Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
Irak'ta terör ve TSK'nın teröre bakış açısı |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
ABD çok hızlı ve beklenmedik bir askeri harekat ile 20 günde işgal ettiği IRAK'ta güç günler geçiriyor. Huzur, güven ve demokrasi getireceğim diyerek gidilen Irak’ta huzur ve güvenin yerini kargaşa ve kaos almış gibi görünüyor.
Aslında ABD gibi bir süper gücün savaş sonrasının detaylı plânını yapmadan operasyona başlaması mümkün değildir. Oysa bugün görünen manzara bunun aksi yönündedir. Irak’ın birlik ve bütünlüğü içinde demokratik bir ortamın yaratılmasına yönelik faaliyetler hâla ortada yoktur. 25 milyonluk Irak toplumu gerek etnik ve gerekse dini bir bölünme içine sürüklenmektedir. Giderek bir iç savaşın başlamasını körükler davranışlar sergilenmektedir.
Irak halkı için düşünüldüğünde son derece kötü olan bu gidişat, ABD açısından ise başarı vadeden ve ABD’nin bölgede kalışını güçlendirecek önemli bir strateji olarak değerlendirilmelidir.
Kargaşa, terör ve kaos ortamı arttıkça, bölgede istikrarsızlık çoğaldıkça ABD’nin Irak’ı işgal için ortaya attığı, fakat bir türlü ispat edemediği “BÖLGE BARIŞINI TEHDİT EDEN KİTLE İMHA SİLAHLARININ MEVCUDİYETİ” tezi artık ikinci plana itilecektir. Çünkü şimdi Irak’ta bölge ve dünya barışını tehdit eden gerçek bir kaos ve kargaşa vardır.
Bu bölge sadece bölge devletleri için değil, dünya devletleri içinde ekonomik açıdan son derece önemli bir bölgedir. Buradan dağıtılan petrolün sevkindeki aksamalar, doğu-batı ticaret yollarını üzerinde taşıyan bölgedeki istikrarsızlık dünya ticaretini de doğrudan etkileyecektir. Buradan etkilenecek ülkeler arasında Avrupa Ülkeleri, Rusya, Çin ve Japonya gibi dünya devleri de vardır. O halde bölgeye dışarıdan bir askeri müdahale yapılması zaten kaçınılmaz bir zorunluluktur. İşte ABD’de bunu gerçekleştirmiştir. Şimdi işgâlci konumunda bulunan ABD, bölgede terör arttıkça olaya Birleşmiş Milletlerin müdahalesi kaçınılmaz olduğundan muhtemelen Barış Gücü sıfatı kazanacak ve meşrulaşacaktır.
Sanırım ABD’nin bugün çizdiği strateji budur. Bu maksatla pek çok ABD askeri ölmesine rağmen, ölen her asker ABD’in Irak’a müdahalesinin ardındaki tezin güçlenmesine katkıda bulunmaktadır. Bu tez; 11 Eylül’den sonra dünyayı tehdit eden Uluslararası Terörizmle ancak savaşarak başa çıkılabileceğidir.
Nitekim Afganistan ve Irak işgâlinin sebebi olarak "bu ülkelerin Uluslararası Terörizme verdikleri destek" gösterilmiştir. ABD yönetimi’nin işgâlci konumundan BM şemsiyesi altındaki Barış Gücü durumuna geçmesini sağlamak amacıyla sürdürdüğü diplomatik çabalar sürerken Türkiye başta olmak üzere bölgeye müdahale edebilecek askeri güçlerin kabûlü için de çalışmaları devam etmektedir. Bu ülkelerin öncelikle müslüman ülkeler arasından seçilerek Arap Dünyasının husumetinin azaltılmasına da özel dikkat gösterilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti terörle mücadelede dünyanın en deneyimli ülkelerinden biridir. Çünkü takriben 30 yıldır her alanda sürdürülen Uluslararası Terörizmin ana hedefi olmuş ve bununla mücadelede çok önemli kazanımlar edinmiştir.Türkiye terörle mücadeleyi her şart içinde sürdürebilecek bir kadroya sahip tek ülke konumundadır. İşte bu bakımdan desteği alınacak ilk akla gelen ülkeler arasındadır.
Bu gerçek ortadadır. Peki 30 yılı aşkın bir süre terörizmle yurt sathında ve dışarıda büyük bir mücadele vermiş olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Terör ile ilgili görüşleri nelerdir? Türk askerleri Irak’taki terör mücadelesini nasıl değerlendirmektedir. ? Iraka asker gönderilmesinin Türkiye’nin gündemine oturduğu bu günlerde bu görüşlerin Türk Kamuoyu tarafından açıkça bilinmesine ihtiyaç vardır...
Bu konuda elimizdeki en mufassal ve yetkili ağızlardan alınan bilgiler Org. Büyükanıt’ın sözleridir. Genelkurmay İkinci Başkanı (Şimdiki 1 nci Ordu Komutanı) Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT’ın Harp Akademileri Komutanlığında 25 Mayıs 2003’te gerçekleştirilen "Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik" Sempozyumu Açış Konuşmasında konuya açıklık kazandıran çok önemli saptamalar mevcuttur. Aşağıdaki sözler bu konuşmadan alınmıştır. Dikkatle incelendiğinde dosta ve düşmana önemli mesajları içerdiği görülecektir.
“Özellikle, soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte dünyamız, çok hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Hepimizin yakından takip ettiği üzere, uluslararası güvenlik ortamı son derece değişken ve öngörüleri zorlaştıran bir hâl almıştır. İşte bu değişim sürecini doğru algılayabilen toplumlarla algılayamayan veya yanlış algılayan toplumlar kendi geleceklerini olumlu veya olumsuz yönde etkileyeceklerdir.
Güvenlik mülâhazalarının ilk basamağı, şüphesiz tehdit algılamalarıdır. Bu husus, yalnız küresel anlamda değil, bölgesel ve ulusal anlamda da hayatî derecede önem taşımaktadır. Gelişmiş ve güçlü ülkelerin tehdit algılamaları ile, gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerin tehdit algılamaları, aynı eksende çakışabilir mi? Yoksa, gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin tehdit algılamalarını koşulsuz kabul eden ülkeler konumunda mıdırlar? Güçsüz ülkeler, bu ithal malı tehdit algılamaları üzerine kurdukları ulusal güvenlik politikaları ile ne kadar güvenlidirler?
Buna karşılık; gelişmekte olan ülkelerin gerçek ve ulusal anlamdaki tehdit algılamalarını, küresel anlamda güçlü ülkeler ne kadar dikkate almakta, ne kadar özen ve duyarlılık göstermektedirler?
Acaba, güçlü ülkeler, kendi ulusal çıkarları yönünde tanımladıkları tehdit algılamalarını, güçsüz ülkelere dayatarak, o ülkelerin ulusal çıkarlarına zarar verecek yaklaşımlar içinde mi bulunuyorlar?
Ancak, sebebi ne olursa olsun, bir insanlık suçu olan terorizm dünya barışını ve istikrarını daha fazla tehdit eder hâle gelmiştir. Terorizm artık küresel bir sorun olmuştur. Hiçbir dine, kültüre veya etnik gruba mal edilmemelidir. 11 EYLÜL 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan terorist saldırılar göstermiştir ki artık düşmanın kim olduğunu, ne zaman, nerede, hangi vasıtayla, ne yapabileceğini tahmin edebilmek, hiçbir zaman bugünkü kadar zor olmamıştır. Üstelik bu olay, terör örgütlerine zor eylemleri de gerçekleştirmelerinin mümkün olabileceği fikrini aşılamış ve onlara maceracı bir cesaret vermiştir.
Bu nedenle, terörün ortadan kaldırılması tüm insanlığın evrensel bir sorumluluğudur. İçinde bulunduğumuz dönem daha yakın ve kalıcı bir iş birliğini gerektirmektedir. Takdir edersiniz ki tüm ülkeler ortak bir anlayış ve tutum içinde olmadıkları sürece, terör maalesef daha çok can yakacaktır.
Değerli Konuklar,Terör belâsından yıllardır çok acı çekmiş olan Türkiye, terörle mücadelesinde binlerce vatandaşını yitirmiş ve büyük maddî kayıplara uğramıştır. Türkiye, terorizme karşı kararlılıkla sürdürdüğü mücadelesinde başarı sağlamıştır. Bu bağlamda, yasa ve düzen egemenliği ülkenin her köşesine yayılmış, terör örgütü dağılma noktasına getirilmiştir.
Türkiye, başına sarılan dış destekli terör belâsı ile mücadele ederken sesini dünyaya duyurmaya çalışmıştır. Bugün tüm dünya, bu kez küresel çapta olmak üzere, bir terör tehdidi ile karşı karşıya iken, Türkiye ne ile mücadele edileceğini ve kendi üzerine düşen sorumlulukları çok iyi bilmektedir.
Terörle mücadelede yaşadığımız acı deneyimin ışığında, güvenlik alanında bilgi paylaşımına, uluslararası iş birliğine ve dayanışmaya Türk Silâhlı Kuvvetlerinin hazır olduğunu bu vesile ile bir kez daha ifade etmekte yarar mütalâa ediyorum. Ancak, bu noktada bir konuya dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Türkiye’nin bütünlüğünü, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olma özelliğini tehdit eden terörle mücadelede bizi asıl üzen husus, bu terörist hareketlerin bize insan hakları dersi vermeye çalışan bazı ülkeler tarafından desteklenmesi olmuştur.
Bazı sözde dost ülkelerin Türkiye’nin terörle mücadelesine destek vermek yerine terör örgütünün başını himaye ettiği, terorist örgütlere eğitim desteği verdiği, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerleri bu insanlık düşmanlarının önüne kalkan ettiği bir gerçektir.
Terör olaylarına baktığımızda, bazı gerçekler ortaya çıkmaktadır: Bazı saptamalarımızın geleceğe ışık tutması esasından, burada sıralamakta yarar görüyorum; Birincisi, terör, yaygın bir sosyal, ekonomik ve ideolojik tatminsizliğin sonucudur.İkincisi, terörde mutlaka , bir dış desteğin tetikleyici etkisi vardır. Üçüncüsü, dış ülkelerden desteklenmeyen terör faaliyeti asla, uzun süreli olamaz.Dördüncüsü, dış ülkelerce desteklenen terörün iç dinamikleri ve destekleyicileri, terör faaliyetinin devamını sağlayan en önemli etkendir.Beşincisi ise, küresel bağlamdaki evrensel değerler, gelişmekte olan ülkelerde terörün meşru bir dayanağı ve vasıtası olarak kabul görebilmektedir.
Değerli Konuklar,Terorizm, çevresel tehditler, uluslararası suç örgütleri, küresel salgın hastalıklar, kitle imha silâhlarının üretilmesi ve yayılması, etnik ve dinî tabanlı bölgesel çatışmalar, yasa dışı göçler ve tüm bunların komşu ülkeler ve uluslararası toplum üzerindeki etkileri bugün karşı karşıya olduğumuz tehditlerdir ve bu tehditler dünyamızı etkilemektedir.
Bu tehditler dikkate alınarak, Türkiye’nin dört bir tarafının istikrarsızlık ve güvensizlikle çevrili olduğu hususunun hafızalarda muhafaza edilmesi gerektiğine inanıyorum. NATO’nun potansiyel kriz durumu olarak öngördüğü senaryolardan çoğunun ülkemizi doğrudan ilgilendirmesi bu ifadelerimi destekler niteliktedir.
Ayrıca, bazı çevrelerin Türkiye’ye yaptırmak istedikleri hususları, Avrupa Birliğinin yüksek değerlerini ileri sürerek ve her fırsatta TSK’ni gündeme getirerek gerçekleştirmeye çalışmalarının ne Türkiye’ye ne de Avrupa’ya yarar sağlamayacağını ifade etmek isterim. Tekrar ediyorum; Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır ve Avrupa Birliğine girecektir. Bu yargı, bazı çevrelerin düşüncesi ile çelişse bile, Türkiye’nin ve T.S.K.’nin kesin kararlığının açık bir ifadesidir ve T.S.K.’ni her fırsatta tüm olumsuzlukların nedeni olarak topluma yansıtan çevrelere de açık bir cevaptır.
AB yolundaki bu amaçları, birer iç politika malzemesi ve araç olarak kullanmayı ve istismar etmeyi hedefleyenler ise, karanlık emellerine ulaşamayacaklardır.”
Güneyimizde devam eden sıcak savaşa bizi paldır küldür sokarak ülkemizi sonu karanlık bir maceraya sürüklemek isteyenler, yukarıda çok küçük bir bölümüne yer verebildiğim sözleri bir kere daha dikkatlice okuyup üzerinde uzun uzun düşünmelidir.
Türkiye Ortadoğu Devletidir. Bu bölgedeki bütün olaylardan mutlaka etkilenecektir. Bu bölgedeki olayların istesede dışında kalamaz. Kalmamalıdır. Kendi milli çıkarlarını doğru düşünüp tartmalı ve her türlü duygusallıktan arınarak buna uygun yeni politikalar üretmelidir. Bu politikaların içinde Irak’a asker göndermek olacak ise bundan biran bile tereddüt etmeden asker göndermelidir. Yalnız askerin devreye girmesi için mutlaka elde edilecek bir siyasi hedef bulunmalıdır.
Asker savaş için vardır. Eğer Türkiye dost ve kardeş Irak halkına huzur ve güven sağlamak için gidecekse, Iraka askeri tek başına değil diğer milli güç unsurları ile birlikte gönderilmelidir. Ama bunun vazgeçilmez tek şartı vardır. Müdahale, ABD istiyor diye değil, ABD plânlarına göre değil, biz istediğimiz için ve bizim plânlarımıza uygun olarak yapılmalıdır.
Buna hakkımız ve yapacak gücümüz vardır. Eğer bu kararı verebilir ve Ortadoğunun yeniden yapılandırılmasında ABD’nin himaye ve desteğinde değil de, Türk Milletinin himaye ve desteğinde bir şeyler yapabilirsek, bu hem bizim ve hemde bölge ülkeleri için önemli bir başarıdır.
Zaman geçmemiştir. Değerlendirmeler zamana yayılmalıdır. Kendi başımıza veya diğer bölge ülkeleri ile birlikte yapabileceklerimiz en ince detayına kadar araştırılmalı, tartılmalı ve verilen karar ne olursa olsun sonuna kadar takip edilmelidir. Bize yakışanda budur.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 1 Eylül 2003 Pazartesi |
|
|