10 Kasım 2023 CUMA

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM......

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Dinler arası diyalog aldatmacasına dikkat edelim...
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 15 Şubat 2004 Pazar 

Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır.
(Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1925)

Ülkemizdeki Misyonerlik faaliyetleri giderek artıyor. Bin yıldır Müslüman Türklerin vatanı olan Anadolu topraklarında din kisvesi altında siyasi entrikalar çevriliyor. Siyasi emellere alet olmuş, kara cübbeli, kara vicdanlı din adamı görüntüsünde birtakım karanlık yüzlü insanlar, sapık ve sapkın kişiler milletimizin saf ve temiz dini duygularından istifade ederek onları gizli oyunlarına alet etmek istiyor.

Bunların kullandıkları sloganlar da çok masum ve insancıl görünüşlü. “Dinler arasıda Diyalog kurmak istiyoruz” ve “Çeşitli dinlere mensup insanlar arasında hoşgörü ortamını geliştirmek istiyoruz”diyorlar.

Tapınak Şövalyelerinin tarihi görevlerini açıkladığım bir seri yazı dizisinde Türkiye ve Türk Dünyası üzerinde oynanmak istenen Haçlı oyunlarına değinmiş ve bunlardan korunma yollarını açıklamıştım. Bilindiği gibi Hıristiyan aleminin dünyadaki en güçlü yöneticisi olan Papa ile emrindeki Vatikan memurları Millenyum adı verilen üçüncü bin yılı sapkın bir fikir olarak değerlendirdikleri Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya hasretmişlerdir. Her Katolik din görevlisi tabii bir misyonerdir. Hıristiyanlığı yaymak ve herkesi Hıristiyan yapmak gibi dini vazgeçilmez görevleri vardır.

“Dinlerarası diyalog ve hoşgörü” sloganlarıyla dünyayı Hıristiyanlaştırma ve Batının ayrılmaz köleleri haline sokma projesi planlandığı gibi adım adım uygulanmak istenmektedir. Papa II.John Paul'un 2000 yılına girerken (24 Aralık1999’da) yayınladığı tarihi mesajdan da bu acı gerçeği görmek mümkündür.

Papa diyor ki; "Birinci bin yılda Avrupa, ikinci bir yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Şimdi ise Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıracağız."

Papalığın bu bin yıldaki hedefleri büyüktür. Hedef dünya nüfusunun yarısından çoğunu üzerinde bulunduran Asya’dır. Ve İlk hedef doğal olarak Asya’nın giriş kapısını tutan Türkiye’dir. Bu gafil papazlar Türkleri Müslüman dünyasının güneşi gibi görmekte ve bu toplumdan kazanacakları her Hıristiyan’ın diğer Müslümanlara da örnek olacağı fikriyle hareket etmeyi prensip olarak kabul etmişlerdir...

Bunların gerçek yüzleri Kurban Bayramı arifesinde yapılan “Ceviz Kabuğu” programında bir kere daha ortaya çıkmıştır. Halkımız olayları bütün çıplaklığı ile görmüş ve bu kara cübbeli münafıklardan iğrenmiştir. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bayraktar Bayraklı ile programa katılan St. Antuan Kilisesi Cemaati Sorumlusu Konstantino Çedolini arasında hak din ve peygamber tartışması yaşanmıştır. Çedolini isimli kara cübbeli cahil bir beyin; gözlerimizin içine baka baka Hz. Muhammet’in peygamberliğini kabul etmediklerini, Kuran’ı Kerim ile İslam dinini yok saydıklarını üzerine bastırarak ifade etmiştir.

Bu gafil adamın programa katılmasına izin verilmesi dahi tipik bir hoşgörü örneğidir. Hiç bir Hıristiyan memleketinde, hiçbir Müslüman din adamı; “ Ben sizi tanımıyorum. Ama siz bizimle diyalog kurmak zorundasınız” diye konuşamaz. Çünkü buna müsaade etmezler. Buna demokrasinin beşiği dedikleri ABD ve AB ülkeleri dahildir. Ama bu Efendi çıkıyor. Yetmiş Milyon Müslüman Türk’e “Ben sizi tanımıyorum. Ve ben seni Hıristiyanlaştırmak gibi kutsal bire görevi yerine getiriyorum” diyebiliyor.

Diyalog, birbiri ile eşit ve birbirini tanıyan unsurlar arasında olur. Adam bizi yok sayıyor ve sonra da bizleri “ Niye kendisi ile diyalog kurmuyoruz” diye suçluyor. Gerek Bayraktar Hoca ve Gerekse Cevizoğlu bu cahil ve yobaz papaza hadlerini edep dahilinde bildirdiler.

Bayraktar Hoca Çedolini’ye; “Ben Hz İsa’ya inanıyorum. Sen Hz. Muhammed’e inanmıyorsun. Ondan sonra dinler arası diyalogdan bahsedeceksin. Böyle şey olmaz. Benim seninle konuşacak senin de yatacak yerin yok. Bu diyalog bitmiştir” dedi.

Hulki Cevizoğlu; “Dinler arası diyalog nasıl yapılacak hala anlamış değilim. Sen Hz. Muhammed’i son peygamber olarak kabul etmeyeceksin İslam dinini hak din olarak kabul etmeyeceksin. Sonra da dinler arası diyalogdan bahsedeceksin. Böyle şey olmaz. İşte Avrupa’nın gerçek yüzü. Aslında onlara teşekkür ediyorum. Gerçekleri bu kadar açık söylüyorlar.” diyerek kendilerini dinleyen kitlelerin yüreklerine su serptiler.

Özetleyecek olursak; “Dinler arası diyalog”; Katolik Kilisesi'nin bütün insanları Kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. Onların inancına göre Tanrı (Allah); Mesih vasıtasıyla bütün insanları kendine çağırmakta, vahyinin ve sevgisinin mükemmelliğini onlarla paylaşmak istemektedir...

1964 yılında 2nci Vatikan Konsili sırasında Papa VI.Paul'ün direktifleri ile 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreterliği’ kurulmuştur. 1973 yılında sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterliğin yayın organı Bulletin' deki bir yazısında, diyalogdan ne kastettiğini şöyle açıklamıştır.

“Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilisenin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer almaktadır.” Yani bu görevin sahibi biziz demektedir.

“Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası"nın 1984 yılından beri başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken; "Papa VI Paul'ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinler arası diyalog, kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir"(x) diyerek gerçek niyetlerini açıklamıştır.

Bizde birkaç yıldır başlatılan “Dinler arası Diyalog” çalışmalarının başını Fethullah Gülen Cemaati çekmektedir. Bu cemaat yanlılarının kurduğu “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” tarafından her yıl düzenlenen“Abant Toplantıları” ile periyodik takvime sokulan faaliyetler serisi son günlerde kilise kurma çalışmaları yürüten misyonerler eliyle çok yoğunlaşmıştır.

Atatürkçü kesim tarafından çok eleştirilen Fethullah Gülen’in Vatikan ziyareti de bu amaca yönelik faaliyetlerden biridir. Gülen’in Papaya yazdığı mektuptaki şu ifadelerde konuyu bütün yönleri ile ortaya koymaktadır.

“Papa Altıncı Paul Hazretleri tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler Arası Diyalog İçin Papalık Konseyi / PCID misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik..." (M. Fethullah Gülen / Rabbin aciz kulu. ZAMAN Gazetesi, 10 Şubat 1998).

Görüldüğü gibi Papalık kendi emellerine hizmet edebilecek güçlü bir cemaati de yanına almış bulunmaktadır.

Diyalog kavramının savunucu din adamları tarafından Müslümanlık bütünüyle yok farz ediliyor. Oysa Müslüman Türkler asırlarca tebaası durumunda bulunan Hıristiyanların kilise ile ilgili iç işlerine, Protestanların veya Süryanilerin dini vecibelerini yapmalarına, Musevilerin şeriatlarını uygulamalarına hiç karışmamıştır. Biz onlara tam bir dini özgürlük getiriyoruz. Ama onlar tanımadıkları İslâm'a ve Müslümanlara daima karışıyorlar. Bu konuda Vatikan başta olmak üzere yıllardan beri kapalı kapılar ardında pek çok gizli toplantılar yapılıyor, şer planlar ve programlar hazırlanıyor, insanlar görevlendiriliyor, çok ciddi meblağlara ulaşan paralar harcanıyor. Kendilerine yardımcı olabilecek kişi ve kuruluşlar için her türlü desteği vermekten kaçınılmıyor.

Hristiyan ve Musevileri bütün bu faaliyetleri İslâm ülkelerinin ve Müslüman halkın yararına yapmadıkları kesin. Çünkü onlar bizim dinimizi kabul etmiyorlar ki bizim iyiliğimizi istesinler. Bizimle diyalog kurmak ve halklarımız arasında hoşgörü sağlamak istesinler. Biz onların dinini, peygamberini, kitabını aynen kabul ediyoruz. Hak dini olarak kendilerine saygı gösteriyoruz. Çünkü Kur’an böyle emrediyor. Aslında onlar,HOŞGÖRÜ adı altında kendilerinin bizi Hıristiyanlaştırmak için yaptıkları çalışmaları hoş görmemizi, gözlerimizi kapamamızı, onların çalışmalarına diyalog adı altında yardımcı olmamızı istiyorlar.

Biz Müslümanlar hem Hazret-i Musa'ya, ve hem de Hazret-i İsa'ya iman ediyoruz, peygamber olarak kendilerine inanıyoruz. Ama onlar bizim Peygamberimizi tanımıyorlar. Böyle bir inkâr ortamında ne dinler arası diyalog ve nede hoşgörü olur. Hoşgörü zaten Müslüman olmanın en önemli vasıflarından biri.

Türk halkı üzerindeki bu çeşit çalışmalar Osmanlı İmparatorluğunun gerileme dönemlerinden itibaren fiilen başlamıştır. Önce topraklarımızda gözü olan ülkelerin devlet politikaları olarak siyasiler tarafından faaliyetler planlanmış ve kiliseler devreye sokularak din adamları eliyle yoğunlaştırılmış, bilahare bu din adamlarının gözetiminde açılan okullar vasıtasıyla yurt sathını kapsayacak tarzda yaygınlaştırılmıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün misyoner okullarının devlet çatısı altına alınması ile Müslümanları Hıristiyanlaştırma faaliyeti yavaşlamıştır. Şimdi son zamanlarda Avrupa Birliğine girme adı altında batılılara verdiğimiz sınırsız tavizlerden ve kontrolsüzlükten adamlar işi yeniden gündemlerine almışlar ve her tarafımızı karınca gibi kaplamışlardır.

Ne yazık ki içimizdeki bazı safdiller ve fikir yoksunu garip cemaat üyeleri eliyle “Dinler arası diyalog ve hoşgörü"nün gönüllü havariliği yapılmaktadır. Bu şer güçlere yeni hareket alanları açılmakta ve korunup kollanmaktadır. Şimdi, milli ve manevi değerlerimizi hiçe sayan bu gafiller sürüsü ile etkin bir şekilde mücadele etmenin ve bunların maskesini yırtarak halkı bunlara karşı koymaya ve verilecek mücadelede saf tutmaya çağırmanın zamanı gelmiştir. Şimdi artık susma değil. Konuşma zamanıdır. Doğruları halka anlatma ve onları bu büyük tehlike karşısında uyarıp bilinçlendirme zamanıdır.

Haç ve Siyon yanlıları Türkiye'de ve İslâm dünyasında saf ve temiz Müslüman istemiyorlar. İslam’ı bütün sadeliği ilke yaşayan mütedeyyin çoğunluk onları rahatsız ediyor. Onlara nüfus kağıdında Müslüman yazan, domuz eti yiyen, içki içip kumar oynayan, İslam’ın yapılmasını menettiği her türlü günahı işleyen , ama hoşgörülü (!), kendilerine benzetilmiş, milli değerlerine yabancılaştırılmış sulandırılmış sahte fakat çağdaş görünen Müslüman kalabalıklar lazım. İşte şimdi bunu yaratmaya çalışıyorlar.

Sonuç olarak milletçe büyük bir tehdit ile karşı karşıya bulunuyoruz. Milli benliğimizi oluşturan dini değerlerimiz planlı bir şekilde elimizden alınmaya çalışılıyor. Dinler arası diyalog, hoşgörü, dinleri birleştirme toplantıları artık sıkça ve saklanmadan yapılıyor. Müslümanlara şirin görünmek için Mevlana, Yunus Emre gibi din büyükleri arkasına saklanılıyor. Beş yıldızlı büyük otellerin gösterişli salonlarında günlerce süren toplantılar, yapılıyor. Su gibi paralar harcanıyor. Diyanet mensupları, Hristiyan misyonerleri, Masonlar, Rotaryenler, Lionsçular, Dr. Moon temsilcileri, Bahaîler, vahabiler, çeşitli tarikatlar ve mezheplere mensup kimseler bir araya getiriliyor.

Kapalı kapılar ardında ne gibi planlar yapıldığını, İslamcılara ne gibi görevler verildiğini ve karşılında onlara ne gibi maddi avantajlar sağlandığını bilmemiz mümkün değil. Ama devlet bizim adımıza, bizi korumak maksadıyla bunları bilmek ve tedbir almak zorundadır. İnşallah tedbir almakta yine geç kalmayız. İnsanlarımızın beyinleri satın alınıp Türklüklerini kaybetmeden sonuç alabilir miyiz ? Bunu bilemiyorum. Ama ben buradan devletimizin ilgili ve yetkililerini bu büyük tehlikeyi haber veriyorum. Milletimi korumalarını istiyorum.

---
Francis A. Arinze, Prospects of Evangelization With Reference to the Areas of the Non - Christian Religions, Twenty Years After Vatikan II. Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124)


Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Şubat 2004 Pazar

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale