10 EYLÜL 2024 SALI

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Filistin sorunu
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 24 Eylül 2002 Salı 

Son bir kaç gündür dünyanın gözü önünde FİLİSTİN'de katliam derecesine varan vahşi bir savaş sürdürülüyor. Bölgede Filistin ve İsrail arasında devam eden sonsuz çatışmaların dozu bu defa yine kaçtı.

İsrail, üst üste gelen intihar saldırılarından sonra geçen perşembe günü Arafat'ın Ramallah'taki karargâhını kuşattı. Karargâhtaki binaların çoğu kuşatma sırasında buldozerlerle yerle bir edildi. İsrail daha sonra karargahta Arafat'a ait büroların su, elektrik ve telefonlarını kesti. Kuşatma, başta Arap ve İslam alemi olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden gelen tepkilere rağmen halen devam ediyor.

Batı Şeria’nın pek çok yerinde düzenlenen ve binlerce kişinin katıldığı gösterilere ateşle karşılık veren İsrail askerleri 4 Filistinli’yi de öldürdü. Şaron, Arafat’ın artık bittiğini açıkladı. Arafat, İsrail’in istediği kişileri teslim etmeyeceğini ve şehit olmak istediğini ifade etti.

Başbakan Bülent Ecevit, Filistin Lideri Yaser Arafat ile bir telefon görüşmesi yaptığını belirterek, Arafat'ın, kendisine tüm dünya ile bağlantısının büyük ölçüde kısıtlandığını bildirdiğini söyledi. Ecevit, Başbakanlık Merkez Binasında yaptığı açıklamada, Türkiye'nin, İsrail ile Filistin arasında arabuluculuk işlevi üstlenmeye hazır olduğunu bildirdi.

Telefon görüşmesinde Arafat'ın; "karargahına saldırıların devam ettiğini, bütün ihtiyaçlarının önlendiğini, tıbbi sorunlarla karşı karşıya olduklarını, emrine verdilen arabanın alındığını, tüm dünya ile bağlantısının büyük ölçüde kesildiğini" söylediğini anlatan Ecevit, bunun çok ciddi bir durum olduğunu kaydetti.

Bu arada İsrail askeri kuşatması altında bulunan Filistin lideri Yaser Arafat, kendisine destek vermek üzere Beytüllâhim Üniversitesi'nde toplanan 3 bin öğrenciye hitaben telefonla bir konuşma yaptı.
Ramallah'taki karargahından telefon eden Arafat, "Durum tehlikeli. Fakat insanlar her tehlikenin üstesinden gelebilir. Filistin halkı çok daha büyük tehlikeler gördü ve bunları atlattı. Kudüs'e yürüyeceğiz ve çocuklarımızdan biri Kudüs'ün duvarlarına Filistin bayrağını dikecek. Biz, boyunduruk altına alınamayacak dev bir halkız" dedi.

Arafat'a, dev hoparlörlerle üniversitenin bahçesinde yankılanan konuşması sırasında öğrenciler tarafından coşkun sevgi gösterileri yapıldı ve kendisini destekleyen sloganlar atıldı. Öğrencilerin büyük bir posterini taşıdıkları Filistinli lider, "başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurma yolunda kararlı olduklarını "da sözlerine ekledi.

Yukarıda birkaç özet haber ile aktardığım olaylar artık bölge insanının kanıksadığı günlük sıradan olaylar durumuna geldi. Oysa 50 yılı aşkın bir süredir çözüme hiç bir katkısı olmadan devam eden ve hergeçen gün şiddetini arttıran bu olaylar bölge barışı kadar dünya barışını da tehdit ediyor. Bu olaylar Türkiye’nin ilgi sahası içinde meydana geliyor ve devletimizin bek’asını çok yakından ilgilendiriyor.

FİLİSTİN NERESİDİR ve BİZİM İÇİN ÖNEMİ NEDİR?
Filistin çok özel bir yer. HRİSTİYANLAR, MÜSLÜMANLAR ve MUSEVİLER için kutsal ve herne sebeple olursa olsun vazgeçilemeyecek topraklar. Kudüs başta olmak üzere her üç din için özellik arzeden kutsal yerler bu bölge sınırları içinde. Filistin'in gerçek halkı olarak bugün ne Müslümanları ne Yahudileri ve nede her ikisinin arasında kalmış Hristiyanları gösterebiliriz. Bölge bugün inanç, kültür ve ırk olarak belkide dünyanın en karmaşık ve renkli yerlerinden biri.

Bölge halkı daima birbirleri ile çatışma içinde olmuş. Bölgenin gerçek sahibinin kendileri olduğu savına şiddetle sahip çıkan toplumların, diğerleri üzerinde üstünlük kurmaya çalışması ile başlayan çatışmalarda Filistin halkı daima kan, gözyaşı ve şiddet görmüştür.

Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi ile 1517'de tamamen Türk hakimiyetine giren bölgede tam dörtyüz yıl gerçek bir barış süreci yaşanmıştır. Bölge insanı her alanda zengin, müreffeh ve güvenli bir yaşam sürmüştür. Her üç dine mensup halklar burada birbirleri ile aralarında en küçük bir çatışma olmadan sanki tek bir millet gibi yaşamışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun en zayıf devrinde Padişah II nci Abdülhamit'ten Osmanlı borçlarının karşılığı olarak Filistin'den toprak talep eden yahudilerin bu isteğine Padişahın şiddetle karşı çıkması üzerine Yahudiler bu hayâllerini ancak İkinci Dünya Harbi'nin sonunda gerçekleştirdiler. İsrail Devleti'nin kurulması ile bölge halkının devamlı savaş ortamı içinde yaşaması artık olağan ve vazgeçilmez bir kader oldu.

1947 yılında İkinci Cihan Harbi'nin Naziler tarafından ezilen mazlum milleti Yahudilerin kendilerine Kutsal Din kitaplarında vadedildiği iddia edilen topraklara gelmesi ile başlayan savaş bölgede hiç bitmedi. Aslında kurulduğu günden itibaren İsrail Devleti'nin yönetimine daima savaşı körükleyecek tarzda ismi terörle birlikte anılmış kişiler geldi.

ABD 1947'sen itibaren İsrail'i her alanda destekledi. Bu destek; ABD bütçesinden yapılan 133 Milyar Dolara varan maddi yardımlar yanında, bölge ticaretini yönlendirmesi ve bölgeyi denetim altında tutması için ticari, askeri, siyasi, sosyal ve kültürel yardımlar şeklinde oluşmuştur.

Bölgede kan ve gözyaşının durması için başta BM. olmak üzere pek çok uluslararası kuruluş bugüne kadar yüzlerce karar almıştır. Fakat bunlardan hiçbiri İsrail tarafından uygulanmamıştır. Bundan sonra da uygulanması beklenmemelidir.

BM'in 1967 yılında aldığı 242 Sayılı Karar ile;
 - İsrail'in 1967 yılı öncesi topraklara çekilmesi,
 - Filistin Devletinin kurulması,
 - Arap Ülkelerinin İsrail'i tanıması, kararlaştırılarak bölgeye barış getirilmesi öngörülmesine rağmen geçen 35 yılda çatışmalar hiç durmamış aksine şiddetlenmiştir.

BÖLGEDE ABD’NİN ROLÜ VE ÖNEMİ NEDİR?
Bugün fiziki olarak İsrail'i durdurabilecek tek güç ABD'dir. Buun bilincinde olan AB ülkeleri kendi menfaâtlerine uyduğundan sessiz kalarak yapılan atliamları sadece seyrederler.

Fakat İsraile DUR diyebilecek ABD Başkanının yeniden seçilmeyi garantilemesi bir yana bu görevde daha fazla kalması mümkün değildir.
Onun için ABD devreye kesinlikle girmez. Sadece basit kınama mesajları ile olayları geçiştirir ve İsrail'i desteklemeye devam eder.
Peki ABD bunu niye yapar?
 * Çünkü dünya hakimi olmak için petrolü üzerinde bulunduran ve bu petrolün pazarlaması için çok kritik deniz geçitlerini üzerinde bulunduran stratejik önemi haiz kritik Ortadoğu bölgesinde ABD huzur ve istikrar istemez .
 * Çünkü ABD emperyalist bir ülkedir. Dünya İmparatorluğunu kurmak üzeredir ve bu bölgede hiç bir zaman vazgeçemeyeceği büyük çıkarları vardır.
 * Çünkü ABD Petrolün sürekli çıkartılması ve kendi kontrolü altında bulunmasını ister.
 * Çünkü petrol üzerinde bir hak iddia etmelerini önlemek için ve canlı tutulmasını ister.ABD Bölge halkının birbiri ile devamlı çıkar çatışması içinde olmasını ister. 1920'lerde İngiltere'nin bölge halkları arasında yarattığı sun'i nifak tohumlarının daima yeşermesini ister.
 * Çünkü ABD Bölge halklarının demokrasi ile değil daima teokratik idare ile yönetilmesini destekler. Ve ABD bu politikası ile hem petrolün çıkışını ve hem de dağıtımını daha kolay kontrolu altında tutar.

ABD’lerinin bu istekleri ve davranışları Coğrafya ve Jeopolitik ilminin doğal bir neticesidir. Bu büyüklükte bir devletin başka bir alternatifi de yoktur.

Yasal ve kabul edilmiş Filistin Devleti'nin efsanevi lideri Yasser Arafat günlerdir İsrail ordusunun elinde adeta esir edilmiştir. İsrail isterse derhal Arafat'ı safdışı edebilir. Fakat etmiyor. 54 islam ülkesi' nin ve dünyanın gözü önünde daha önce defalarca denediği gibi yine Arafat'ın onurunu kırıyor. Gururu ile oynuyor. İşte lider dediğiniz insan diyerek adeta alay ediyor.

ARAFAT ÖLDÜRÜLÜRSE NE OLUR?
Kısa vadede daha çok Filistinli intihar komandosu kendisini feda eder. Daha çok İsrail'li ölür. İsrail, ölen her İsrail'li için daha çok masum Filistinli'yi öldürür. Sonunda İsrail'in silah gücü her zaman olduğu gibi zayıf arapları susturur. Bölgede silah zoru ile yeniden geçici bir sesizlik olur. Dökülen oluk gibi kanların arkasından geçici bir barış meydana gelir.

Huzur ve istikrar ortamı ABD'nin bölgeye gelmesine ve bölgedeki çıkarlarını kontrol edebilmesine en büyük engeldir. Bunun için en güzel çareyi, tamamının müslümanlarla meskun olduğu bölgeyi huzur adası şeklinde idare eden otoritelerin ortadan kaldırılmasında bulmuştur.

İşte, son derece insalcıl(!) yaklaşımlarla kutsal kitaplarda vadedildiği iddiası ile sapsağlam vücuda bütün bünyeyi etkileyecek mikrop salınmıştır. Hastalanan bünyeyi tedavi edecek doktorda her zaman ABD. olmuştur. Bunun böyle devam edeceği de açıkça görülmektedir. Bu bakımdan bölgeye uzun bir süre barış ve sukünetin gelmesini beklemek sadece saflık ve hayalperestliktir.

Bugün İsrail'de 130 ayrı ülkeden, yani 130 ayrı kültürden sadece Musevi dinine inandıkları için göçeden insanlar yaşamaktadır. Dünyanın şeriat ile idare edilen tek dinci ve ırkçı yönetimi İsrail'dir. Hatta Afganistan'daki Taliban'dan daha aşırı bir din devleti herşeyin tek hakimidir. Bu yönetimin başka dinlere bağımsızlık tanıması ve bir arada yaşaması da şimdilik mümkün görülmemektedir.

ŞİMDİ NE OLACAK?
24 Eylül 2002'de bölgeye ABD'lerinin fiili müdahalesi dışında makül ve demokratik bir çözüm kısa vadede görülmemektedir. Oysa ABD’nin ilgi sahasında bu defa İsrail ve Filistin değil Saddam’ın IRAKı bulunmaktadır. Hesaplar şimdilik buna göre yapılmaktadır.
Buna göre İsrail 50 yıldır olduğu gibi yine taviz vermeyecek ve gücünü gösterecektir. Arap ülkeleri defalarca biraraya toplanacak ve sadece kınamakla yetineceklerdir.

Barış ve huzur umutları ABD'lerine dur diyebilecek ve bölgedeki ABD ve AB menfaatlerine set çekebilecek bir dünya gücü meydana gelene kadar, yani bölgede güç dengesi tesis edilene kadar askıya alınacaktır. Bu ise kanaatime göre en az 25 yıldan önce olamayacaktır.

Şimdi meselenin bir diğer yanına bakalım.
 - Arap ülkeleri neden birşey YAPAMIYORLAR?
 - Bunların toplam gücü İsrail'in onlarca katı DEĞİL Mİ?
 - Biraraya gelemezler mi ? Asırlarca huzur içinde yaşadıkları ata topraklarından İsrail'i ATAMAZLARMI ?
 Cevap maalesef " gelemezler "olacaktır... Çünkü Araplar bu metodu defalarca denediler. İsrail'i gasbettikleri topraklardan atmak üzere biraraya geldiler ve defalarca saldırdılar. Fakat her saldırı sonunda daha fazla toprak kaybettiler. Zaten şu anda tamamen ABD güdümüne giren Petrol zengini kıral ve şeyhlerin yönetimindeki Arap dünyasının böyle bir teşkilatlanma içine girmesi ve müşterek bir cephe oluşturarak hareket etmeleri de yakın vadede mümkün görülmemektedir.

ÇÖZÜMDE TÜRKİYE’YE DÜŞEN GÖREV NEDİR?
Çözüm hep çözümsüzlükmü olacaktır? Tabii ki hayır. Çözüm bölge ülkelerinin birliğinden ve bölgesel güç olarak bir çatı altında asgari mutabakat ile toplanmalarından geçmektedir. Osmanlı bunu yapmıştır. İsrail yöneticilerinin ağzından ister istemez dökülen" Osmanlı'nın bir manga ile sağladığı istikrarı biz bir ordu ile sağlayamıyoruz" şeklindeki acı yakınması, belkide sorunun çözümü için yol gösterici bir ışık olacaktır.

Şimdi de bunu irdeleyelim. Öncelikle işin esasını bulalım. Bu topraklar Filistinlilerindir. Filistinliler; Yahudidir, Müslümandır, Hristiyandır. İNANÇLARI FARKLI BİLE OLSA, AYNİ ORTAK VE YAKIN KÜLTÜRE SAHİP BİRBİRLERİ İLE KAYNAŞARAK BİNLERCE YIL BİRLİKTE YAŞAMIŞ AYNİ HALKTIR. Aralarındaki ayrılık sun'idir. Bu halklar bir büyük üst yönetim (otorite) altında binlerce yıl birarada barış içinde yaşayabileceklerini isbat etmişlerdir. O halde yine yaşayabilirler. Bu ise halklar ve halkları temsil eden liderler arasında çok büyük bir uzlaşı ve dialoğu gerektirmektedir.

Bu büyük uzlaşının gerçekleşme yeri; CAMP DAVİD, LONDRA, BERLİN, PARİS değildir. Bu merkezler bu bölgeye daima kan, şiddet ve gözyaşı getirmişlerdir. Bu çok doğal bir gelişmedir. Bölgenin; KARIŞIK, KARMAŞIK VE BULANIK GÖRÜNTÜSÜ ONLARIN MİLLİ MENFAATLERİ İCABIDIR. ONLAR BARIŞTAN YANA DEĞİL DAİMA SAVAŞTAN YANADIRLAR. Bunu tarih ilmine biraz ilgi duyanlar kolaylıkla görüp anlayabilirler.

Burnumuzun dibinde 50 yıldır birbiri ile çatışan, bizim iki eski teb'âmız olan, ve bizim gücümüzü çok iyi tanıyan iki millet var. Biz bu milletleri asırlarca kendi aralarında hiç bir çatışma olmadan ve refah içinde yönettik.

Neden bu milletler arasında bizi doğrudan ilgilendiren bir barış sürecinin başlatılmasında hiç bir katkımız olmadı. Veya olamadı..! Amerika; okyanus ötesinden buradaki üç kuruşluk milli menfaâti için geliyor. Çaba harcıyor. Uğraşıyor. Bizim bu konuda iki dost ve kardeş millete arabuluculuk yapabileceğimiz aklımıza dahi gelmiyor.

ORTADOĞU-BALKANLAR-KAFKASLAR gibi sorunlar yumağı bir bölgede yer alan Türkiye; bölgede barış , huzur, güvenlik ile ülkelerarası kooardinasyon ve uzlaşıyı temin edecek tek devlettir.. Bunu en iyi şekilde yerine getirecek potansiyele sahiptir. Yeterki sınırların dışını görebilecek kadar öngörüye sahip yöneticilere sahip olalım.

Gönlüm artık bölgemize ait ve bizi doğrudan ilgilendiren sorunların çözümünde ABD, BM,AB gibi ülke ve kuruluşların değil ; TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'nin etkin rol almasını istiyor. Yeterli gücümüz ve etkimizin var olduğuna da inanıyorum.

Ortadoğu'daki bütün olayların çözüm yeri ANKARA'dır. Ankara; bölgedeki güç dengeleri ile tutarlı ve tarafsız bir politika uygulayarak barışı sağlayabilecek, uzlaşmayı gerçekleştirecek tek güçtür. Bu bölgedeki istikrar ve huzur ortamı en çok Türkiye'nin menfaatinedir. ANKARA; kendisinden beklenen bölgesel güç özelliğini kullanarak daha fazla kan dökülmeden derhal devreye girmeli ve bölge politikalarını kendisi yönlendirmelidir.

Günümüzde sıcak olarak devam eden çatışmalar bölgede en fazla yine Türkiye'yi etkileyecektir. Türkiye'nin bugün hem kendi içinde ve hemde çevresinde istikrar ve huzura ihtiyacı vardır. Bunun için hiç kimseden fikir ve icazet almaya ihtiyacı da yoktur. Yeterli devlet tecrübesi ve istediklerini yapabilecek potansiyel gücü vardır. Sayın yöneticilerimizin artık kendi güçlerini görme ve kendi başlarına desteksiz yürüyebileceklerini anlamaları zamanı gelmiştir ve geçmektedir.

Biz devreye girmediğimiz takdirde şu anda ise dökülen ve daha da döküleceği kesin olarak belli olan kanları seyretmekten başka yapılacak fazla bir şey olmadığını değerlendiriyorum.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
24 Eylül 2002 Salı

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale