundan" ölüm cezasına çarptırılır. Daha sonra cezası 20 yıl hapse çevrilir...
33 eşkıyaya hak ettiği cezayı verdiği için ödüllendirmesi gereken Mustafa Muğlalı Paşa, politik yalakalığın, siyaset oyunlarının kurbanı olur. Türk yargısının siyasi kararlarından birisi olan bu yargılama sonucunda tek mahkumiyet Mustafa Muğlalı Paşa içindir. Başka hiçbir kimse ceza almaz. Mahkeme, eşkıya artıklarının ifadelerini Türk Askerinin ifadesine tercih etmiştir. Daha sonra Askeri Yargıtay bu kararı bozar. İkinci bir mahkeme dönemi başlar ama bu sırada kahraman Türk Ordusu'nun şanlı askeri, bütün ömrünü Türk Yurdu'nun bağımsızlığına adayan Mustafa Muğlalı Paşa bu durumu hazmedemez ve bulunduğu cezaevinde kahrından 11 Aralık 1951 tarihinde, 70 yaşında iken vefat eder.
İşte bugün karşı karşıya olduğumuz bölücülük belasının en güçlü tohumları Mustafa Muğlalı Paşa'nın yargılaması ile atılmıştır. Eğer bu ülkede Ahmet Arif'in 33 Eşkıya için yazdığı "33 Kurşun" şiiri bir Başbakan Yardımcısı tarafından önemsenerek ezberlenebiliyor ve Türk Gençlerine okunabiliyorsa biz çok geç kalmışız demektir.
Ve biz milletçe Türk Devletini korumaktan başka hiçbir fikri bulunmayan bir kahraman generalimizin gösterdiği dik duruşu şiirlerle, hikayelerle, romanlarla Türk Milletine anlatamamış isek, Elazığ da izine çıkan erlerin aracını durdurup silahsız 33 askerimizi kurşuna dizen PKK eşkiyasına sahip çıkanlara dur deyip, bu masum 33 askerimiz anısına şiir yazamamış ve bu konudaki duygularımızı halkımıza iletememiş isek bundan Türk aydınları olarak hicap duymalıyız.
Bu da ispat etmektedir ki Mustafa Muğlalı'ların tanınmadığı ülkemizde biz Avrupalıları Diyarbakır'da, Urfa'da, Mardin'de daha çok ağırlayacağız demektir.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 7 Aralık 2004 Salı |
|
|