Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
Türkiye işgal edildi de haberimiz mi yok? |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Milletlerin siyasetinde ancak menfaatleri vardır. Kimsenin kimseye dost olmayacağını bilelim. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1933)
Yukarıdaki başlığı koyarken çok düşündüm. Kendi kendime; Acaba biz mi göremiyoruz. Biz mi bilemiyoruz ? Yaşımız ilerledi de algılama ve anlama kabiliyetimizi mi kaybettik ? diyorum. Ülkemde AB ve Kıbrıs konusunda öyle ters söylemler yapılıyor ki şaşırmamak elde değil. Adam okumuş Profesör olmuş. Bilim yapmış, adam yetiştiriyor. İşadamı olmuş yanında binlerce kişi çalıştırıyor. Başarılı bir kişi olarak kamuoyunda yeri var. Bir diğeri ömrünün kırk yılını Dışişleri gibi bir yüce makamda çalışarak en üst dereceden emekli olmuş. Şekli şemâli düzgün, oturaklı bir görüntüleri var. Yönlendirilmiş basından kafası karmakarış olan sokaktaki sade vatandaş onların ağzından çıkana kulağını dikmiş dinliyor. Ama duyduklarına inanamıyor. İnanmak istiyor ama söylenenler kendisine yabancı. Ağızlar farklı. Düşünceler aykırı. Anlayış ve milli meselelere bakış açıları milletin bakışından çok farklı.
Sanki bir yerlerden ellerine metin vermişler papağan gibi hep ayni şeyleri söylüyorlar. Aslında mimiklerinden söylediklerine kendilerinin de inanmadığı dikkatli gözlerden kaçmıyor. Sanki bunlar bizim insanımız değil. Sanki bunlar bu ülke yıkılırsa kendilerini kurtarabilecekler. Sanki bunlar batan geminin lüks mevkinde kalıyor olsalar da ayni geminin yolcuları değil. Kıbrıs milli davamız dedik. Türk miletinin ve Türk dünyasının uç beyliği dedik. Türk milletinin ve devletimizin güvenliği ve bekası için hayâti değeri haizdir dedik… Onlar ise hayır diyorlar. Onların Kıbrıs’ta iki milletin bir arada yaşayamayacağını gösteren onlarca toplu mezardan ve o mezarlarda üç aylık bebeğin nineleriyle birlikte vahşide katledilerek üç nesil bir arada yattıklarından haberleri yok. İnsanın bu kadar unutkan olması doğal değil.
Bu beylerin kendi tarihlerinden ve kültürlerinden de haberleri yok. Onlar artık bu millete ait olmaktan çıkmışlar, küresel bir meta olmuşlar. Hayırlı da olmuşlar... Kendileri ne olursa olsunlar buna bir diyeceğimiz yok. Ama yeter artık. Düşsünler bu milletin sırtından… Gitsinler kimin sesi olmak istiyorlarsa onların ülkesine... Orada istedikleri kadar yapsınlar hainliklerini, satılmışlıklarını… Ama yeterki gitsinler... Yoksa bu millet onlara öyle bir şamar atacak ki kaçacak zamanları dahi olmayacak.
Yazının başlığını acaba işgâl atındayız da haberimiz mi yok? diye koydum. Gerçekten bugünkü basın, mütareke basınından da beter. Mütareke basınına ne kadar kızarsak kızalım onlar işgâl altındaki bir başkentten ve toplarının namluları padişahın sarayını gösterdiği bir ortamdan yayın yapıyorlardı. İşgâl Kuvvetleri Komutanlığının haberi olmadan bir şey yazabilmeleri ve kontrolsuz haber vermeleri mümkün değildi. Yani onların satılmışlıklarına karşı söyleyebilecekleri meşru bir mazeretleri vardı. Çünkü başkent işgal altında idi ve böyle yazmağa zorlanıyorlardı.
Peki soruyorum şimdi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti şu anda işgâl altında mı? Savaş kaybettik de ordularımız lağv mı edildi?
ABD ve AB ordularının topları biz bilmeden Çankaya ve TBMM’ne mi çevrildi? Aşağıdan bakıldığında sokakta top tüfek görülmüyor. Yoksa halâ ulaşamadığımız uzay teknolojisi ile havadan başkentimiz kuşatıldı da haberimiz mi yok?
Evet ben bu boyun eğiş ve teslimiyete akıl erdiremiyorum. Düşünce sınırlarım giderek zorlanıyor. İsviçre sonrası, bütün yabancı devlet başkanları Türkiye’yi tebrik yarışına girdi. Zaferimizi kutluyorlar. Basınımız da zaten “Cumhuriyet tarihinin en büyük zaferinden” dem vuruyor.
Bu neyin zaferi oluyor? ben anlayamıyorum. Siz; Kıbrısta kurulu devletinizi kendi elinizle yıkıyorsunuz. Kurulu düzeni temelinden ortadan kaldırarak Kıbrıs Türk Toplumunun geleceğini bilinmeyen bir mecraya süratle sürüklüyorsunuz. Adada 30 yıldır toplu katliâmların olmasını engelleyen Türk Ordusunu geri çekiyorsunuz ve buraya haçlı ordularının gelmesini kabul ediyorsunuz. Kendi toplumunuz için hiç bir hak elde etmeden topraklarınızdan 65 köyü karşı tarafa veriyorsunuz. Ayrıca yüz bine yakın Rum’un kendi bölgenize girmesine izin veriyorsunuz. Yetmiş bin yurttaşınızı evsiz, barksız, tarlasız, işşiz, okulsuz bırakıp yeniden göçmen durumuna sokuyorsunuz. Daha satır aralarına sıkışmış pek çok hile ve yalan ile kazanılmış haklarınızdan ve haklı davanızdan vazgeçiyorsunuz. Sonra da bunu ZAFER diye halkımıza yutturmaya kalkıyorsunuz.
Halkımızın artık yatırıldığı kış uykusundan uyanması lazım. Milleti hiçe sayarak, milletin menfaâtlerini başkalarına tezgahlayanların oyunlarına, can verip kan dökerek sahip olunan toprakların birilerine peşkeş çekilmesine dur denilmesi lazım.
Hadi biz konunun dışındayız. Aklımız az eriyor. Anlama zorluğu içindeyiz diyelim... Peki otuz yıla yakın bir süredir Cumhurbaşkanı DENKTAŞ’ın siyasi danışmanı olarak Kıbrısla ilgili bütün konuların içinde hazır bulunan Sayın Prof.Dr.Mümtaz SOYSAL’da mı yanlış düşünüyor. Mümtaz Soysal sıradan bir profesör değil. Dışişleri Bakanlığı yapmış, siyasetin yıllardır içinde bulunan bir Parti Genel Başkanı. Bakınız nasıl haykırıyor Sayın Soysal;
“Kıbrıs konusundaki İsviçre’deki görüşmelerden sonra sağlanan gelişmenin, Türkiye açısından zafer değil tam bir rezalet olduğunu savundu. Soysal basın toplantısında,”Annan Planı adadaki Türk varlığını eritmek, ada ire Türkiye arasındaki bağları koparmak amacını güden eşine rastlanmamış bir metindir. Türkiye kurtardığı totraklara kurulan devletin yok edilmesine rıza göstermekle belki Guinness Rekorlar kitabına girecek” dedi.
Evet bu haber “Kartal Cimbom’u 2-1 yendi” başlığını manşete koyan saygın Milliyet Gazetesinin 5 Nisan 2004 tarihli nüshasında 15 nci sayfanın en okunmayacak köşesine sıkıştırılmış. Yani, haber değeri ancak bu kadarmış. Ne yazık ki basınımızın geldiği durum bu. Bu yazıyı kaleme almamdaki en büyük etken Milliyet Gazetesi yazarlarından Yasemin Çongar Hanımın 5 Nisan tarihli “ABD evet için çalışacak” başlıklı yazısında değindiği husuların kanıma dokunmasıdır. İnsanı “olmaz böyle şey” dedirterek çileden çıkartıyorlar. İşte tam bir teslimiyetin ibaresi olan bir kaç cümle.
- Başkan Bush, Başbakan Erdoğan'ı bir hafta içinde iki kez tebrik etti: İsviçre'deki Kıbrıs müzakerelerinin bitiminde, Türkiye'nin çözüme yönelik iyi niyetli çalışmasından ve Erdoğan'ın gösterdiği kişisel liderlikten dolayı teşekkürlerini ileterek bundan sonraki süreçte destek sözü verdi. - Emekli ABD’li bir diplomat; Türk hükümeti, çözüme yönelik siyasi irade ve çaba bakımından kendisinden istenebilecek herşeyi yaptı. Türk Dışişleri , Türk tarafının benimseyebileceği bir sonuç için yapıcı bir üslupla ve olağanüstü bir hünerle çalıştılar. Süreci bilen herkesin, Erdoğan'a ve ( Müsteşar Büyükelçi Uğur) Ziyal'e şapka çıkarması gerekir." - Bu sözler, Bush yönetiminin hissiyatını da yansıtıyor. Başta Erdoğan olmak üzere AKP hükümeti ve başta Ziyal olmak üzere Türk Dışişleri'nin üst düzey diplomatları, Kıbrıs müzakerelerindeki rollerinden dolayı ABD başkentinde büyük takdir topladılar. - Washington'ın, Kıbrıs'taki anlaşma belgesine desteği tam. Bu tutum, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın 1 Nisan'daki, yazılı açıklamasına çok net yansıdı. İşte açıklamanın, önümüzdeki haftalarda ABD'li yetkililerden sık sık işiteceğimiz bölümü:Varılan sonuç, kaçınılmaz biçimde, iki tarafın da her istediğini elde edemediği bir orta noktadır. Ancak, nihai metin iki tarafa karşı da adildir. Annan'ın, nihai çözümün, iki halkın da temel çıkarlarını gözettiği ve ortak gelecek için sağlam bir çerçeve oluşturduğu yönündeki değerlendirmesine katılıyoruz. - Bush yönetimi böylece, kaderi 24 Nisan referandumlarında belirlenecek olan plana sahip çıkarken, Türk ve Rum halklarına da "EVET" mesajı gönderiyor. Zaten Powell, önceki gece Berlin'den dönerken, uçakta gazetecilerin sorularını bile beklemeden, konuyu Kıbrıs'a getirdi ve referandumlardan "EVET" çıkması için bizzat çalışacağını ilan etti. - Şu an ile nisandaki referandum arasında, hem Kıbrıslı Türkler'in, hem de Kıbrıslı Rumlar'ın, bunun bir daha gelmeyecek bir fırsat olduğunu görmelerini sağlamak için çok çalışmalıyız. Bir 'B planı' yok; plan budur. - Bush yönetimi, bu şekilde kayda geçirdiği "evet" tavrını, önümüzdeki ikibuçuk hafta boyunca Lefkoşa'nın iki yakasına, Atina'ya ve Ankara'ya yüksek sesle anlatmayı sürdürecek. - Başbakan Erdoğan'ın, Bürgenstock'ta; ‘İyi niyetle çalıştık; sonucunu da almak isteriz’ diyerek, topu Türkiye'deki herhangi başka bir kuruma atmadan, cesaretle ‘EVET’ mesajı vermesi, ABD'de not edildi. - Şimdi AKP hükümetinin, ordu dahil birçok kesimden gelebilecek itirazlara, KKTC lideri Rauf Denktaş'ın "HAYIR’" kampanyasının bulabileceği desteğe ve yaratabileceği milliyetçi dalgalanmalara rağmen - ve bu ters telkinlerin etkisini kırabilecek bir kararlılıkla - referandumda "EVET" denmesinin, niçin hem Kıbrıs Türkü'nün, hem Türkiye halkının çıkarına olduğunu topluma anlatabilmesi, Washington'ın umudu - ABD'li yetkililer bir yandan Türk, Yunan ve Rum liderlerinden "EVET" çizgisinde açıklamalar umarken, bir yandan da taraflara bu anlaşmanın ‘olabileceğin en iyisi’ olduğunu anlatma çabasındalar. - Bu kapsamda, Washington'dan Türk tarafına giden mesaj; ‘1960 anlaşmasından çok daha ileri kazanımlar elde ediyorsunuz. İki kesimlilik ve siyasi eşitlik konusunda istediğinizi alıyorsunuz. Kıbrıs Türkü AB'ye giriyor. Türkiye'nin önü açılıyor. Mal mülk konularında istediğiniz oluyor’ diye özetlenebilir. Bu mesajın özünün özü ise, "Bundan iyi bir anlaşmayı bir daha göremezsiniz" uyarısı.
İşte böyle söylüyor ABD’den Yasemin Çongar Hanım her kelimesi insanın tüylerini diken diken eden yazısında...
Bu ne güç aman Allahım. İnsana şapka çıkarttırıyor bu ABD’nin gücü. Adamlar ta okyanus ötesinden bizim için didiniyorlar, çabalıyorlar, bizim iyiliğimiz için uğraşıyorlar. Biz geri zekalılar bunu anlamakta zorlanıyoruz. Demek ki okullarımızda iyi eğitim alamamışız.
Pes yahu. İnsanda biraz haysiyet olur. Bizi bizden başka herkez düşünüyor. Biz cahiller, bir de Sayın Denktaş düşünemiyoruz. Ne yapsın Sayın Denktaş daha henüz seksen yaşına girdi. Şunun şurasında 50 yıldır bu davanın içinde . Öğrenememiş demek ki neyin Türk Toplumu için iyi ve kötü olduğunu. Halbuki dostlarımız ne güzel de görüyorlar Türk için iyi olanı . Hemen de kendisine ve bizlere akıl veriyorlar.
Beyler, Efendiler, Hanımlar... Titreyelim ve kendimize gelelim. Bu ülkenin geçen 40 yılının her dakikasında emeği ve harcı olan Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman DEMİREL’de Sayın Denktaş ile ayni şeyleri söylüyor. Bu tecrübeli beyinin Sayın Rauf DENKTAŞ ile ağız birliği yapmasındaki anlam ve sonucu kaçırmayalım. Söylenenleri dikkatle değerlendirelim.
Sonuç olarak; Türkiye işgal altında değildir. Eğer biz istemiyorsak ve bizi yönetenler kendi elleiyle teslim etmedikten sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gücüne karşı koyabilecek bir güç daha yeryüzünde mevcut değildir.
Fakat bugün Türkiye’nin toprakları değil ama bazı önemli beyinleri işgâl altındadır. Aklımızı başımıza devşirelim.
Bugün yavrusunu satan ülke yarın kendisini satar. Başka Kıbrıs Yok. Başka Türkiye de yok. Bu ülke bizim . Bu ülke Türk milletinin. Bu kutsal toprakların menfaatlerini korumayı ABD ve AB yöneticilerine bırakarak tarihi bir hata işlemeyelim.
Silkinelim. Üzerimizdeki ölü toprağını atalım. Türkiye’yi dün olduğu gibi bugün de Türklerin yönettiğini yedi düvele gösterelim.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 6 Nisan 2004 Salı |
|
|