13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Yeni yönetim ve tatil anlayışı
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 2 Aralık 2002 Pazartesi 

Mübarek ramazan ayının sonlarına yaklaştığımız şu günlerde bayram hazırlıkları başlar. Bayramlar milletimizin birlik, beraberlik ve bütünlüğünün pekiştirildiği, dostlukların sağlamlaştırıldığı, gelenek ve göreneklerimizin en üst düzeyde yaşandığı, yani millet olma vasıflarımızın yeniden hatırlandığı çok özel ve güzel günlerdir.

Bayramlar kesinlikle tatil ve dinlenme günleri değildir. Aksine geleneksel ziyaretler dolayısıyla son derece yorucu geçen günlerdir. Ama getirdiği büyük hâz ve zevk bütün yorgunluğumuza bedeldir.

Geçen yıllarda daima uzun bayram tatili olarak yapmaya alışmış olan halkımız bu defa yeni hükümetin “BAYRAM TATİLİ UZATILMAYACAK” bildirisi ile karşılaştı.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, “Türkiye’de tatil günlerinin çok fazla olduğunu, bunun kısaltılması gerektiğini” söyledi.

M. Ali Şahin gazetecilerin ‘Bayramda tatilin uzatılıp uzatılmayacağına’ ilişkin bir sorusuna “Hükümetimiz tatillerin uzatılmasına soğuk bakıyor. Türkiye’de inanılmaz derecede çok tatil var. Biz bunları kısaltmaya çalışıyoruz” cevabını verdi.
Şahin’ in bu açıklaması yıllardır tartışılan “Türkiye’de tatiller gerçekten fazla mı? Diğer ülkelere göre nasıl olmalı ? sorusunu gündeme taşıdı.

Ben burada ülke ve millet yararına aldıkları bu karardan dolayı Sayın Şahin’i tebrik etmek istiyorum. Çok basit gibi görünen fakat sonuçları itibarı ile Türk Toplumu için kanayan bir yara olan TATİL SENDROMU’ nun ortadan kaldırılması için önemli bir başlangıç olmasını diliyorum.

İlgili kişi ve kurumlar konuyu tartışsınlar. Ben her ne sebeple olursa olsun Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin tatile değil, çalışmaya, ama çok çalışmaya ihtiyacı olduğunu vurgulayarak TATİL ile ilgili düşüncelerimi açıklamak istiyorum.

3 Kasım seçimleri ile milletten büyük bir şamar yiyerek partisi ile birlikte önce sandığa sonra da tarihe gömülen Sayın Bülent ECEVİT’ in iktidar olduğu günleri tarihçiler ana hatları ile tatil günleri olarak hatırlayacak ve yazacaklardır. Sayın Ecevit iktidara geldiğinde ilk iş olarak Cumartesi saat 1300'e kadar devam eden haftalık çalışma mesaisini değiştirmiştir. Cumartesi günlerini de tam gün tatil ilan ederek yıllık tatillerimize tam 52 gün daha eklemek başarısını göstermiştir. Yani üretimden 52 gün daha kaybedilmesinin yolunu açmıştır.

Ecevit başkanlığındaki 57 inci Cumhuriyet Hükümeti bu tatil geleneğini aynen ve arttırarak sürdürmeğe israrla devam etmiştir. Güzel yurdumuz Türkiye bir tatil cennetidir. Bu bakımdan dünyada bir eşi ve benzeri daha yoktur. Bununla eşsiz coğrafi, tarihi ve tabii güzelliklerinden ve Türk insanının emsalsiz misafirperverliğinden dolayı tatillerini Türkiye'de geçirmek için turistlerin birbirleriyle yarıştığı bir tatil cennetini kastetmiyorum.

Dünyada en az çalışıp, çalışmadığı için daha çok yorularak devamlı tatile ihtiyacı olan, bu yüzden yöneticilerince kendilerine her vesile ile tatil imkanı sağlanan güzel insanların yaşadığı ülkemden bahsediyorum.

Ecevit Hükümeti; ülkemizin yüce menfaâtlerini , halkımızın sağlığını ve dinlenme ihtiyacını daima göz önünde bulundurarak; ŞEKER BAYRAMI’ nı, YILBAŞI' nı KURBAN BAYRAMI’ nı bahane ederek vatandaşlarını10’ar günlük tatil ile ödüllendirmiştir. Bu şekilde insanlarımız soğuk kış günlerinde çalışmayacak ve yorulmayacaklar. 10 günlük bu zorunlu tatil süresi içinde dinlenerek yüksek enerji toplayacaklardır. Belki bir miktar enerji tasarrufu yapılabilecek, iç turizm canlandırılacak, ekonomimize büyük katkılar sağlanacaktır.

Buna ne demek lazım bilemiyorum. Bu nasıl mantık ve akıl yürütmedir. Anlamak mümkün değildir. “Allah razı olsun Bakanlar Kurulumuzdan. Gece gündüz çalışıp, üretmekten adeta bitâp düşmüş olan milletimizi düşünüyor ve daha zinde bir kafa ile, daha iyi mal ve hizmet üretebilmemiz için her türlü gayreti gösteriyor.” Dememiz mi gerekiyor?

Ekonomik darboğazda inim inim inleyen ve kendisine düşen fedakârlığı son kertesine kadar yapan sokaktaki vatandaşımız bu zorunlu tatile ne diyordu acaba? Sorsunlar bakalım. Vatandaş Tatil mi istiyor. Yoksa çalışmak mı istiyor?

Sayın yetkililerimizin sokağa inmeye zamanları olmayabilirdi. Aslında Uzağa gitmelerine de gerek yoktu. Çalıştıkları iş yerinin kapısında bekleyen güvenlik görevlisinden başlayarak odalarına girene kadar koridorda karşılaştıkları sıradan memurlarına sorsalardı. Hepsinin, hep bir ağızdan; " YETER ARTIK BİZ TATİL DEĞİL ÇALIŞMAK İSTİYORUZ " diyerek haykırdıklarını göreceklerdi.

*Bayram mı geldi ? YAPIN UZATILMIŞ TATİL...
* Yağmur yağdı. Kar yağdı. Yerler buz oldu. TATİL...
* Deprem oldu. TATİL...
* Yılbaşı ile başlayan RESMİ TATİLLER SİLSİLESİ...
* Toplam 104 günlük rutin HAFTASONU TATİLİ...
* Yıllık KANUNİ ve MAZERET İZİNLERİ TATİLİ...
* Okullarımızın YARIYIL ve üç aya kadar uzayabilen YAZ TATİLLERİ...
* Grip salgını var, nezle oldun, diş çektirdin ile gelen SAĞLIK TATİLLERİ
* Havalar ısındı . SICAK TATİLLERİ
 Bu tatiller listesi ne yazık ki uzayıp gitmektedir.,

Peki, biz ne zaman çalışacağız?
Biz ne zaman üreteceğiz?
Ve biz ne zaman para kazanacağız?

Vatandaşlarımızın çok önemli bir kısmının işsizlikten dolayı zorunlu tatilde olduğu bir durum yaşadığımız demek ki yukarılardan iyi görülmüyormuş. Yıllardır süregelen bu bıktırıcı tatil uygulamaları sonucunda milletimiz adeta tatile adapte olmuştur. İnsanlarımızın psikolojisi, günlük yaşamlarındaki sosyal bakış açıları değişmiştir.

Artık hiç kimse çalışmayı düşünmüyor ve oturduğu yerden hiç yorulmadan para kazanmak istiyor. Yeni işe giren bir kimsenin önünü gördüğü yok. Gençlerimiz 30 yılda Genel Müdürlüğe ulaşabilenlerin kazanacakları hayat standardını daha işe başlarken kazanmak istiyor. Evlâtlarımız bir ömür boyu çalışarak kendilerine sağladığımız yaşam standardını kendi kazanımları olarak görüyor ve işe buradan başlamak istiyor. Bulamayınca da bunalıma giriyor.

Peki gelecek yıllarda ne kazanacak bunu düşünmek dahi istemiyor ? İşe başlarken, 30 yıl sonraki hedefine erişen bir kimseyi nasıl çalışmaya ve daha ileriye gitmeye motive edebilirsiniz. İşte bütün bunlar bir türlü kabullenemediğimiz sosyal yaralarımız. Bütün bunlar bir kaç günde ve yılda oluşmadı. Yılların getirdiği ve üst üste yığarak biriktirdiği tortularla meydana geldi...

Tatil Sendromu toplumsal çöküşümüzü hazırlayan şartlardan sadece biri. Birbiri ardı sıra gelen zoraki tatillerin milli geleneklerimizi ve milli karakterimizi değiştirdiği kesin olarak biliniyor.
Bayramda akraba, dost ve komşularla kaynaşılması, büyüklerin ziyareti, yardımlaşma ve komşular arası dayanışma yavaş yavaş kalktı. Önce büyüklerimiz tatil yörelerine ve yazlıklarına kaçtılar. Bunu gören küçükler de aynen taklit ettiler. Şimdi bayram denilince tatil ve evden uzaklaşmak akla geliyor. Acı ama gerçek. Binlerce yıllık geleneklerimiz gözlerimizin önünde teker teker yok oluyor.

Deniz ve göl kıyılarımız, kıyılara bakan bütün tepelerimiz, orman içlerimiz; kibrit kutusu gibi birbiri üstüne binmiş sayısız evle doldu. Yazlık almak, hatta mümkünse birkaç tane almak çok moda oldu. İstatistikleri bilmiyorum ama, yazlık tatil evlerinin sayısı devamlı oturulan evlere yakın olduğunu tahmin ediyorum.

Yılda ortalama en fazla 1,5-2 ay kalınabilen bu evlerde her türlü konfor ve medeni gereç mevcut. Telefon, beyaz eşya ve modern mimarinin bütün süslü imkanları düşünülmüş. Bu şekilde sadece dinlenmek ve eğlenmek için gerçekleştirilen çarpık bir yapılaşmaya milli geliri bizimkinin on katı olan ülkelerde dahi rastlamak mümkün değil. % 90 'ı deprem kuşağında yer alan ülkemizde; bu üçüncü sınıf malzeme ile inşa edilerek, boya ile süslenen binlerce binanın insanlarımıza mezar olduğunu 17 Ağustos depreminde birlikte gördük ve yaşadık.

Milli servetimiz; bu bize nereden geldiği belli olmayan tatil hevesi yüzünden şehirlerden tatil köylerine taşındı. Bu taşınma ile birlikte gelenek ve göreneklerimiz, Türkün kendine has milli hasletleri de kayboldu.

Hükümetlerimiz; kabul ettikleri yerli yersiz tatillerle, yerleşik düzendeki insanlarımızı adeta evlerinden çıkartıp tatil beldelerine gitmeye zorladılar. Ve sonunda milletçe karşılaştığımız manevi yıkımın gerçek mimarları oldular.

Oysa bu tatil beldelerine yatırılan paralarla üretime yönelik işyerleri kurulabilirdi. Keşke, bu turizm açısından eşsiz değerdeki bölgelerimizdeki tatil evlerini yapmak veya almak için yapılan küçük, fakat bir araya geldiğinde çok büyük meblağlara ulaşan halk tasarrufları daha faydalı ve yararlı yatırımlara yöneltilebilseydi. Keşke, insanlarımız dinlenmeye ve yatmaya değil de, çalışmaya ve tasarrufa teşvik edilebilseydi. İşte o zaman ülkemizi 25 yıldır kasıp kavuran ve insanlarımızı fakir eden enflasyon bu seviyede olmazdı. Milli gelirden aldığımız pay da bugünkü seviyesinin birkaç kat üzerinde olurdu.

Allah insanımıza akıl ve fikir versin diyorum. Neden bu kadar çok tatil seviyoruz. Akıl erdiremiyorum. 10 günlük zorunlu bayram tatillerinden birinde Avrupa’da beş yıldızlı otellerde konaklayan 25 000 civarındaki Türk turistlerin 2.5 Milyar Dolar civarında bir harcama yaptıklarını gazetelerimiz gururla(!) haber olarak veriyor.

Sevinelim mi? Yoksa utanalım mı?  İngiltere’de Limuzinli otel müdürleri ve kumarhane sahiplerinin Türk Turistleri karşılamak için birbirleri ile yarıştıkları baş sayfalarda resimlerle dile getiriliyor. Ve bu da utanç ile değil, adeta çok önemli bir iş yapılmış gibi lanse ediliyor. Oysa; turizm cenneti olmaya lâyık ülkemize 365 günde gelen 10 milyon civarındaki yabancı turistin getirdiği döviz miktarı ise 5-6 milyar dolar civarındadır. Bu gelenler için bir yıl müddetle hizmet üreten insanımızın sayısı ise 15 milyona yakındır. Normali budur. Alın teri ile kazanılan ancak bu kadar olmaktadır.

Bu durumda Türkiye’yi aralarına almamak için el birliği ile direnç gösteren Avrupalı dostlarımızın biz zengin Türkleri(!) hava alanlarında merasim ve de limuzin ile karşılamalarını doğal görmemiz gerekiyor. Yorulan insanımızı dinlendirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Ne diyelim ki. Sağolsunlar. Varolsunlar bu Avrupalı dostlarımız (!) Yukarıda dile getirdiğim tatil zenginlerine Amerikanın MİAMİ' sinde kurulan Türk mahallesindeki villalara yapılan birkaç günlük tatil kaçamakları dahil değildir. Tabi ki, bu senenin modası Fiji Adalarındaki dinlenme yerlerinde saçılan dolarlarda bunun dışındadır.

Sonuç olarak; 3 Kasım seçimleri sonucunda yeni bir yönetimle, yeni bir döneme büyük umutlarla girdik. Ve bunun da neredeyse dört haftasını geride bıraktık. Dünyamız yeniden kuruluyor. Dengeler değişiyor.

Bugünkü ekonomik gelişmişlik düzeyimiz ile bizim artık bu çağda dinlenmeye ve tatile değil çalışmaya, çok çalışmaya ve daha çok çalışmaya ihtiyacımız olduğunu açıkça görmekteyiz. Türk Milleti; kendisini tatile değil, çalışmaya ve daha çok çalışmaya, daha çok üretmeye ve daha zengin olmaya zorlayan yönetim istiyor. Bizim hiçbir şekilde yatmaya ve dinlenmeye ihtiyacımız yoktur. Yeni yönetim olarak milletimize dinlenme değil; çalışma ve üretme imkanları yaratabilirseniz ancak bu şekilde 21 nci asrın Türk Asrı olması fikrinin düşlerden gerçek haline dönüşebileceğini görebilirsiniz.

Millet size güç ve yetki verdi. Şimdi bunun semerelerini görmeye hazırlanıyor.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Aralık 2002 Pazartesi

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale