Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
Depreme yeteri kadar hazırlıklı mıyız? |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Ülkemizin sorumsuz basın organlarının yaygaraları ile sürüklendiği IRAK SAVAŞI ortamından sıyrılarak başka bir savaş alanına değinmek istiyorum. Bu alan ülkemizin doğal yapısından kaynaklanan DEPREM SAVAŞI alanıdır.
Binlerce yıldır insan yerleşimine açık olan Anadolu’da yaşayan insanlar bu bereketli topraklarda doğal afetlerin en büyüğü olan DEPREM’ e karşı savaş vermektedir. Her 30 yılda bir periyodik olarak gelen büyüklü küçüklü depremler hem can, hem de mal kaybına sebep olmaktadır. Milli servetlerimiz içinde yaşayanlarla birlikte göz göre göre heba olmaktadır.
Oysa deprem bu toprakların bilinen gerçeğidir. Belki daha binlerce yıl toprak tabakaları tam olarak yerleşene kadar bu tabiat olayı durmaksızın devam edecektir. Buraları vatan bilip yurt tutan insanların bu zamansız gelen düşmana karşı bilinçli bir şekilde hazırlanmaları gerekir.
Nitekim geride büyük medeniyet eserleri bırakarak tarihe kavuşmuş Anadolu insanları genellikle toprak ve yığma taştan yapılan tek katlı depreme dayanıklı evlerde oturarak bu afetten kendilerini korumuşlardır. Kendi canlarını güvence altına alırken, çok katlı ve görkemli sanat yapılarını ve büyük eserlerini ise zamanın bütün imkanlarını kullanarak en büyük depremlerde dahi ayakta kalacak ve nesilden nesile aktarılmasını sağlayacak şekilde inşa etmişlerdir. Bunların örneklerini tapınak, kilise, cami, medrese, köprü v.s. olarak görmek mümkündür. Bu özel yapılardan bir tanesi de dünyanın 7nci harikası arasına aday olarak gösterilen AYASOFYA Camiidir. Bu konuda basında yer alan haberden özet bilgiler vererek deprem yapılarına ilişkin yorumumu yapacağım.
“....dünyanın yeni yedi harikası adaylarından biri olan Ayasofya’nın yapısındaki özel harç nedeniyle, depremlerden sonra kendi kendini onardığı ortaya çıktı. Bu bilgiyi, Boğaziçi Ü. Deprem Müh. Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erdik verdi. Prof. Erdik, Ayasofya’ nın inşaatında kullanılan volkanik kül içeren Horasan harcının, plastik özellikleri nedeniyle deprem gibi güçlü sarsıntıların binada yol açtığı yapısal deformasyonlara uyum sağladığını belirtti.
Bu özelliği nedeniyle Ayasofya’da yüzyıllardır deprem hasarlarının sınırlı kaldığını belirten Erdik, yapının deprem hareketinin kuvvetli olduğu dönemde yumuşadığını, durgun dönemde ise tekrar sertleştiğinin gözlemlendiğini vurgulayarak, "17 Ağustos 1999 depremi sonrası ise, beklenenin aksine bu geri kazanım tümüyle gerçekleşmemiştir" dedi.
Prof. Erdik, Ayasofya’da kullanılan Horasan harcının bu özelliğinin sırrını ise, içerdiği sönmüş kireç, tuğla kırığı ve tozuna bağladı.”
Demek ki istenirse yapılabiliyor. Ve binlerce insanın toplandığı bu mabetler her türlü sarsıntıda can güvenliği açısından gerekli güveni sağlayabiliyor. doğrudan maruz kalmayan, yani acıyı bizzat hissetmeyenler için söylenmiştir. Çünkü acıyı bizzat tatmayanın bu konuda tedbir alması mümkün değildir.
3 Mart 1992 Saat 19.19’da meydana gelen ERZİNCAN Depremini eşim ve çocuklarımla birlikte yaşadık. Allah hiç kimsenin başına vermesin. Ve Böyle afetlerle bizi bir daha sınamasın . Allah’ın yarattığı en değerli varlık olan insanoğlunun kendi elleriyle yarattığı ev ve işyerlerinde ne hale geldiğini ve insanın bu büyük afet karşısında ne kadar aciz ve güçsüz olduğunu gördüm ve yaşadım. İlk günden başlayarak kurulan Deprem Harekat Merkezi’nin başında görev aldığımdan zaman geçtikçe ve depremin ilk şokunu atlatınca; depremin öldürmediğini, depremin yıkmadığını, yıkımın tamamen insanların bölge şartlarını bile bile depreme dayanmayacağı açıkça belli olan binaların yıkılması ile öldüklerini gerçeğine ulaştım.
1939 depreminden sonra Japonya’nın teknik katkıları fay hattının tam üzerine inşa edilen tek katlı evlerden bir tuğla bile sökülmemişken, okullar, hastaneler, lojmanlar v.s gibi devlet binalarının tamamına yakınının ya yıkıldığını yada çok büyük hasar gördüğüne şahit oldum. belki tedbir alınır da bir daha ayni hatalar yapılmaz diye gönderdik. Hiçbir tedbir alınmadığını, bütün raporların daha önce gönderilenler gibi sümen altında bekletildiğini 7 yıl sonra Adapazarı-Gölcük ve arkasından gelen Düzce depremlerinde gördük.
Hazırlanan Afet İşleri Planlarına göre; Deprem sonrasında bölgedeki resmi makamlardan deprem yıkımının kaldırılması için görev bekleniyor. Oysa bunun çok yanlış olduğunu olayı birebir yaşadığımız için biliyorduk. Bölgedeki yaşayan insanların tamamı deprem şokuna maruz kaldığından ve vatandaşların maruz kaldığı yıkımlara ve can kaybına bu yetkililer de aynen uğradığından Afet Planında görevleri var diye o bölgenin Mülki, askeri ve yerel yöneticilerinden hiçbir görev beklenemez. Çünkü onlarda DEPREM ŞOKUNA UĞRAMIŞLARDIR. VE ONLAR DA ARTIK BİRER DEPREMZEDEDİR.
En geç 6 saat içinde bölgenin yönetimi depreme maruz kalmayan civar il ve ilçeler yönetimine veya Ankara’da oturan Merkez Valilerinden birinin yönetimine verilmelidir. “Deprem bölgelerimiz ve muhtemel deprem periyotları da kabaca belli olduğundan nerede deprem olursa kimlerin nerelere gideceği önceden planlanmalıdır” Diyorduk .Ama bunun olmadığını gördük.
Büyük can ve mal kaybına sebep olan 1999 Depreminden sonra görünüşte bazı tedbirler alındı. Fakat bu tedbirlerin daha çok depremden sonra yaraların sarılmasına yönelik olduğunu görüyor ve üzülüyoruz. İstanbul’un her tarafına Deprem Sonrası Acil Yardım Konteynerleri yerleştirildi. Çeşitli yardım planları yapıldı. Yardım ekipleri oluşturuldu. Yeni İlk yardım ve kurtarma gereçleri alındı. Kullanılması için tatbikatlar yapıldı. Bunlar güzel şeyler. Fakat hepsi lüzumsuz ve gereksiz gayretler olarak kalmaya mahkumdur..
Esas gayretler deprem sonrası yıkımda alınacak tedbirlere değil, depremde yıkılmayı önleyecek tedbirlerde olmalı idi.
İşte size Ayasofya örneği 1000 yıl öncenin teknolojisi ile yapılan bir eser dimdik ayakta, yüzlerce depremden sapsağlam çıkmış. Yine sağlam çıkacaktır. Şimdi ben burada iddia ediyorum ki; 1999 yılından sonra yapılan yapıların yüzde ellisi tamamen yıkılacaktır. 1960 sonrası inşa edilen eski yapılar zaten Allah’a emanet edilmiştir.
Şunu unutmamak gerekiyor. Deprem Yıkmaz. İnsanların teknolojinin gereklerine aykırı olarak yaptıkları inşaatlar yıkar. Ve yıkacaktır. Bu Allah’ın çizdiği kader değildir. Bizzat insanların insanlara yaptığı savaştır. Bu savaşın mutlaka önlenmesi ve insanlarımızın bu yıkımdan kurtarılması gerekmektedir.
İnşallah tedbir almakta bir daha geç kalmamış oluruz.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 7 Şubat 2003 Cuma |
|
|