Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
DEVLETİN ZİRVESİNİN CENAZE NAMAZINDA SAF TUTMASIYLA TERÖR ÖNLENEMEZ |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
|
Yeni Türkiye'nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1923) |
Kutsal Ramazan ayında durmayan terör olayları bayramla beraber hızını arttırdı.
PKK’nın Şemdinli’yi teslim alma çabaları sürerken, yurt sathında askeri birlik ve tesislerimiz ile polis karakollarına silahlı saldırılar düzenlendi. Şehit cenazeleri yurdun her tarafında öfkeli kalabalıklar tarafından kaldırılmaya devam edildi. İçişleri Bakanı başta olmak üzere cenazeye katılan hükümet üyeleri çeşitli sloganlar ve pet şişeler atılarak protesto edildi.
PKK, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde tek hakim güç olduğunu göstermek için bölge yollarında pervasızca denetim ve propaganda çalışmaları yapmaya başladı. Tunceli milletvekili ile birlikte istediği yerde, istediği kişileri kaçırıp dağa çıkardı. İstediklerini de geriye göndererek bölge halkına gözdağı verdi.
Suriyede Esad muhaliflerine doğrudan destek veren Türkiye’nin sınır bölgesinde yaşayan halkın Suriyeden gelen silahlı muhaliflerden çok rahatsız olduğu görüldü.
Gaziantepteki bombalı saldırıda dördü çocuk 9 masum yurttaşımız hayatını kaybederken 65 yurttaşımız da yaralandı. Bu acının ateşi dinmeden Şırnak’ta meydana gelen kazada 10 askerimizin şehit olduğu haberi geldi..
PKK, acımasızca saldırılarına devam ederken, BDP milletvekilleri ile buluşup sarmaş dolaş resim çektirerek adeta bir güç gösterisinde bulunmaları bardağı taşıran son damla oldu.
Her gün kan. Her gün ateş ve gözyaşı. Vatandaşlarımızın artık haber seyredemez hale gelmesine rağmen terör saldırılarının artarak devam edeceği yetkililerce her plâtformda vurgulanmaktadır. Oysa onların görevi bizleri haberdar etmek değil, terörü durdurmaktır.
Temsilcilerimizi gönderdiğimiz TBMM’de teröre çözüm üretmek için biraraya gelemeyen devletin zirvesinin Gaziantepte yapılan cenaze töreninde bir araya gelmeleri terörü önlemeye yetmez. Aksine bu görüntü işi planlayan mihrakların işine gelir. Çünkü bu şekilde terör örgütü muzafferiyetini ispat etmiş ve kitlelere gözdağı vermiş olur.
Devletin zirvesine çıkanlar asla ağlamazlar. O makama erişenlerin duygusal davranma hakları yoktur. Çünkü onların ağlamaya değil, milleti ağlatanları ağlatmaya odaklanmış olmaları gerekmektedir. Devletin zirvesi her seferinde “Kanları yerde kalmayacak.. Bıçak kemiğe dayandı.. Sabrımızı zorlamasınlar” gibi her zaman havada kalan sözler sarfetme hakları da yoktur. Zirvedekilerin üzüntülü yüz ifadeleri ile basına malzeme olmaları da yanlıştır. Çünkü bu durum terör planlayıcılarını sevindirir ve onlara gücünü gösterme fırsatı verir.
Özetle, teröre karşı önlem almakla görevli devletin zirvesinin toplantı yeri camiler ve cenaze törenleri değildir. Onlar medyada, cenazelerde namaz kılarkan değil, milli güç unsurlarımızı kullanarak terör belasını ülkemizden bütünüyle defedecek kararları ve uygulamalarıyla yer almalıdırlar.
Türkiye son 30 yıldır devletin bütünlüğüne, milletin bölünmezliğine yönelik resmen ilan edilmiş bir sıcak savaşı fiilen yaşamaktadır. Sıcak savaş şartlarının yaşandığı bir ortamda devletin barış döneminin yöntemleri ile yönetilmesi imkansızdır. Oysa Başbakan Erdoğan başta olmak üzere Ak Parti yöneticileri bu savaşa barış dönemi politika ve yöntemleri ile devam edeceklerini belirtmektedirler. Bir bakıma yanlış kararda israr etmektedirler.
Ak Partinin 2003’de kabul ettiği Uluslararası İkiz Yasalar ve bu yasaları eyleme sokacak AB Uyum Yasaları ile ayrılıkçı güçlere karşı devleti kendisini savunamayacak hale getirdiği bir gerçektir. Çünkü bu yasalarla ülkenin bölünme ve parçalanmasını isteyen ayrılıkçı güçlere çok geniş serbest hareket ortamı tanınırken, devletin bölünüp parçalanmasına karşı tedbir alacak devlet organlarının da eli-kolu bağlanmıştır.
PKK; Türkiye’nin egemen olduğu topraklarda bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak istediğini her fırsatta açıklamaktadır. Örgüt, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Samsun-Mersin hattının doğusunda kalan bölgeyi istiyor. Bu maksatla yurtiçi ve yurtdışında aynen bir devlet sistemini andıracak tarzda teşkilatlanıyor. Gücünü göstermek için doğrudan devleti ve milleti korumakla görevli güvenlik güçlerine ağır silahlarla saldırıyor. Örgütün kanlı saldırıları yandaşları tarafından gösteriler yapılarak bütün yurt sathında alkışla karşılanıyor. Türkiye’yi Kürdistan adını verdiği topraklarda işgalci güç olarak tanımlarken yandaşları da Kürdistan bayrakları ve Öcalan posterleri altında Türk bayrağını yakıyor. Bizzat kendi sözcüleri tarafından yaptıkları eylemlerin masum bir kültürel hak elde etme mücadelesi olmadığı gururla açıklanıyor. Kürdistan haritaları kendisini destekleyen devletlerin resmi toplantılarında boy gösterirken, PKK’yı özgürlük savaşcısı olarak nitelendiren yabancı medyanın manşetlerinde bu haritalar kolaylıkla yer buluyor.
PKK terör örgütü; devletin toprak bütünlüğüne, anayasal düzenine ve bek’asına karşı açık bir savaş yürütecek kadar desteğe sahip, her alanda güçlendirilmiş ve tecrübe kazanmış organize bir teşkilattır. Örgütü yaşatan halk desteği ise ne yazık ki önlenememiştir. Bu yüzden otuz yıldır ortadan kaldırılamamış olmasını sadece Ak Partinin yönetim hatalarına bağlamamız mümkün değildir.
Bugün ülkenin dört bir yanında aziz şehitlerimiz dualarla toprağa verilirken Anayasa ve yasalarımızda devletimize açıkça savaş açmış güçlere karşı ne yapılacağı açıkça belli iken neden bu tedbirler alınmayarak devletimiz hızla bölünmeye doğru sürüklendiği sorusunun cevaplarını bulmak zorundayız.
Devlet’in görevi; vatandaşlarının can ve mal güvenliğini ile birlikte devletin bek’asını sağlamaktır. Şimdi görülen manzara o ki, devlet vatandaşını değil, canını ve malını korumakla görevli güvenlik güçlerinin güvenliğini dahi sağlayamayacak hale düşmüştür. Oysa devletimiz güçsüz değildir. Kendini koruyacak her türlü yasal tedbiri almış ve güvenliği ile ilgili anayasal kuruluşları oluşturmuştur. Ayrıca T.C devlet kadrolarında anarşi ve terör olaylarına karşı dünyanın en tecrübeli ve yetenekli kişileri istihdam edilmektedir. Fakat Ak Parti yönetimi elindeki bu kadrolardan istifade edememektedir.
PKK’nın her saldırısını abartarak göstererek silahlı propagandanın bütün imkanlarından PKK örgütü ve sempatizanlarını yararlandırıp sevindiren sorumsuz medyaya da artık dur denilmelidir. Medyanın görevi terör örgütünün bedava propagandasını yapmak değildir. Ayrıca haber veriyorum ve demokratik konuşma hakkımı kullanıyorum örtüsü altında PKK örgütünün dolaylı yoldan propagandasını yaparak örgüte destek verenlerin kapısını Cumhuriyet savcılarımızın neden çalmadığını da halkımız merak etmektedir.
Ergenekon soruşturmaları ile birlikte Türk ordusuna karşı “Asimetrik Psikolojik Savaş” yürütüldüğü hususu bizzat Genelkurmay Başkanları tarafından defalarca dile getirilmiştir. Buna rağmen yandaş medya olarak adlandırılan kuruluşlarca her fırsatta Türk ordusu adeta bir suç örgütü gibi gösterilmeye devam edilmektedir. Askere karşı yapılan her kanlı saldırı sonrasında şehitlerimizin komutanlarının hatalı olduğu vurgulanarak teröristler haklı gösterilmektedir. Bu şekilde subaylarımız milletin gözünde küçük ve aciz duruma düşürülerek askerlerin komutanlarına karşı isyana teşvik edilmesi suçu işlenmektedir.
Geçmişte terörle mücadele ederek terörü sıfır noktasına indiren üst rütbeli bazı komutanların, teröristlerin imzasız ihbar mektupları ile terör örgütü yöneticisi ve üyesi olarak suçlanıp tutuklandıkları bir ortamda milletin kafası allak bullak olmuştur. Komutanların bu durumu terörle doğrudan mücadele eden kişilerin moralini bozmuş ve askerin teröre karşı direnme azim ve iradesini zayıflatmıştır.
Özetleyecek olursak; T.C. Devletine karşı kuralsız şiddet uygulayarak asimetrik savaşı fiilen yürüten PKK örgütünün istedikleri adım adım gerçekleşme yoluna girmiştir. Teröre karşı elindeki yasal ve teşkilatlı devlet güçlerini kullanmakta tereddüt eden yönetim, adeta köpekleri salmış ve taşları bağlamıştır.
Türk insanı terörü ve terörle mücadeleyi iyi bilmektedir. Fakat bugün bu mücadeleyi yapması gerekenlerin elleri yasalarla bağlanmıştır. 2002’de terörü sıfırlayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasalar gereği terörle mücadele de sorumluluk ve yetkisi yoktur. Terörü önlemede tek yetkili İçişleri Bakanı ve İl İdaresi Kanununa göre İllerin valileridir. Terörü önlemede asker-sivil işbirliğini ve ortak planlamayı öngören EMASYA uygulamasının da kaldırılması ile terörle mücadelede yetişmiş askerler bugün tamamen devre dışı bırakılmışlardır. Hiç bir operasyon yetkisi bulunmayan askerler, kendilerine yapılan saldırıları kışlalarında karşılamakta, bir bakıma sadece meşru müdafa durumunda bulunmaktadır. Güvenlik güçlerinin yeni yasal uygulamalarla elinin kuvvetlendirilmesi gerekmektedir.
Dışarıda teşkilatlanıp, yığınaklanarak doğrudan devletin güvenlik güçlerine ağır silahlarla yapılan saldırı ortamının adı Anayasamıza göre savaş halidir. Savaşa karşı tedbirlerde ancak “2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu”na göre alınabilir.
PKK terör örgütünün sadece silahlı kişilerden oluşmadığı, yurt içi ve yurtdışında her alanda teşkilatlandığı dikkate alınarak bütün yurtta uygulanacak sıkıyönetim ilanı ile başlatılacak savaş hali durumuna göre acilen gerekli tedbirler alınmalıdır.
Yasalarla operasyon gücü arttırılacak güvenlik birimleri tek komuta altında toplanarak Anadolunun her karış toprağı didik didik aranıp teröristlerden temizlenmelidir.
Devlet güçleri güvenliğini sağlayamadığı için terör örgütünü desteklemek zorunda kalan halkımızın can ve mal güvenliği sağlanarak bu vatandaşlarımız yeniden devlete kazandırılmalı ve bu şekilde teröristleri ayakta tutan halk desteği kırılmalıdır.
Bir taraftan yurt içindeki terör odakları bertaraf edilip terör bataklığı kurutulurken, 1991 yılından beri PKK terörüne yataklık yapan Kandil üssüne komşularla koordineli olarak yapılacak askeri harekatla dağlar teröristlerden temizlenmelidir. Bu harekât yapılırken yayınlarıyla PKK'nın propagandasını yapan medya da kontrol altında tutulmalıdır.
Sonuç olarak; Bugün gelinen noktada terör devletin öncelikli sorunudur. Mutlaka ve acilen çözülmelidir. Soruna acilen çözüm bulunamadığı takdirde ülkenin hızla bir iç savaşa doğru sürüklendiği gerçeği göz önünde tutulmalıdır. 30 yıldır terör baskısını yaşayan halkımızın alınacak bütün tedbirlere katkıda bulunma gayreti içinde olacağı unutulmamalıdır.
http://kumkale.wordpress.com
Dr. Tahir Tamer Kumkale 22 Ağustos 2012 Çarşamba |
|
|