02 MART 2025 ÇARŞAMBA

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Irak'taki etnik ve dini çatışmalar Türkiye-İran harbine dönüşebilir mi?
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

Kendi kuvvetimizi göz önüne almaksızın dışardan, şuradan buradan gelecek kuvvetlere dayanarak emel takip edersek ve o kuvvetten ve o imdattan yardım da gelmezse hayal sukutuna uğrarız. Bunun için her şeyden önce, kendi kuvvetimize önem veriyoruz. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1920)

 27 Şubat 2006 Pazartesi 

- Irak'ta Şiiler için en kutsal ibadet yerlerinden biri olan, 12 imamdan ikisinin mezarının bulunduğu Samarra'daki Askariye Türbesi'ne dün El Kaide tarafından düzenlendiği sanılan bombalı saldırı sonucunda, büyük hasar gören türbenin 100 yıllık altın kubbesi yerle bir oldu.
- Bağdat'ın kuzeyindeki Bakuba'da bir Sünni camisine saldırı düzenlendiği bildirildi.
- 12 İmam'dan ikisinin mezarının bulunduğu Askeriye türbesine yönelik dünkü bombalı saldırıdan sonra ülke genelinde Sünnilerin gittiği yaklaşık 60 caminin saldırıya uğradığı bildirildi..
- Irak İçişleri Bakanlığı, ölenlerin sayısının yüzü aştığını, ölü ve yaralı sayısının arttığını açıkladı.
--------------------------------------------------------------------------------------
Irak’tan gelen haberlerden yukarıdaki birkaçı dahi başlayan etnik ve dini çatışmaları yansıtıyor. Irak’ta son bir haftada ABD ve diğer işgal güçlerine yönelik saldırılar bıçak gibi kesilirken bu defa ülkedeki dini kurumlar birbirleri ile kıyasıya çatışmaya başladılar. Bunun devamını etnik çatışmalar olarak göreceğimiz kesin..
Burada akla gelen ilk soru şudur.
İran’a karşı yaptırım uygulamak için büyük bir hazırlık içinde olduğu bilinen ABD’nin yönetip yönlendirdiği açıkça belli olan bu çatışmalardan ne umulmaktadır.?
Burada ABD’nin başlıca üç hedefi olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar;

-- ABD ve diğer işgal güçlerine kıyasıya saldıran ve büyük kayıplar verdiren yerel örgütlerin durdurulması için tek çarenin Irak halkı içinde tarihten gelen dini ve etnik faklılıkları körükleyerek halkı birbiri ile çatıştırmak ve kendi birliklerine rahat bir nefes aldırırken ülkenin fiziki gücünü birbirine kırdırarak sıfıra indirmektir.

-- Bu çatışmalar ile ABD; İslam ülkelerinin kendi içlerinde dahi kıyasıya savaştıklarını göstererek bunların terörist olduğunu ispatlamaktadır. ABD, bu bölgeye demokrasi getirerek batının ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının aksamadan ulaştırılması ortamını hazırlamıştır. Bunun için ABD, kendi askerlerini dahi feda etmekten çekinmemiştir. Demek ki Irak’ın işgali meşrudur ve kendilerine verilen desteğin devamında zorunluluk vardır.

-- Son olarak bölgede kendisine rakip olarak gördüğü İran ile Türkiye’yi çatıştırarak kendisinin bölgedeki mevcudiyetini rahatsız eden bu iki ülkenin etkilerini en aza indirmek..

İşte bu üç düşünce arasında en kabili tatbik olan üçüncüsüdür. Yani 1639’dan beri barış içinde yaşayan Türkiye ve İran’ı birbiriyle savaşa sokmak konusu ön plana çıkıyor.
Peki, bu varsayım gerçekleşebilir mi?
Bana göre gerçekleşebilir.
75 milyonluk Şii İran ile 75 Milyonluk Sünni Türkiye, Irak’ta yapılan provokasyonlar benzeri Psikolojik Harekat operasyonları ile birbirine kolaylıkla düşman edilerek ülkelerin birbirlerine saldırmaları sağlanabilir. Karşılıklı olarak yakılan birkaç küçük ateş önce iki ülkeyi ve giderek bölgeyi yakan bir devasa yangına dönüleşebilir.. Irak’ta Şiilere saldıran Sünnilerin arkasında Türkiye’nin, Sünnilere saldıran Şiilerin arkasında da İran’ın bulunduğu senaryosu burada kolaylıkla kullanılabilir ve hemen taraftar bulabilir.
İşte basınımıza burada görev düşmektedir. Manşetten “Emine hanımın baş örtüsünün ne kadar yakıştığını” belirten haberlerin yerini artık “ Yaklaşan büyük tehlikeyi gösteren ve ilgilileri uyaran ve halkı bilgilendiren” manşetlerin alması zamanı gelmiştir..
Aslında bu güne hemen gelinmemiştir. Bilerek ve göstererek bugünkü çatışma düzenine ulaşılmıştır. Çünkü bu ortamın yaratılması için yapılanlar yeni bir olgu değildir. Bu senaryo her işgal gücü tarafından tarihte başarı ile uygulanmıştır. Çünkü işgal güçleri, ülkeyi rahat yönetebilmelerinin tek çaresinin, eli silah tutan insanların silahlarını kendilerine karşı değil, birbirlerine karşı kullanmak olduğunu çok iyi bilirler. İkinci Dünya Harbi sonrası, İspanya, Yugoslavya, Yunanistan gibi ülke halklarının suni olarak çıkartılan iç savaşlarda birbirini nasıl katlettiklerini dünya basını gündeme günü gününe taşımıştır.
Konunun gidişatını ve olacakları 11 Nisan 2004 tarihinde, yani ABD’nin IRAK’ ı işgalinin birinci yılında BİLDİRİYORUM okurlarına bu sütunlarda sebep ve sonuçlarıyla açıklamıştım. O yazıdaki kullandığım aşağıdaki satırlar bir büyük öngörünün değil, sadece tarihi iyi tetkik etmenin verdiği birikim sonucunda kaleme alınmıştı.
11 Nisan 2004’de bugünleri görerek şunları söylemişiz;

“ … Amerikalı sivil yönetici Paul Bremer nezaretinde toplanan Irak Geçici Yönetim Konseyi, GEÇİCİ IRAK ANAYASASI’ nı oybirliği ile kabul etmişti. Geçici Anayasada İslam, devletin resmi dini ve yasamanın kaynağı olarak gösteriliyordu. Yani bütün yasalar Kuran’a ve İslami esaslara uygun olarak yapılacaktı. Bir kere bu husus temelinden yanlış idi. Çünkü İslami esaslar bütün Irak için geçerli değildir. Irak halkının çoğu Müslüman’dır. Ama İslam dini bu ülke halkları arasında hiç bir zaman birleştirici ve bütünleştirici rol oynamamıştır.
Paul Bremer, "Geçici Anayasanın Irak için büyük bir adım olacağını" söyledi ve "Irak'ı çok parlak bir geleceğin beklediğini'' belirtti. Irak konusuyla biraz ilgilenen dikkatli bir göz bu sözün Türkçesinin; "Ey Irak Halkı, size 12 yıldır dayak atıyoruz doymadınız. Esas bundan sonra bakın nasıl dayak atacağız. Bu defa dayağı biz değil, siz kendi kendinize atacaksınız. Bizde sizin birbirinizi daha iyi dövmeniz ve ortadan kaldırmanız, aranızdaki düşmanlıkların çoğaltılması için her bir unsurunuza ayrı ayrı destek vereceğiz" demektir.
Evet, bu Anayasa'nın her kelimesi Irak halkı içine bırakılmış pimi çekilmiş el bombaları gibidir.. Bu ülke insanlarını bölmek, parçalamak ve birbirine düşürmek için özellikle dizayn edilmişlerdir. ABD'ye destek olan Kürtler baş köşeye oturtulurken, Türkler dahil diğer bütün etnik unsurlara yok gözü ile bakılmıştır. Nitekim Anayasanın imza gününde Amerikan askerleri ve Irak güvenlik kuvvetlerinin bütün yurt sathında yüksek alarm durumuna geçirilmesi dahi, bu saatli bombayı hazırlayanların bundan sonra olabileceklerin bilincinde olduklarını gösteriyordu. Devletin resmi dilinin Arapça ve Kürtçe olarak belirlenmesi dahi ülke dahilindeki huzursuzlukların fitilini ateşlemeye yetmiştir…
…..ABD gibi bir süper gücün savaş sonrasının detaylı plânını yapmadan operasyona başlaması düşünülemez. Oysa bugün görünen manzara bunun aksi yönündedir. Irak’ın birlik ve bütünlüğü içinde demokratik bir ortamın yaratılmasına yönelik faaliyetler hâla ortada yoktur. Aksine bu bütünlüğü bölücü faaliyetler sergilenmektedir. 25 milyonluk Irak toplumu gerek etnik ve gerekse dini bir bölünme içine sürüklenmektedir.
Giderek bir iç savaşın başlamasını körükler davranışlar sergilenmektedir. Bana göre, Irak halkı için düşünüldüğünde son derece kötü olan bu gidişat, ABD açısından ise başarı vadeden ve ABD’nin bölgede kalışını güçlendirecek bir strateji olarak değerlendirilmelidir.
…….. Kargaşa, terör ve kaos ortamı arttıkça, bölgede istikrarsızlık çoğaldıkça ABD’nin Irak’ı işgal için ortaya attığı, fakat bir türlü ispat edemediği “BÖLGE BARIŞINI TEHDİT EDEN KİTLE İMHA SİLAHLARININ MEVCUDİYETİ” tezi artık ikinci plana itilecektir.
Çünkü şimdi Irak’ta bölge ve dünya barışını tehdit eden gerçek bir kaos ve kargaşa vardır. İslami terör dedikleri işte budur. Bütün dünya bu terörü görmeli ve buna karşı tedbir almakta ABD güçlerinin yanında olmalıdır. Hatta Birleşmiş Milletler dahi bu kargaşa ve terör ortamına karşı inanılmaz bir mücadele veren ABD ordularını her alanda desteklemelidir.
…. ABD'nin bu bölgeye müdahalesini meşrulaştıracak diğer bir önemli neden vardır. Bu coğrafya sadece bölge devletleri için değil, dünya devletleri içinde ekonomik açıdan son derece önemlidir. Buradan dağıtılan petrolün sevkindeki aksamalar, doğu-batı ticaret yollarını üzerinde taşıyan bölge üzerindeki istikrarsızlık dünya ticaretini de doğrudan etkileyecektir. Buradan etkilenecek ülkeler arasında Avrupa Ülkeleri, Rusya, Çin ve Japonya gibi dünya devleri de vardır. O halde bölgeye dışarıdan bir askeri müdahale yapılması zaten kaçınılmaz bir zorunluluktur. İşte ABD’de bunu gerçekleştirmiştir. Şimdi işgalci konumunda bulunan ABD, bölgede terör arttıkça olaya Birleşmiş Milletlerin müdahalesi kaçınılmaz olduğundan muhtemelen Barış Gücü sıfatı kazanacak ve meşrulaşacaktır.
İşte Bush yönetiminin bugün Büyük Ortadoğu Projesi ile dünyadan desteğini istediği strateji budur. Bu maksatla pek çok ABD askeri ölmesine rağmen, ölen her asker ABD’nin Irak’a müdahalesinin ardındaki tezin güçlenmesine katkıda bulunmaktadır. Bu tez; 11 Eylül’den sonra dünyayı tehdit eden Uluslararası Terörizmle ancak savaşarak başa çıkılabileceğidir…. ”



Dr. Tahir Tamer Kumkale
27 Şubat 2006 Pazartesi

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale