12 ARALIK 2024 ÇARŞAMBA

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Geçen asrın Türkiye üzerinde oyunlar ve günümüze yansıyanlar
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir hal alır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1931)

 3 Aralık 2005 Cumartesi 

"Tarih tekerrürden ibarettir." ve "Eğer ders alınsaydı tarih tekerrür eder miydi?" sözleri tarih bilimi ile uğraşanların daima göz önünde bulundurduğu temel kaideleri yansıtır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk başlığa aldığım yazısı ile tarih ilminin gerçekçiliği hakkında vurguladıkları çok doğrudur.
Okullarda okutulan zorunlu tarih dersleri insanlarımıza kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini öğretip aidiyet duygusunu güçlendirir. Bu şekilde milletleşme yolunda ciddi kazanımlar elde edilmesini sağlar. Tarih ayrıca, bireylerin geçmişten alacakları derslerle kazanacakları güven duygusu sebebiyle geleceğe daha güvenli bakmalarına ve adımlarını daha sağlam atmalarına yardımcı olur.
Bireylerin kişisel gelişimlerine yönelik olan okullarda öğretilen tarih dersinin devletlerin yönetiminde fazla bir etkisi yoktur. Fakat tarih ilminin Siyasi kadrolara kazandırdıklarının devletlerin yönetiminde çok büyük etkisi vardır. Burada asıl önemli olan Tarih İlminden siyasi kadroların mutlaka yararlanmaları gerçeğidir.
Devlet yönetimine soyunan kişilerin mutlaka tarih ilmi ile çok yakından ilgilenmeleri ve yönetimlerinde ülkenin tarihi gerçeklerine uygun hareket etmeleri önemlidir. Tarih ilmi yöneticilerin ülkelerini iyi yönetmeleri için asla vazgeçemeyecekleri çok ciddi bir el altı kaynağıdır. Çünkü tarih hep tekerrür eder. Zaman ve mekân değişebilir ama olaylar hiç değişmez. Bu bakımdan tarihi iyi etüt eden ve yakın çevresindeki danışmanlarını tarihçiler arasından seçen liderler çok az yanlış yaparlar.
Bu konuyu dile getirmemin sebebi, bir tarihçi olarak bugün ülkemiz üzerinde oynanan küresel oyunlar ile bundan 100 yıl önce Osmanlı İmparatorluğunu yıkmaya çalışan batılı sömürgecilerin hedefleri ile hareket tarzları arasında büyük bir benzerlik olduğunu görmemdir.
Dünün sömürgecileri bugün küreselleşmecileri şekline dönüşmüştür. Yöntemleri biraz farklı olmakla birlikte seçtikleri hedefler ve üzerinde hareket ettikleri toplum aynidir. Hareket sahaları da aynidir.
Şimdi yüz yıl önceye dönelim ve tarihi olaylardan birkaçını gündeme getirerek geçen bir asır boyunca emperyalist düşüncelerin değişmeyeceğini örnekleriyle görelim..
28 Nisan 1919'da bugünkü Birleşmiş Milletlerin ilk sürümü olan "Milletler Cemiyeti Misakı" kuruldu. Cemiyetin kuruluş belgesinde yer alan manda devletlerin durum ile ilgili maddesi doğrudan Osmanlı İmparatorluğunu ilgilendiriyordu. Buna göre; "Osmanlı Devletinden ayrılacak vilayetlerin hangi mandacı devletin himayesine gireceği hususunda, o coğrafyadaki toplulukların isteklerinin belirleyici olacağını" öngörüyordu.
Paris Konferansı'nda, bu toplumların arzularının ne olduğunu yerinde tespit etmek üzere bölgeye bir komisyon gönderilmesi kararlaştırıldı. Fransa ve İngiltere zaten bölgede işgalci olarak bulunduğundan bu komisyona katılmayı gereksiz gördüler. Bu durumda sadece bir Amerikan heyetinin görevlendirilmesi uygun bulundu ve ABD'nin ünlü King-Crane Komisyonu faaliyete geçti.
Amerikan komisyonunun başlıca iki görevi vardı. Bunlardan birincisi Arap illerinde kamuoyunun eğilimlerini saptamak, ikincisi de Arap toprakları dahil olmak üzere savaş öncesi Osmanlı Devleti üzerinde genel bir ABD mandasının olabilirliğini araştırmaktı..
Şimdi tarihçi gözlüğü ile bu komisyonun çalışma alanına baktığımızda bugün ABD'nin ilgi alanına girip üzerinde dikkatle çalıştığı bölgeler olduğunu görürüz.
ABD Heyeti bugün basında adlarını çok sık duyduğumuz Şam, Lazkiye, Gazze, Beytüllahim, Ramallah, Nablus, Cenin, Nasıra, Amman, Telaviv, Baaalbek, Beyrut, Cebel, Sidon, Zahle, Trablusşam, Hama, Halep, İskenderun, Adana, Mersin ve Tarsus'ta incelemeler yaptı ve 21 Temmuz 1919'da İstanbul'a hareket etti.
Osmanlı topraklarında manda devletçikler kurulmasını isteyen 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşmasından tam bir yıl önce hazırlanan 28 Ağustos 1919 tarihli King-Crane Komisyonu raporunda; Osmanlı Devletinin, İstanbul, Ermenistan ve kalan Anadolu olmak üzere üç devlete ayrılması ve her üçünün de ABD mandası altına sokulması tavsiye ediliyordu.
İşte bu rapordan günümüzde de geçerliliğini devam ettiren maddelerinden İstanbul ve Boğazlar ile ilgili en çarpıcı olan bir hüküm;

Madde- 4 : Doğu yarıküresinin üzerinde pek çok devletin hak iddia ettiği bu 'köprü toprakların' önemi göz önüne alınırsa, İstanbul ve Boğazlar'ın denetimi konusu farklı bir yaklaşımı gerektiriyor. Boğazların durumu o kadar benzersiz, ilişkiler öylesine karmaşık ve geniş kapsamlı, sorumluluklar öylesine ağır, olasılıklar o kadar tüyler ürperticidir ki, -Osmanlı Devleti'nin son derece kötü bir yönetim siciline sahip milleti şöyle dursun- hiçbir ulus tek başına böyle bir görev için uygun değildir.
Dünyada böylesine şiddetle bir uluslararası yönetimi talep eden başka hiçbir yer yok; bu bölgenin önemi, ulusların yalnız bencilce itiş kakışlarını ve sonu gelmez entrikalarını bir yana bırakmalarını değil, aynı zamanda bu stratejik fırsattan tüm ülkelerin lehine yararlanmalarını da şart koşuyor.
Bu, bir İstanbul devletinin kurulması anlamına geliyor: Doğrudan ve sürekli olarak Milletler Cemiyeti'ne bağlı, ama muhtemelen vasi olarak Cemiyet'e karşı sorumlu ve onun tarafından azledilebilecek tek bir mandater devletçe yönetilen bir İstanbul.
Böyle bir çözüme ilk bakışta Türkler' in çoğunun karşı çıkacağına kuşkumuz yoktur. Fakat Osmanlı Devleti bu kadar muazzam bir dünya sorumluluğuna açıkça uygun değildir. Dahası, bu dayanılmaz sorumluluğun omuzlarından alınması ve hükümetinin yüzlerce yıldır sınırsız entrikaların merkezine dönüşmüş bu yerden çıkarılması, Osmanlı devleti için de daha iyi olacaktır.
Sıradan Türk halkı, emperyalizmin erişiminden özgür, çok daha mutlu bir hayat sürecek ve Osmanlı devleti gayretlerini kendi yurttaşlarının refahına verebilecektir."

Bu maddeyi günümüzde AB, ABD ve Vatikan kaynaklı olarak ortaya atılıp gerçekleşmesi için her alanda ciddi çalışmalar yürütülen "İstanbul Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir" sözü ile birlikte düşünelim.
Bu konudaki uyarı yazılarımızı "Komplo Teorisi" olarak değerlendirenlerin, Gazinin deyişi ile "Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde oldukları" gerçeğini görelim..
Tarihi gerçeklerin ortaya çıkartılmasının ülkemin bekası açısından yararlı olduğuna inandığımdan bu konudaki bilgilendirme yazılarına devam edeceğim.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
3 Aralık 2005 Cumartesi

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale