07 EYLÜL 2024 CUMARTESİ

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Başbakan Gül'e barış için son uyarı!
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 25 Şubat 2003 Salı 

GÜL, AĞLATMAMALI. GÜL, GÜLDÜRMELİDİR. SAVAŞ DEĞİL, BARIŞ KARARINIZ İLE HALKIMIZ GÜLEBİLİR SAYIN GÜL...

9 Mart 2003’te yapılacak SİİRT seçimleri ile Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan milletvekili olarak parlamentoya girecek ve seçimleri takip eden hafta içinde de Başbakanlığı Sayın Abdullah GÜL’ den devralacaktır.

Cumhuriyet tarihimizde hiçbir başbakan Sayın Abdullah GÜL kadar zor şartlarda başbakanlık yapmamıştır. İktidar olduğu 3,5 aylık sürede (emanetçi olduğunu bile bile) Türkiye’nin yıllar boyu birikmiş AB, KIBRIS, IMF’ ye teslim edilmiş güdümlü ekonominin güçlendirilmesi ve muhtemel Irak Savaşı gibi büyük olaylara çözüm üretmek gibi problemlerle hiçbir başbakan karşı karşıya kalmamıştır.

Çok kısa bir süre bu makamda kalacağını bilmesine rağmen Sayın GÜL’ün kendisinden beklenenin çok üstünde bir performans gösterdiğini ve halkın büyük bir kesiminin güvenini kazandığını söyleyebiliriz. Nitekim, bütün olumsuz şartlara rağmen sakin ve devlet adamına yakışır bir tevazu içindeki davranışı ile kamuoyundaki kredisi giderek artmıştır. Ne yazık ki siyaset arenasındaki yeri ve rolü önceden tayin edilmiş olduğundan Mart ayının ikinci yarısından sonra başbakanlık görevini bırakacağı da kesindir.

Bundan iki ay önce bu sütunlardan açtığımız “IRAK ile ABD güdümünde SAVAŞA HAYIR” Kampanyalarının önce yurdumuzu bilahare bütün dünyayı kaplaması üzerine Sayın GÜL yönetimindeki 58 inci Hükümet Türkiye’nin dünyadaki yeni yerini ve rolünü belirlemek gibi önemli bir işlevi başarmışlar. BARIŞ yolunda önemli bir halk ve dünya desteğini sağlamışlardır.

Halkımız hiçbir mantıki, hukuki ve insani gerekçesi olmayan IRAK Savaşına katılmamızı istemiyor. Halkımızın bu haklı isteği bütün dünyada kendisine yandaş buluyor. Tarihte ilk defa birbirleri ile işbirliği içinde olmadan dünya milletleri cadde ve meydanları dolduruyor, yapılacak bu haksız savaşa karşı HAYIR diye bağırıyor.

Küreselleşmenin en güzel örneklerine insan yığınlarının değişik dillerde ama ayni sloganları haykırması ile şahit oluyoruz. Yine küreselleşmenin bir diğer yansıması daha meydana çıkıyor. Tarihte ilk defa birbirlerini hiç tanımayan ırk, renk, din ve kültür birliği olmayan insanların bir başka ülke insanı ölmesin diye, ABD bombalarının altında ilk defa ölenler olmak üzere CANLI KALKAN olarak her taraftan koşarak Bağdat’a gittiğine şahit olunmaktadır.

Bu davranış yenidir. Ve insanlık için onur ve gurur abidesi olarak tarihte yerini alacaktır. Bu hareket dünyadaki en büyük silah olan ‘Ölümü göze almış insan’ ın’ önemini bir kere daha ortaya çıkartmıştır.
Türkiye her geçen gün giderek artan ABD baskısı altında adeta bunalmıştır. Yapılan sıkı pazarlıklarının artık anlaşma yönünde son aşamasına gelindiği hükümet üyelerince basına açıklanmıştır. Yani ABD askerlerinin Türk Topraklarını kullanarak komşumuz IRAK’ a saldırmasına izin verilmesini isteyen Hükümet Tezkeresinin 25 Şubat günü TBMM onayına sunulması gündeme gelmiştir.

Yani tavrımız; ABD’nin yanında komşumuz IRAK ile savaşmak olarak açıkça ortaya konulmuştur. Bu Türkiye’nin SAVAŞA FİİLEN GİRME KARARI’ dır. Hükümet Tezkeresinin kabulü ile Türkiye, komşusu Irak ile resmen savaş durumuna girecektir. Bu kararı önce Anayasamızda yer alan OLAĞANÜSTÜ HAL, bilahare SIKIYÖNETİM ve sonrasında SAVAŞ HALİ uygulamaları takip edecektir.

Bilindiği gibi ne zaman biteceği belli olmayan Savaş Hali Durumunu ancak Uluslararası bir Barış Antlaşması sona erdirebilir. Bu Olağanüstü Hâl uygulamasından yeni kurtulan Türkiye için yıllarca sürecek bir belirsizlik döneminin başlaması demektir. Oysa savaşı bizzat yapan ve bizi bu savaşa sürükleyen ABD ile İngiltere Halkları kendi ülkelerinde barış ve huzur ortamı içinde yaşamaya devam edeceklerdir. Ve belki de bu savaştan hiç haberleri dahi olmayacaktır.

Şimdi bu muhtemel savaşın tek sorumlusu durumunda bulunan size sesleniyorum Sayın GÜL; Bu tezkerenin kabul edilmesi değil, TBMM’ne sunulması dahi Türkiye Cumhuriyeti gibi köklü tarihi ve kültürel değerleri bulunan bir ülke için utanılacak bir durumdur. Millete rağmen, dünya insanlığına rağmen, alınacak birkaç dolar uğruna yapılacak bu davranış milli gururumuzu ayaklar altına almak olarak değerlendirilmektedir.

Yanlış yapıyorsunuz. Elinizdeki kristal bardağı bile bile kırılsın diye duvara fırlatıyorsunuz. Parçalandıktan sonra yapıştırarak bu bardaktan eskisi gibi su içmeniz artık mümkün değildir.

ABD KARŞISINDA BOYNUNUZ EĞİK OLMAMALI Sayın GÜL. Bu millet ‘borcu var’ diye altından kalkamayacağı bir vebâl altına sokulamaz. Sizin savaşa karşı olduğunuzu bütün millet biliyor. “Bir ABD askerine bir saat dahi bu topraklarda konuşlanma izni vermenin” bu ülkenin işgâli anlamına geldiğini sizin bilmeniz gerekiyor

Tarihçiler; sizi ve hükümetinizi yaptığınız bu büyük hata ile ‘ birkaç dolar uğruna milletini ve Mehmetçiğin kanını ABD’ye satan Başbakan olarak yazabilirler. Yahut ta; bütün zorluklara ve baskıya göğüs gererek milletinin gururunu ve istiklâlini koruyan Başbakan olarak şerh düşebilirler.

Başbakanlıkta kalacağınız son 20 gününüzde tarihe iyi hizmetler yapmış olarak geçmenizi sağlayacak seçenekleriniz hâlâ var. Bakalım bu ibret dersini nasıl vereceksiniz. Şurası bir gerçek ki arkasında Türk Halkının “Savaşa Hayır” desteği olduğunu bile bile tek başına iktidar olan AKP’ nin alacağı ABD’ye destek kararı ne parti misyonuna ve nede bu parti milletvekillerinin kültür yapılarına hiç yakışmayacaktır.

Başbakan GÜL dahil olmak üzere pek çok AKP Milletvekilinin savaşa ahlâken karşı oldukları bilinmesine rağmen “Acaba bir menfâat elde edebilir miyiz ?” görüntüsü veren “Amerika’nın çıkarlarına hizmet edecek bir savaşa EVET” demelerinin mantıki bir izahını bulmak ta mümkün değildir.

Müslüman kimliği ile ön plana çıkan bir iktidarın; bir diğer Müslüman ülke halkına taşıdıkları gönül ve din bağlarını, parti programlarını ve kendilerinin başlattıkları SAVAŞA HAYIR kampanyalarını bir kenara koyup, ABD taleplerine emir komuta silsilesi içinde EVET demelerini düşünmek dahi çok dikkat çekici bir durumdur. Alınacağı şimdiden kesin gibi görülen bu karar, bilim adamlarımız ve Toplum Psikologlarımız için ciddi bir inceleme konusudur.

AKP Milletvekillerinin; Türkiye’den kalkan savaş makinelerinin on binlerce Müslüman kardeşinin tepesinde patlamasının sorumluluğunu ve vebâlini nasıl taşıyacaklardır. Ve bunu evlâtları ile aile fertlerine nasıl izah edeceklerdir. İşte bunu gerçekten çok merak ediyorum.

Yüce Atatürk’ ün “Millet hayati bir tehlike ile karşı karşıya değilse SAVAŞ BİR CİNAYETTİR” sözüne bir kere daha dikkat çekmek istiyorum. Cinayet, yani Allah’ın yarattığı en kutsal varlık olan insanın canını sebepsiz almak, veya buna imkan hazırlamak dinimizce de en büyük günahtır. Ben AKP Milletvekillerinin bu hususu çok iyi bildiklerini de biliyorum ve meclise gelen tezkereye el kaldırırken cinayete ortak olup olmadıklarını vicdanlarında iyi sorgulamalarını istiyorum.

“ABD’nin baskısı karşısında bir şey yapamadık. Ne yapalım borçlarımız vardı. Adamların karşısında boynumuz eğikti. Bunun için kabul etmek zorunda kaldık” demek çok büyük acizliktir. Bu milleti tanımamaktır. Millete ve milletin gücüne inanmamaktır. Ve milletin tarihine, kültürüne şehitlerine, gazilerine saygı duymamaktır.

Türk Milleti; Atası Osmanlı’nın bütün borçlarını son kuruşuna kadar aksatmadan ödemiştir. Hem de en güçsüz, en zayıf ve en fakir olduğu devirde ödemiştir. Bugün 2003 Türkiye’sinde her şeyimiz vardır. İstiklâl Harbi vererek kanla elde ettiğimiz bağımsızlık ve özgürlüğümüzün üç beş lira borç yüzünden ortadan kaldırılmasına kimsenin yetkisi ve hakkı yoktur. Böyle bir mazeretin halkımız indinde inandırıcılığı ve geçerliliği de yoktur.

Bu coğrafya’ da ABD’nin Türkiye olmadan IRAK’ a karşı yapacağı bir savaşta başarı şansı çok azdır. Savaşı büyük kayıplarla kazansa dahi savaş sonrası yapılanmada ve bölgenin kontrolünün sağlanmasında Türkiye, Almanya, Fransa, Rusya, Çin, İran, Japonya, Hindistan ve Pakistan’a rağmen başarılı olması mümkün görülmemektedir.

Türkiye’nin ABD’ye HAYIR demesi ile, muhtemel bir 3 üncü Dünya Harbi engellenebileceği gibi, belki de kalıcı bir dünya barışının temelleri atılacaktır. Türkiye büyük düşünmeli. Büyük devlet imajına yakışır şekilde düşünmeli. ABD dışındaki dünya güçleri ile her zaman işbirliği imkanı olduğunu bir kere daha değerlendirmelidir.

Ak Parti Genel Başkanı ve 9 Marttan sonraki Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan; “Savaşa baştan katılmazsak, sonradan denklemin dışında kalırız. En az zararla bu işin içinden çıkmanın hesaplarını yapıyoruz” şeklinde ki görülerini açıklarken aklına “Bu denklemi kendilerinin kurabileceği” hiç gelmiyor... Çünkü Sayın Erdoğan kendinin ve milletinin gücünü ne yazık ki bilmiyor. Sayın Erdoğan güç her zaman; tank, top, uçak, gemi ve para değildir. Güç tarihtir, moraldir, kültürdür,insandır, inançtır.

EVET. Biz Türkiye ve Türk Milleti olarak kendimiz bu denklemi kurabiliriz. Bizim bu bölgedeki senaryoları yazmaya hakkımız var. Gücümüz var. Yetkimiz var. Ve de sorumluluğumuz var. Ama ne kendi gücümüzü ve ne de bu yüce milletin gücünü yeterince tanımadığımız açıkça belli oluyor.

Eğer bu güç bilinse idi. Türkiye yaklaşan savaş tehlikesini kendi koyduğu kurallara göre şimdiye kadar çoktan düzenlerdi. Ama ne yazık ki Atatürk’ten sonra gelen yöneticilerimiz bizi başkalarının dümen suyunda hareket etmekten başka çaresi bulunmayan güçsüz bir ülke durumuna düşürdüler. Şimdi bunun etkilerini bire bir yaşıyoruz.

Sayın Millet Vekillerimiz; Temsil ettiğiniz Türk Milleti aptal ve anlayışsız değildir. Sizin kendinizin dahi inanmadığınız gerçekleri ne kadar saptırırsanız saptırın, veya ne kadar saklarsanız saklayın bu halka inandıramazsınız. Evet bir kol hareketi ile vereceğiniz kararla Türkiyeden kalkan Amerikan uçakları Iraklı yoksul Müslümanların tepesine yiyecek ve çiçek atmayacaklar. Bomba yağdıracaklardır. Türkiyeden girecek ABD askerlerinin ellerinde çiçek ve ekmek değil, 21 nci asrın en öldürücü ve kahredici silahları bulunacaktır.

Burada ABD bir büyük devlete yaraşır bir oyun sergiliyor. “Ben güçlüyüm, bu gücümü istediğim yerde ve şekilde kullanırım. ABD menfâatleri nerde varsa, gider onu alırım” diyor. Doğrusunu yapıyor. Bunu saklamaya da hiç gayret göstermiyor. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, “Ortadoğu’yu ABD çıkarlarına göre yeniden şekillendireceğiz” diyor. Görüldüğü gibi sadece Irak ve Saddam demiyor. Gayet ‘açık yürekli’ ve sarih bir ifade ile hedeflerini bizimde dahil olduğumnuz bütün Ortadoğu olarak ortaya koyuyor.

Başkan Bush; “Harekâta başlamak için BM kararını beklemek gibi bir lüksümüz yok, hazır olduğumuzda harekete geçeceğiz” diyor. Kararlılığını vurguluyor. Halkının desteğini alıyor. ABD’nin 11 Eylül’ den sonra yürürlüğe koyduğu ve netleştirdiği; Trans-Kafkasya’dan Ortadoğu’ya uzanan coğrafyadaki enerji kaynakları üzerinde (gerekirse şiddet kullanarak) kesin bir ABD egemenliği kurmak şeklinde özetleyebileceğimiz konseptini adım adım uyguluyor.

Afganistan’a yapılan saldırı ve oluşturulan kukla Afgan Hükümeti ile bu saldırı bahanesiyle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde kurulan ABD üsleri bu egemenlik oyununun ilk aşaması idi. Şimdi sıra; Enerji Kaynaklarının odaklandığı Ortadoğu Siyasi Coğrafyası’nın ABD çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesine gelmiştir.

Uluslararası strateji uzmanları; bu düzenleme içinde ilk hedefin IRAK gibi görülmesine rağmen, bunu sırayla İran ve Suriye başta olmak üzere diğer bölge ülkelerinin takip edeceğine kesin gözüyle bakmaktadır.

Bölgede yapılacak yeni düzenlemeden sadece Ortadoğu ülkeleri değil; Ortadoğu petrollerine muhtaç olan Almanya ve Fransa eksenli AB ülkeleri, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Japonya, Hindistan, Pakistan, Bengaldeş gibi 3 milyarlık bir kitle de etkilenecektir. Çünkü bu ülkelerin bek’ası için gerekli hayat sahaları, Ortadoğudaki petrolün devamlı akışına ve doğu-batı ticaret yollarının sürekli açık bulundurulmasına bağlıdır.

İşte bütün bu saydığım menfaat çatışmaları çok yakın bir gelecekte bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın kaçınılmaz olacağının göstergeleridir. Bu gelişmeleri başlatmak veya durdurmak ise tamamen Türkiye’nin tutumuna bağlıdır. Türkiye ve Sayın GÜL ,eğer isterse ve inanırsa bu gelişmeleri barış yönünde yönlendirebilir. Yani bu savaşı durdurabilir. Buna gücü vardır.

Sayın GÜL, Sayın AKP Milletvekilleri; Henüz herşey bitmemiştir. Türkiye kendisinin başlattığı ve inatla sürdürdüğü Barışı Sağlama çabalarında artık yalnız değildir. Dünya milletleri ayağa kalkmıştır. Eğer siz ABD isteklerine HAYIR derseniz, dünyadaki HAYIR sesleri ABD ve İNGİLTERE’yi durduracaktır.

Bu arada biz kendi milli menfaatlerimiz doğrultusunda bütün gücümüzle ve milletimizin bütün imkanlarını da zorlayarak muhtemel savaşa hazırlanalım. Ama bu hazırlıklarımızı ABD ‘nin plânlarına göre ve onların bize biçtiği role göre değil, milli çıkarlarımızın bize gösterdiği role göre hareket etmek üzere yapalım.
Eğer, Kuzey Irak’ta yapılacak siyasi bir değişiklikten pay alınacaksa bu payda öncelikle bizim tarihi ve hukuki haklarımız vardır. Bu hakları birileri bize vermez. Biz gider alırız. Bu almak fiili de beklemek ile olmaz . Gelişmelere hazır olmakla olur. İşte bunun için Türk Ordusu şimdiden Kuzey Irakta bütün gücü ile tam kontrol sağlayacak şekilde yerini almalıdır. İşte öncelikle bunu sağlayacak yetki kanunu T.B.M.M’den çıkartılmalıdır. Bu şekilde hükümetin hareket insiyatifi milli menfaatlerimizi elde edecek yönde arttırılmalıdır.

Yabancı orduların, ve bilhassa ABD Ordusunun bir saat dahi Türk Topraklarında konuşlanmasına yol açacak YASAL BİR İZİN’in ülkemizi bir daha geri dönemeyeceği noktalara sürükleyeceğinin unutulmaması gerekir.

ABD askerlerini son 60 yıldır Barışı sağlama bahanesi ile geldikleri Almanya, Japonya, Kore , Bahreyn, Katar, BAE, Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi ülkelerinden geri göndermeye kimsenin gücü yetmemektedir.

Anadolu topraklarını işgal eden Yunanlıyı ancak İstiklal Harbi vererek atabildik. Vereceğiniz izin ile topraklarımıza girmek isteyen ABD birliklerini geri göndermek için yeni bir istiklâl Harbi yapmamız zorunda kalacağımızı da unutmayın.

Sonuç olarak; Türkiye’nin bugünkü konumu; 25 Şubatta Meclise getirilmesi beklenen Hükümet tezkeresinin kabul edilmesini müteakip IRAK- ABD Harbinde ABD’nin, yani saldırganın yanında yer alacağı şeklindedir.

Senaryoyu kuran ABD-İNGİLTERE İttifakı bu savaşta yer alacak Türkiye’ye; üslerini, limanlarını, topraklarını ABD güçlerine açmaktan ibaret olan bir görev vermişlerdir. Bir de maruz bırakılacağı kesinleşen göç dalgasını karşılamak gibi hayırsever ve insani görevi lütfetmişlerdir.

Güçlülerin çizdiği bu senaryoya göre güya Türkiye Irak ile harp etmeyecektir. Ama kendilerine yaptığı bu küçük yardım dolayısıyla eğer IRAK Türkiye’ye saldırırsa NATO Ülkeleri müttefikleri Türkiye topraklarını IRAK saldırılarına karşı koruyacaktır. Bu planın Türkçe açıklaması şudur; Türkiye; Birinci Körfez Savaşı sonunda yaşadığı ekonomik yıkımı bir kere daha ve misliyle aynen yaşayacaktır. Zaten batmış olan ekonomisi bir kere daha batacaktır. Güneydoğu Anadolu yeniden terör belasının kucağına düşürülecektir. İstesek te istemesekte Kuzey Irakta uydu bir Kürt Devleti oluşumuna yasallık kazandırılacaktır. Iraklı Türkler bir daha toparlanamayacak şekilde son bir asimilasyona tabi tutulacaktır.

Eğer savaş sonrası bölgedeki menfaat paylaşımı bir Üçüncü Dünya Harbi’ne sebep olursa ABD’nin konuşlanmak üzere geliştirdiği Üs ve Limanlarımız muhtemel savaşta ilk hedef önceliği taşıyacaklar ve öncelikle imha edileceklerdir.

Bütün bu gelişmeler 20 gün sonra görevi bırakacağı kesin olan Sayın GÜL ve ekibinin bugün alacağı tarihi karar ile doğrudan ilgilidir. Sayın GÜL ve kabinesi tarihi bir kararı vermek için vicdanları ile baş başadır.Ya ABD’ baskılarına EVET deyip, ülkenin, bölgenin ve dünyanın geleceğini belirsiz bir savaş ortamına atmaya en büyük katkıyı sağlayacaklardır. Veya, Türk Halkının tamamına yakınının sesine kulak verip, ABD’ye HAYIR diyerek bu haksız ve hukuksuz savaşı önleyerek dünya barışına katkıda bulunacaklardır.

Buna güçleri vardır. Yetkileri ve hakları vardır. Sayın GÜL; sizi bulunduğunuz mevkilere taşıyan milletin bir ferdi olarak bir kere daha uyarıyorum. Türkiye’de Egemenliğin ABD’ nde olmadığını, Egemenliğin Atatürk’ün emrettiği gibi Türk Milletinde olduğunu isbat etme şansınız hâlâ vardır. Bu şansı kullanarak tarihteki mümtaz yerinizi almanızı bu millet sizden beklemektedir.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
25 Şubat 2003 Salı

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale