Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı türban sorununu çözdü mü? |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
|
Bir kurumun yaşaması, gelişmesi, muvaffak olması o kurumun başına geçenlerin iyi huylu, dürüst, imanlı kişiler olmasına bağlıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1937) |
2005 Kasım ayında Türkiye'nin gündeminde hiç olmaması gereken TÜRBAN konusu yine gündemimizin ana maddesi oldu. Bu defa gündeme geliş şekli toplumsal barış ve uzlaşmayı sağlayıp birlik ve dayanışmayı pekiştireceği yerde geniş bir toplumsal ayrımcılığı körükler tarzda oldu. Konuya ilişkin iki önemli gelişmeden birincisi TBMM'de bütçe çalışmaları sırasında TBMM Bütçesi üzerinde görüşmeleri yapılırken meydana geldi. Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın Cumhurbaşkanının Türban konusundaki tutum ve davranışını eleştiren ifadeleri çok ciddi gelişmelere yol açacak kadar dikkati çekici idi. Olay şöyle gelişti;
" CHP'li Birgen Keleş; 'Türkiye'yi dışarıda temsil edenler buna uygun kıyafet giymelidir. Çünkü Türkiye'yi temsilen oraya gidiyorlar. Bu kişilerin ya da Türkiye'de önemli kuruluşları temsil edenlerin Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerini ve ilkelerini doğru yansıtmaları gerekir. Aksi halde Türkiye'yi temsil etmiş olmazlar ve Türkiye'nin ilkeleri ve nitelikleri konusunda yanlış izlenim verirler. Buna da kimsenin hakkı yoktur.' dedi. Bunun üzerine söz alan TBMM Başkanı Bülent Arınç Keleş'in eşi Münevver Arınç'ı kastettiğini belirterek şu açıklamayı yaptı: ' Benim eşimin giydiği kıyafet sizinki kadar çağdaştır. Yurtdışında en üst düzeyde kabul görmüştür. Eşim Avusturya ve BM'deki toplantılarda başındaki örtüsüyle Türkiye'yi ve Türkiye Cumhuriyeti ilkelerini en iyi şekilde temsil etmiştir.' Cumhurbaşkanı Sezer'in resepsiyonlardaki tutumunu da eleştiren Arınç; 'Bir Türk kadınına karşı, ister benim eşim olsun, ister bir parlamenterin eşi olsun, ayrımcılık yapılmasını bütün Türk kadınlarına yapılmış bir aşağılayıcı muamele olarak görüyorum. Ve inanınız ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın bugün uyguladığı bu kurallar benim yaşabildiğim sürece ne Sayın Özal'dan ne bundan önceki Cumhurbaşkanı Sayın Demirel tarafından uygulanmamış kurallardır. Ve bundan sonra da Sayın Sezer'in görev süresi bittikten sonra seçilecek her Cumhurbaşkanı böyle bir uygulamayı yapmayacaktır. Bundan adım kadar eminim. Dolayısıyla siz, hâlâ eşlerimizin kıyafetlerini söz konusu ederek bundan laiklik, cumhuriyet, rejimler adına bir şey çıkarmaya çalışıyorsanız lütfen bundan vazgeçin.' dedi."
Türkiye TBMM başkanının bu sözlerini tartışırken asıl önemli haber AİHM'den geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) büyük dairesi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin eski öğrencisi Leyla Şahin'in temyiz başvurusunu reddetti. Büyük daire, Şahin'in başvurusuna ilişkin, daha önceki alınan kararı onadı ve "Türkiye'nin Başörtü taktığı için üniversiteden uzaklaştırılması konusunda insan hakları ihlalinde bulunmadığı" görüşüne vardı. Bu şekilde ayni mahkemede halen görüşülmeye devam eden yüzü aşkın Başörtüsü davası da düşmüş oldu. AİHM' nin kararını olumlu olarak karşılayan Cumhurbaşkanı Sezer; "Konu hukuken kapanmıştır" şeklinde beyanat verirken, hukukçular AİHM kararının Üniversitedeki başörtüsü ile ilgili uygulamaları için kesin bir yasal dayanak olduğunu vurgulamışlardır. Hükümet ise konuya böyle bakmamaktadır. Nitekim Başbakan Erdoğan konuya daha değişik bir yorum getirmiştir. Erdoğan, özetle şöyle konuşmuştur;
"Bir defa bu konu bizim önümüzde bir sorun olarak vardır. Bugünün sorunu değildir. Sorunun geçmişi malumdur. Mahkemenin, bu yasağını bir genelleştirme olarak ele almayı yanlış buluyoruz. Bazı yayın organlarının 'nokta konmuştur, şöyle olmuştur, böyle olmuştur' ifadeleri çok yanlış. Bunlar art niyetli yaklaşımlardır. Neyin noktasını koymuşsunuz? Neye göre koymuşsunuz? Böyle bir şey olabilir mi? Başlıkların atılış şekli de çok yanlış. Bu karar, bu dosya olsa olsa kendi içinde değerlendirilebilir. Bunu böyle bir genelleştirme gayreti içine girmek maalesef art niyetli davranmaktan başka bir şey değildir. Bunu da özellikle ülkemdeki, bu konuyu böyle değerlendirme gayreti içinde ideolojik yaklaşımlarını ortaya koyanlara ifade etmek istiyorum. AİHM'nin kararını, AB sürecine mal ederek ve AB sürecinde de değerlendirme gayreti içine girenler de bir yanılgı içerisindedir. Çünkü bu da özgürlüğün bir parçası olarak ele alınmış bir konudur. İnsanların hukukunu yanlış yasalarla yok edemezsiniz. Geçici bir süre yok edebilirsiniz ama eninde sonunda bu hukuk yasa haline gelir, geldiği zaman da beklenen çözüme kavuşulmuş olunur. Bu sorunu da Türkiye kendi içinde toplumuyla halletmiştir. Millet olarak halletmiştir. Her zaman söylüyorum kurumların sorunu vardır, müesseselerin sorunu vardır, siyasi partilerin sorunu vardır. Bu sorun, kendi içinde çözülecektir. Çözüldüğünde de inanıyorum ki bu gerginlikler de kalkacaktır."
Bütün bu gelişmeler Türban konusunun halli yolunda mantıki hiçbir ilerleme olmadığını ve giderek gereksiz bir şekilde çözümsüzlüğe doğru sürüklendiğini göstermektedir. İster "Türban", ister "Başörtüsü" veya "Başbağı" olarak nitelendirelim. Türkiye'de bugün, aynen dün olduğu gibi başını örterek gezen kadınlarımız vardır. Bunlar yarın da olacaktır. Ve bunlar bu ülkede sonsuza kadar yaşayacaklardır. Ben şahsen ülkemin başörtüsü ile ilgili olarak bugünkü geldiği konumu ve yaşadığı görüntüleri hak etmediğini değerlendiriyorum. Dini vecibelerimizin ve inançlarımızın siyasi düşüncelerimize alet edilmesini kabul edemiyorum. Ama bu benim var olan bir gerçeği görmezlikten gelmemi de gerektirmiyor. Türk toplumu binlerce yıldan beri kadınlara değer vermiş ve Türk toplumlarında kadınlarımız erkeklerin yanında eşit şartlarda yerlerini almışlardır. Tarihsel gelişimi içinde Türk sosyal yaşantısında erkek ve kadın arasındaki ilişkileri dünya toplumlarına örnek olacak derecede çağdaş ve ilericidir. Bir kurumun yaşaması, gelişmesi, muvaffak olması o kurumun başına geçenlerin iyi huylu, dürüst, imanlı kişiler olmasına bağlıdır. Kadınlarımız Türk toplumunun baş tacıdır. Toplumumuzun yarısından da fazlasını teşkil eden bu kesimin her türlü problemlerinin çözülmesi toplum içinde karşılıklı dayanışma, birlik beraberliğimiz için şarttır. Her ne sebeple olursa olsun giydikleri kıyafetler yüzünden toplumun sadece bir kesimini dışlamanın çağdaş bir anlayış olmadığını değerlendiriyorum. Bırakalım çağdaş görünüm bozukluğunu, başörtü konusu Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Başbakan gibi en üst düzey yönetim kademeleri arasında önemli bir sorun olarak bulunuyorsa, orada milli bir tehlike vardır. Ve bunu tarafların mutlaka karşılıklı diyalog ve uzlaşı içinde çözmeleri gerekir. Basın önünde veya farklı ortamlarda yapılan karşılıklı suçlamalar çözümü getirmez, bu gelişmeler çözümü sadece çözümsüz hale getirmeye yarar.. Kanaatime göre, çağdaş ve modern normlara uygun olmayan abuk sabuk ve karşısındaki insanı rahatsız edici pespaye kıyafetle gezen insanlarımız ülkenin bütün yasal imkanlarından yararlandırılırken sadece başörtüsü takanların yasaklanması da doğru bir davranış olamaz.. Yasak getirilecekse hepsine getirilmelidir. Doğal olanı budur. Başörtüsü konusu ne yazık ki AK Parti yönetimi ile birlikte Türkiye gündeminin daima en önünde yer almıştır. Çünkü bu ülkeyi yöneten seçilmiş Başbakan, Meclis Başkanı ve Bakanlarımızın çoğunun hanımlarının başları örtülüdür. Oysa ülkemizi bu başı örtülü hanımlar değil, onlarla ayni dini inanışa sahip olduğunu ifade eden eşleri yönetmektedir. Eğer başörtüsü takan bu hanımlarımız devlet-millet hayatı için devlete ait kurumlarda bulunmalarını sakıncalı kılacak kadar tehlikeli hale gelmişler ise, onlar ile ayni düşünceyi paylaşan eşlerinin de ayni mahalde bulunmamaları gerekir. Bu müthiş bir çelişkidir. Ve mutlaka uzlaşı içinde çözülmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık bu tarz şekli sorunlarla değil, gerçekten ülkesini ve devletini çağdaş normlara taşıyacak daha ciddi işlere yönelmelidir. Bugün devletin üst kademesinde başörtü kavgası vardır. Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanın ve TBMM Başkanının eşlerini yok sayması ne kadar yanlış ise, hanımlarının başı örtülü olan devlet adamlarımızın da bu konuyu eşlerini evlerinde hapis tutarak çözdüklerini sanmaları da yanlıştır. Evet, bugün böyle bir sorun vardır. Bu sorun gerek AİHM'nin Leyla Şahin hakkındaki son kararı ve gerekse TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın bütçe görüşmelerindeki sert söylemleri ile daha da düğüm olmuştur. Sorunun çözüm yeri Avrupa mahkemeleri değildir. Sorunu çözecek olanlar halkımız da değildir. Sorunun çözüm makamı halkın seçtiği yöneticilerdir. Tepedeki başörtü kavgasının bu millete sağladığı hiçbir olumlu yansıması yoktur. Sayın Cumhurbaşkanı, en son Çankaya Köşkünde tertiplediği geleneksel Cumhuriyet Bayramı davetine TBMM Başkanı, Başbakan ve Bakanlar başta olmak üzere milletvekillerinin pek çoğunun eşlerini başörtüsü taktıkları gerekçesi ile davet etmeyerek bu uygulamayı adeta kurumsal hale getirmiştir. Basın tepedeki bu huzursuzluğu anında Türk ve dünya kamuoyuna aynen taşımaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı yasaların gereğini yaptığını söylemektedir. Bu davranış hukuken doğru olsa da bu çok garip ve çelişkili durumu dünya kamuoyuna anlatmak mümkün değildir. Türkiye'nin 2005 yılı sonunda geldiği noktanın bu olmaması gerekir. Şimdi konuyu biraz daha açarak irdeleyelim. AK Parti bugün 360 milletvekili ile iktidardır. Ve bu kadro 2007 yılına kadar iktidarda kalacaktır. Bu süre içinde değişecek Cumhurbaşkanlığı makamını Sayın Sezer büyük bir ihtimal ile Sayın Erdoğan'a veya Sayın Bülent Arınç'a devredecektir. Bu meclis aritmetiği ile bu sonuç kaçınılmazdır. İşte o zaman bugün tepedeki uzlaşmaz durumu gösteren Başörtüsü konusu gündemden kalkacaktır. Çünkü bu defa en tepede başı örtülü Emine Erdoğan veya Münevver Arınç bulunacaktır. TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın Bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmada bahsettiği tablo işte budur.. Bu sonuç kendi koşulları içinde gerçekçidir ve bu gelişmeyi önleyecek hiçbir güç şu anda mevcut değildir. Sonuç olarak; Bugün İktidardaki yönetim ile devletin üst kurumları arasında gözle görünen ve ülkeye zarar veren bir Türban Sorunu vardır. Devletin görevi sorun çıkarmak değil, sorunlara çözüm bulmaktır. Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın TBMM Başkanı ve Sayın Başbakan bu sorunu basın önünde tartışıp birbirleri ile çatışacaklarına, buna çözüm üretecek davranış içine girmelidirler. Vatandaşlarımızın tepede çatışmaya değil, uzlaşmaya ihtiyacı vardır. Bu uzlaşma yapıldığı takdirde gereksiz şekilde uzayan başörtüsü sorunu ülke gündeminden kalkacaktır. Şu anda meydana gelen taraf tutma ve zıtlaşma durumu da kalmayacaktır. Birbirini kılık kıyafeti için suçlayan değil, kılık kıyafet zenginliği ile kültürel açıdan zengin bir toplum görüntüsü verecek hale gelmeliyiz. Bunu başarabilir miyiz? Ben başarmamız gerektiğini vurguluyorum. Eğer sağduyu ile yaklaşılırsa kısa sürede bu sorunun ülke gündeminden kalkacağına inanıyorum. Bu konuda ilk adımı Sayın Sezer'in atması gerekmektedir. Çünkü Anayasamız 104 üncü maddesi ile Cumhurbaşkanına; "Türk milletinin birliğini temsil etme ve Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme" görevi vermiştir. Bu safhada ülkemizin üniversiteleri ile sivil toplum kuruluşları da fikir ve düşünceleri ile devreye sokulmalı çok geniş bir toplumsal uzlaşı içinde ortak nokta bulunmalıdır. Bu toplumsal uzlaşıyı müteakip gerekiyorsa yasal düzenlemeler yapılarak Türban Konusu Türkiye gündeminden ilelebet çıkartılmalıdır. Buna şiddetle ihtiyacımız vardır..
Dr. Tahir Tamer Kumkale 13 Kasım 2005 Pazar |
|
|