Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
81'nci yıldönümünde cumhuriyetimizin başına gelenler |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Barış, milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince daimi bir dikkat ve itina ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1938)
Özgürlük ve Bağımsızlığımızın teminatı olan Cumhuriyetimizin kuruluşunun 81 inci yılını idrak ettiğimiz şu günlerde Anadolu'da mütareke günlerini hatırlatan olaylara şahit oluyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi duvarına Gazi Mustafa Kemâl Atatürk tarafından asılan "EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR" ibaresi o günden beri yerinden inmedi. Bu veciz söz yönetimin padişahtan alınarak bizzat millete teslim edildiğini ve tam 84 yıldır Türk Milletinin TBMM'e gönderdiği temsilcileriyle kendini yönettiğini vurguluyor. Lozan ile bu sözü dünya ülkelerine onaylattık ve 29 Ekim 1923'te Cumhuriyetin ilanı ile birlikte artık değiştirilemeyeceğini ispat ettik.
Oysa Avrupa Birliği yollarına düşüp milli irademize başka ülkeleri ve başka güçleri ortak etmeye heveslendiğimiz andan itibaren TBMM'deki bu ibare artık yerinde eğreti durmaya başladı. Milletin kafasında; "Egemenlik bana aitse bu son yıllarda ülkemi denetlemeye gelenler kimler? Kim bu insanlar ki bize yol göstermeye çalışıyor ve bizden hesap soruyorlar. Nerede beni temsil eden vekillerim" sorusu sıkça belirmeye başladı.
İşte bu soruların kaynağını teşkil eden yeni bir kaç olay... Bilindiği gibi, Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu, eski terörist-yeni bakan Kızıl Danny başkanlığında gelip, Fener Rum Patriğini Dünya Patriği olarak tanımlayıp İstanbul'a Kostantinapolis adını taktıktan ve bolca yiyip içerek bize gülücükler dağıttıktan sonra ülkelerine döndüler. Boyalı ve beyinleri satın alınmış bazı basın organlarımız bu garip kişilerin anlaşılamaz ziyaretini muhteşem bir başarı olarak açıklayıp bizlerin sevinmesine öncülük ettişlerdi !!!
Halkımız bu gariplikleri şaşkınlık ve elemle izlerken bu defa bir başka ziyaretçimiz daha geldi. Bu ziyaretçimiz Mardin'e kahve içmeye gelen Galler Prensi Charlesin dışında bir diğer garip kişi idi...
Evet Fransa Yeşiller Partisi Milletvekili Helene Flature'nin geçen hafta cuma günü Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı kimliğiyle Diyarbakır'ın Tellikaya köyüne yaptığı ziyaretten bahsediyorum.
Bu Sayın Madam Flature; Tellikavak köyüne geliyor. Bizim için değil, kendileri için incelemeler yapıyor. İncelemeleri sonunda Tellikavak köylüleriyle kapalı bir toplantı da gerçekleştiriyor. O toplantıda nelerin konuşulduğunu kendisi, çevirmeni ve köylülerden başka hiç kimse bilmiyor. Çünkü bize serbest dolaşma hakkı vermeyeceklerini açıklayan ama kendisi istediği gibi yurdumuzu arşınlayan bu Avrupalı bayanın yanında hiçbir resmi görevli bulunmuyor.
Yani ne yapmak istediklerini yalnız kendileri biliyor... Bu madamın ziyaretinin sebeplerini ancak bir gazeteci ile yaptığı söyleşiden anlamaya çalışıyoruz... Bakın ne diyor Tam Bağımsız ve Egemen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kutsal vatan topraklarında bu gafil kadın; ''Diyarbakır, Kürt bölgesinin başkentidir. Aynı zaman da AB'ye giriş mücadelesinin de başkentidir. Çünkü bütün sorunlar burada yatmaktadır. Bu sorunlar sosyal ve ekonomiktir.''
Daha önce Başbakan Mesut Yılmaz'ın "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" sözlerini hatırlayınca insanın tüyleri diken diken oluyor. "Pes Yahu" diyerek bağırmak istiyorum. Hani biz "Üniter" devlettik ve bu vasfımız halkımızın %92 sinin oyu ile kabul edilen Anayasamızın değiştirilemeyecek maddeleri arasında idi. Nerede kaldı Üniter yapımız?
Daha Avrupa Birliğine girmedik. Aday Adayı mıyız neyiz ? Yani ne olduğumuz bile belli değil. Son komisyon raporuna göre bizi alıp almayacakları ise tam bir muamma. 10-15 yıl sonra gelin bir bakalım. Bu yıllar içinde sizi yeterince dağıtıp parçalayabilirsek belki birkaç küçük parçanızı alırız diyen bir topluluk var karşımızda.
İşte daha işin başında iken bir garip kadın geliyor ve bunları söyleme cesaretini bulabiliyor. Aslında onlar bu kadar cesur değiller. Onlara bu cesareti bizim boyun eğen ezik tutumumuz veriyor.
Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir Federal yapıda bir devlet olsaydı, AP İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı olan bu Madam'ın söyledikleri bir ölçüde normal karşılanabilirdi. Fakat dün 81 inci yılını kutladığımız Cumhuriyetimiz halâ Atatürk'ün kurduğu şekli ve eserleri ile dimdik ayaktadır. Biz savaş kaybetmedik. Ordularımızda dimdik ayakta. O halde bu kadına gereken tepki neden gösterilmemekte ve bu gibi olaylar halkımızdan neden saklanmaktadır.
Tepkinin çeşitli şekilleri vardır. Cumhurbaşkanımızdan başlayarak 70 milyon Türkün bizzat bu gaflete ve hıyanete tepki vermeye hakları vardır. Fakat ilk tepkinin Cumhuriyet Hükümetinin başından, bakanlarından ve milletin vekillerinden gelmesi gerekmektedir.
Oysa devletimizin tepesinin böyle basit işlerle(!) uğraşacak zamanları olmasa gerek. Çünkü devletin zirvesinde bugün en önemli gündem maddesi Cumhuriyet Bayramını Kutlama Resepsiyonuna başörtülü olarak gelinip gelinemeyeceğidir. Adamlar elimizin altından Cumhuriyetimizi alıp götürecekler, biz halâ gaflet uykusunda dolanıyoruz.
Türkiye İletişim çağında geldiği seviyeden gurur duymalıdır. Sahip olduğu görsel ve yazılı basın organları çağdaş teknolojiyi en iyi şekilde kullanmaktadır. Fakat bu büyük gücün, yani medya ordumuzun milletin ihtiyaçları doğrultusunda halkımızı bilgilendirdiğini söylememiz mümkün değildir. Onların önemli bir kısmı aynen mütareke basını örneğinde olduğu gibi halka gerçekleri değil, nemalandıkları küresel odaklardan kendilerine dikte edilen talimatları iletmeyi temel görev edinmişlerdir. Dolayısı ile bilgilendirilmeyen halkın bilinçlenmesi ve milli benliğine düşman olan unsurları görüp bunlarla mücadele etmesi de mümkün değildir.
Oysa basınımız Avrupa Parlamentosu'nun 17 Aralık'ta oylanacak Türkiye raporunun Hollandalı parlamenter Chris Eurlings 'in imzası bulunan taslağında, "Müzakerelere başlansa dahi Türkiye'nin bugüne dek görülmedik bir siyasi denetim altına alınması gerektiği" ibaresi olduğunu kamuoyuna yansıtsa idi, o zaman bu Madam'ında bu istekler ışığında bizi denetlediğini bilirdik...
Sonuç olarak; TBMM, iktidar ve muhalefeti ile susuyor. Sivil Toplum örgütleri susuyor. Basın ordumuz susuyor... Peki bütün bunlar susarsa halk nerden bilecek ne gibi tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu. İyi günlerde değiliz... Allah bu millete acısın...
Dr. Tahir Tamer Kumkale 30 Ekim 2004 Cumartesi |
|
|