16 OCAK 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Geçen yıl ne yaptık? Yeni yıldan ne bekliyoruz?
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 1 Ocak 2004 Perşembe 

"Geleceğin yüksek ufuklarından doğmaya başlayan güneş, asırlardan beri ıstırap çeken milletlerin talihidir. Bu talihin artık bir daha siyah bulutlara bürünmemesi, milletlerin ve onların önderlerinin dikkat ve fedakarlığına bağlıdır."
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk - 1928)

İyilik ve kötülükleriyle büyük ümitlerle girdiğimiz 2003 yılını geride bıraktık. Tek parti iktidarının verdiği istikrar anlayışı ve güven duygusu ile başladığımız 2003 yılı içinde yaşadığımız olaylar sonucunda gelecek ümitlerimiz giderek zayıfladı ve adeta bitme noktasına geldi.

Ekonomimizin belkemiği bankaların batması geçen yıl yine devam etti. IMF ve Dünya Bankasının dayattığı ekonomi politikaları da aksamadan eksiksiz yerine getirildi. Bu şekilde borçlarımız ve faizleri giderek artarken üretimimiz yerinde saydı. İşsizler ordumuza yeni mezun diplomalılar da katılarak bu orduyu tarihindeki en büyük seviyeye ulaştırdık.

Kağıt üzerinde Enflasyon ve faizlerin düştüğü ilan edildi. Fakat bu düşüşün dar gelirli halk yığınlarına olumlu yansıması geçen yıl içinde hiç görülmedi. El konulan bankaların batırdığı paralar hâlâ geri alınamadı. Bu bankaları batıranlar lüks yaşamlarına kaldıkları yerden devam ederken, yaptıkları yanlarına kâr kaldı. Bunların ceremesi yine vergilerle halkın sırtına yüklendi. Her alanda yaygınlaşan yolsuzluk faaliyetleri giderek sistemleşti. Yolsuzlukların mutlaka önleneceğine dair verilen sözler miting meydanlarında ve parti programlarında kaldı. Yolsuzluklar aynen ve belki de artarak devam ederken, yoksulların sayısında da artış kaydedildi.

Bu yıl başında halkın satın alma gücü ve yoksulluk seviyesi maalesef Cumhuriyetin ilk kurulduğu savaş sonrası dönemini aratır bir seviyeye geldi. DİE tarafından belirlenen açlık sınırı rakamları ile birlikte açlık sınırı altında gelire sahip olan toplum kesimlerinin sayısı da giderek çoğaldı.

Bilindiği gibi; “Aç insan önce kendi beynini yer ve bu şekilde beyni normal çalışamaz hale gelir... Normal çalışmayan beyinlerin çoğaldığı toplumlarda ise her türlü kanunsuz hareketin yaşandığı anarşi ve kaos ortamı doğar”. İşte bugün bu toplumsal gerçek ülke gündemine oturmuştur ve acil çözüm beklemektedir...

Önce Devletin Memuru açtır. Esnaf açtır. Pek çok esnaf işyerini akşam siftah etmeden kapatmakta ve sermayeden yemektedir. Çünkü halkın alım gücü bitmiştir. Köylü açtır. Hiç bir emek ve ilave çaba gerektirmeyen hayvancılığımız bile dibe vurmuştur.Ticaret Odaları Başkanları geçen yıl binlerce işyerinin kapandığını, binlercesinin de kapanma sınırında olduğunu açıklamıştır.

Bütün bu olumsuzluklar devam ederken, üretemeyen ekonomimiz her geçen gün geriye giderken, ekonomi yönetimi, Uluslararası Para Fonu yöneticilerine teslim edilirken bütçe açıklarımız giderek büyümekte ve borçlarımız katlanmaktadır. Bütün bunlara rağmen Avrupalı ve ABD’ li büyüklerimiz Türk Hükümetinin ekonomik başarılarından sitayişle bahsetmekte övgüler birbirini kovalamaktadır.

Halkımız ekonomik zorluklar altında ezilirken 2000 yılında ECEVİT Hükümetinin çıkardığı Af ile suçluların doldurduğu sokaklar bu defa “TOPLUMA KAZANDIRMA YASASI” ile affettiğimiz teröristlere terkedilmiştir. Kapkaç olayları hızla artarken, sokaklarımız insanlarımızın normal hareket edemeyeceği bir güvensizlik ortamına kavuşturulmuştur.

Güneyimizde Irak’ın hukuk dışı işgali ile ABD ile sınır komşusu olunmuştur. Kürtlerin devlet kurmanın son aşamasına geldikleri Kuzey Irak başta olmak üzere bu ülkede savaş sebebi saydığımız bütün Kırmızı Çizgiler aşılmış. En üst yönetimimiz tarafından verilen bütün yaptırım sözleri sadece söz olarak kalmıştır. Uluslararası üne sahip Bordo Bereli Özel Kuvvetlerimize mensup askerlerimizin başına çuval geçirilmesine bile sessiz kalınmıştır. “İyi ki bizim askerlerimiz ABD askerlerine ateş açmadılar. Ya birde ateş açsalardı o zaman çok kötü olurdu” denilerek, bu hareket en üst düzeyde normal bir olay gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Bu şekilde milli gururumuz ayaklar altına alınmıştır.

Ermeni Soykırımı yasa tasarıları AB ve ABD parlamentolarından bir bir geçerken buna da sadece seyirci kalınmıştır. Usulen bir kınama dahi yapılmamış ve “nota vermek” gibi yasal bir tepki bile gösterilmemiştir.

500 yıllık Türk toprağı olan Kıbrıs’a yapılan uluslararası baskı karşısında KKTC Türk toplumunun efsanevi lideri Rauf Denktaş yalnız bırakılmış, uygulanan teslimiyetçi politikaları halkımız dehşet içinde seyretmiştir.

Gümrük Birliği Antlaşmaları ile içine düşürüldüğümüz ticari sömürülme faaliyeti bütün hızı ile devam etmiştir. İhracat ve İthalat arasındaki açık, ithalat lehinde 20 milyar doları geçmiştir. Sömürülme göstergesi olan bu büyük dengesizlik “ticaretin büyümesi” şeklinde dile getirilerek hükümetin büyük başarısı olarak lanse edilmeye çalışılmıştır...

Gündemi belirleyen ve hükümet politikalarına yön veren Basın-Yayın organlarımız ABD ve AB ülkeleri tarafından yönlendirilmenin en üst seviyesine erişmişlerdir. Tam bir teslimiyet içine sokulan ülkemizdeki bütün milli kültür değerlerimiz teker teker elimizden alınarak halkımız uyuşturulmaya devam edilmiştir. Türk Toplumunu Atatürkçü Düşünce Sistemi doğrultusunda yönlendirme gibi kanuni görevi üstlenen TRT Kurumunun başına bir yıla yakındır Genel Müdür atanamamaktadır. Sonunda bu kurumumuzun meydana getirdiği büyük boşluktan yararlanan satın alınmış ve yönlendirilmiş bir kısım basın tarafından, Türk Toplumunun bütün değer yargılarını ortadan kaldırmak için kendilerine verilen görev başarı ile yerine getirilmektedir.

Çevremizdeki sıcak savaşların bire bir etkilediği ülkemizde halkımız tam anlamıyla tepkisiz bir hale getirilmiştir. Bugün Türk halkının takip ettiği tek önemli konu vardır. O’ da “POPSTAR Yarışması”sonuçlarıdır. Bunun yanında “Biz evleniyoruz” programının şanslı damat ve gelinlerinin kim olacağı da çok önemlidir. İlave olarak artan zamanında halkımız hangi takımın şampiyon olacağı gibi önemli konular ile de yakından ilgilenmektedir.

Bu arada bölgede kalıcı olarak kök salmaya karar veren ABD ile stratejik ortağı İsrail; Irak’tan sonra Suriye ve İran’a da saldırmak üzere gerekli hazırlıklarına hızla devam etmektedir. ABD; Bulgaristan, Gürcistan ve Azerbaycan’da üsler kurmanın alt yapısını tamamlamak üzeredir. Yunanistan, AB vasıtasıyla Türkleri Kıbrıs’tan çıkardıktan sonra Ege Adalarında, Karasularının genişletilmesinde ve Kıta sahanlığı konularında yeni kazanımlar elde etmenin planlarını devreye sokmaya çalışmaktadır.

2004 Yılı bütçesi yine geçen yıl olduğu gibi gelirler hanesinden açık vereceği farz ve kabul edilerek yasalaştırılmıştır. TBMM’nin kabul ettiği Bütçe Kanununa göre bütçenin gelirleri giderlerinin sadece üçte ikisini karşılamaktadır. Geri kalan üçte biri de birilerinden borç alınarak (yani yine birilerini daha zengin ederek) kapatılacaktır. Veya açıkların kapatılması için artık verecek hiçbir şeyi kalmayan fakir halkın Vergi ve Harçları arttırılacaktır. Ekonominin yarısını teşkil eden KAYITDIŞI Ekonomi uygulaması faaliyetine geçen yıl olduğu gibi aynen devam edilecektir. Bu arada Devlet Memurlarımızın eline geçecek miktarlardaki artış yine minimum seviyelerinde olacaktır...

Geçtiğimiz yıl içinde bütün bunlara ilaveten; Başörtüsü konusu gereksiz yere devletin üst kademelerinde sorun olmuş ve gündemden hiç düşmemiştir. Avrupa Birliğine Uyum yasaları adı altında çıkartılan bir seri yasa ile adalet sistemimiz içinden çıkılamayacak bir durum alırken, ortalıkta cirit atan suçluların karşısında polisin eli kolu bağlanmıştır.

AB istiyor diyerek devletin bekasını teşkil eden ve en üst düzeyde ülke güvenliğinin görüşüldüğü makam olan Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısında temel değişlikler yapılmış, bu kurulun sekreterlik hizmetlerini yürüten Genel Sekreterliğin içi boşaltılarak devlet kendi eliyle kendini güçsüzleştirmiştir. Bir bakıma güvenliğini riske sokmuş ve tehlikeye atmıştır.

Okullarımız ve üniversitelerimizde İngilizce ile Eğitim uygulamasına devam edilerek bilim yapacağız diyerek bilimden uzaklaşma sürdürülmüştür. Bu arada Kürtçe, Lazca ve Çerkezce gibi dillerin Türkçe yanında kullanılması gündeme getirilmiştir.

Özetleyecek olursak; Ak Parti yönetiminin on üç aylık karnesi zayıflarla dolu olarak önümüze gelmiştir. Muhalefeti olmayan ve her şeyi kanunlaştırma gücüne sahip tek parti iktidarının ülkedeki büyük potansiyel gücüne rağmen ülkeyi gelinebilecek en alt seviyeye indiren hükümetini tarihçilerin nasıl kaydedeceğini şimdiden merak ediyorum.

Evet durum kötüdür. Eğer dikkatli ve ciddi tedbirler alınmaz ise daha da kötü olacağı da görülmektedir. Peki bu işten çıkış noktası yok mudur.? Elbette vardır. Çünkü Devlet; devletliğini her alanda etkin olarak gösterip halkının güven ve desteğini kazanırsa kısa sürede bütün sorunlarını çözer. Ülkeyi yeniden huzur ve güvene, halkını refaha gark eder.

Bu işin gerçekleşmesi için sadece hükümetin emir ve talimatı yetmez. Yani beynin iyi çalışması yeterli değildir. Sağlıklı çalışan beynin verdiği talimatları kol ve bacaklara iletecek sinir sistemlerine ve sağlıklı organlara ihtiyaç vardır. İşte burada hükümet beyinse, bu hükümetin emirlerini en uca ulaştırıp tatbik edecek, yani devletin varlığını Edirne’den Hakkari’ye kadar yayacak olan kesim Devlet Memurları’dır.

Oysa mevcut hükümet geçen yılda da yine kendi bindiği dalı kesmiş ve kendi uzuvlarına, yani memurlarına sahip çıkmayarak ve onları kendine düşman ederek iş yapamaz hale getirmiştir. Evet, Devlet Memurlarımız geçen yıl kendi hakkını aramak için sokakta kalmaya devam etmiştir. Yani devlet bizzat kendisi sokağa inmiştir. Devletin kendisi sokağa inince de yerini IMF, Dünya Bankası, AB Komiserleri ve Büyükelçi Edelman’lar doldurmaktadır.

Hepimizin bildiği bir gerçek şu ki ;Devlet kavramının uygulamadaki temsilcisi ve sokaktaki halk için görüntüsü devlet memurlarıdır. Bunlar Başbakandan Hakkari'nin Çukurca İlçesindeki nüfus memuruna kadar uzanan geniş bir yelpaze ile bütün yurdu kaplarlar. Devlet; devlet olmanın gereklerini fiilen memurları ile yerine getirir. Devleti devlet memurları yönetir, korur ve kollar. Memurları yok sayarsanız, devlet kavramı ortadan kalkar.

Bu gerçek bilinmesine rağmen ülkemizde devlet memurları devlete karşı, yani kendilerine karşı hak aramak için yollara ve sokaklara dökülmüşlerdir. Başkent sokakları başta olmak üzere memurlarımız hak aramak için bir süredir sokaklardadır. Ellerindeki pankartlarda ne yazık ki devleti yeren, karalayan ve adeta yok sayan ifadeler mevcuttur. Devlet Memurları ; bir diğer devlet memuru olan güvenlik kuvvetleri ile karşı karşıya gelerek sokaklarda hiç de arzu etmediğimiz, görmeyi istemediğimiz ve üzülerek seyrettiğimiz çirkin görüntüler meydana getirmektedir.

Bu istenmeyen görüntü devlet sistemindeki çok büyük ve önemli bir yaranın işaretidir. Bu yara tedavi edilmezse kangren olur ve kesip atılır. Yani devlet kendi kendini ortadan kaldırmış olur ki. Bunun korkunç sonuçlarını anlatmaya bu sayfalar yetmez.

Zirvede Cumhurbaşkanı ile başlayan yürütme erki; bakanlıklar kadrosundaki en küçük devlet memurları eliyle Edirne’nin Enez’inden Ardahan'ın Çıldır’ına kadar uzanır. Yani DEVLET sadece hükümet değildir. En uç noktadaki 12 inci Derece ikinci Kademedeki bir memur T.C.Devletini temsil eder. Bu temsil etmenin derece ve makamla ilgisi yoktur. Birindeki en ufak bir aksama vatandaşın gözünde kutsallaşan DEVLET BABA imajını ayni ölçüde yaralar.

Çünkü Devlet kavramı; Devlet Memurları vasıtasıyla kamuoyuna yansır. Devlet; DÜRÜSTLÜĞÜ, DOĞRULUĞU, NAMUSLULUĞU, ADALETİ, CİDDİYETİ, ÇALIŞKANLIĞI, FERAGAT ve CESARETİ simgeler. Bu kavramları her kademedeki memurun bizzat sahiplenmesi ve uygulaması gerekir. Saygın devlet yönetimi ancak bununla sağlanır. Devletin sağlıklı olarak işleyebilmesi sadece üst kademedeki birkaç bürokratın iyi çalışması ile sağlanamaz. Sistemin bütününün sağlıklı çalışmasına ihtiyaç vardır.

Devletimizi içeride ve dışarıda etkin ve saygın göstermek ve her alanda temsil etmek, korumak ve kollamak her seviyedeki devlet memurunun birinci görevidir. Oysa bugün devlet memurlarının içine düşürüldüğü durum, bununla taban tabana zıt bir görüntü vermektedir. Devletimizin memurları bugün " AÇIZ VE SAHİPSİZİZ" diye pankart açıp sokak ve caddelerde eylem yapmaktadırlar.

Devlet memuru ile sokağa inmiştir. Gelinen bu nokta; göz ardı edilecek bir durum değildir. Bilakis çok ciddi bir durumdur. Beyin ne kadar iyi çalışırsa çalışsın verdiği komutları uygulayacak uzuvları yoksa beyin işlevini tam olarak yapmıyor demektir. Olaya bu açıdan bakarsak hükümetin emir ve direktiflerini uygulayacak uzuvlar bugün çalışamaz duruma gelmiştir.

Devletin varlığını gösteren ve onu ayakta tutan memurlar ; uzun yılların ihmali ve beceriksizce yönetilmeleri sonucunda, adeta devlet tarafından dışlanmış bir görüntü içine girmişlerdir. Büyük bir memur kitlesi eş ve çocuklarıyla bugün yetkili merciler nezdinde değil de sokakta hakkını aramaya çalışırken, yine kendileri gibi devlet memuru olan devletin kolluk memurları ile karşı karşıya gelmektedirler. Büyük şehirlerimizin ana caddeleri dozajını giderek arttırır bir şekilde; devletin sahibi olan memurların, devlet yöneticileri aleyhinde sloganlarla yürüyüş ve nümayişlerine sahne olmaktadır. Bu manzaralar doğal olarak basın-yayın organlarımız vasıtasıyla iç ve dış kamuoyuna aynen iletilmektedir.

Görünen manzaralar hiç de iç açıcı değildir. " IMF’e söz verdik" diyerek kendi memurunu, yani bizzat kendisini açlık ve sefalete iten duruma düşülmesi yanlıştır. Bir yönetim kendi kendini bu derece çıkmaza sokamaz. Sokmamalıdır. Ama ne yazık ki sokmuştur.
Kanaatimce geçen yılın en önemli iç ve dış sorunu memurların durumundaki bozulmanın geldiği vahim noktadır. Memurlar sokaktan kurtarılıp masaları başına (yani görevlerine) dönmedikleri takdirde hiçbir sorunun üstesinden gelmek mümkün değildir.

Devlet Memurlarını sokağa döken meseleler sadece maddi unsurlarla ilgili değildir.
 * Değişik kamu kurum ve kuruluşlarında ayni işi yapan eşit tahsilli iki memur arasındaki maddi ve sosyal farklılıkların saklanacak hali kalmamıştır.
 * Tahsil ve liyakat değil de, siyasi düşünce ve birilerine yakın olmak suretiyle yeteneksiz ellere bol keseden verilen önemli kadroların elinde kaybedilen işgücü ve maddi zararın bilançosunu çıkarmak mümkün değildir.
 * Her hükümetle birlikte önemli kilit üst yönetim makamlarının çok kısa aralıklarla el değiştirmesinin kayıpları da azımsanmayacak dereceye ulaşmıştır.
 * Yetenekli bürokratların çok yüksek maaşlarla özel sektöre kayması sonucundaki devlet kayıpları ise yine ölçülemeyecek derecede büyümüştür.
 * Sayılarının 800 000 civarında olduğu söylenen Bankamatik Memurlarına (yani hiçbir iş yapmadan ay başlarında hesaplarına yatan maaşları almak için bankaya uğrayan) hiç bir ciddi işlem yapılamamıştır.

Zamanın Başbakanı ÖZAL'ın dediği gibi " BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR " sözünün bizi nereye kadar getirdiği görülmüştür. İşini bilemeyen, yani rüşvet alamayan, doğruluktan ayrılmayarak sadece işini dürüstçe ve zamanında yapmaktan başka bir özel kabiliyeti bulunmayan yüz binlerce memurun ne yapacağı kendilerine öğretilmemiştir.

Sonunda gemi karaya oturtulmuştur. Bilinçsizce şişirilen ve vasıfsız elemanlarla doldurulan devlet kadrolarından hiç bir verim alınamaz hale gelinmiştir. Emsali devlet kadrolarının üçte biri kadar personel çalıştıran özel sektör kuruluşlarının üretiminin ve kazancının iki kat fazla olduğu gerçeği apaçık ortadadır. Az maaşla geçinemeyen devlet memurlarının ( başta öğretmenler olmak üzere ) ikinci bir işte çalışarak iş verimini yarı yarıya düşürdükleri de ayrı bir gerçektir.

Sonuç olarak; 2003 yılından 2004’e girerken;
 - Memurumuz açtır.
 - Geleceğinden emin değildir. Kendini güvende hissetmemektedir.
 - Büyük şehirlerde yaşayan ve lojmanda oturmayan memurlarımızın evlenip aile kurmaları mümkün değilidir.
 - Büyük şehirde yaşayıp kira veren memurların çocuklarını okula göndermeleri ve onların
okul ve servis masraflarını karşılamaları da mümkün değildir.
 - Ev ve araba sahibi olması asla mümkün değildir.
 - Çocuklarına miras bırakması da mümkün değildir.
 - Üst ve amirlerine güveni azalmıştır. Çünkü her seçimle birlikte devamlı değişikliklerden
bürokrasinin tepesi ile ilişkisi kopmuştur.
 - Ayni işi yapan personel arasındaki ücret farklılıkları kapanamaz boyutlara erişmiştir.

Ne yazık ki bu insanlarımız devleti temsil etmektedir. Peki bu kadrolarla ülkeyi yönetmek ve darboğazdaki ekonomiyi düze çıkartmak mümkün olur mu ? İşte bunun cevabının bulunması 2004 yılının öncelikli görevi olarak hükümetin önünde durmaktadır.

2005’e girerken daha iyi şeyler yazmayı umut ediyorum.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
1 Ocak 2004 Perşembe

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale