Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
12 Eylül'ün 25. yılında darbe söylentilerinin yeri ve anlamı yoktur. Türkiye darbeli günleri tarihe gömmüştür |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
|
Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1924) |
12 Eylül 1980 Askeri Harekatı'nı yapan kadronun çok yakınında bulunmuş biri olarak geçen 25 yılın muhasebesini çok iyi yapma imkanı buldum. O günden bu yana bu yönetime askerlerin el koyması harekatı hakkında yazıp-çizenlerin tamamına yakınının o günlerin mağdurları ve muhalifleri olduğuna şahit oldum. Olaylar daima bireylerin çektiği sıkıntılar bazında incelenmiş, ülkenin tamamına neler getirip götürdüğü hususu üzerinde durulmamıştır. Şurası unutulmamalıdır ki en kötü demokrasi idaresi dahi en iyi askeri idareden iyidir. 2005 Türkiyesi hürriyetlerin kısıtlandığı askeri yönetimlerden artık tamamen kurtulmuştur. Bunun en bariz göstergesi olarak; her on yılda bir askerlerin yönetime el koymaları ile sonuçlanan süreç bugün 25 yıla ulaşmıştır. Demokrasimiz 25 yıldız kesintisiz işlemektedir. Bundan sonrada işleyeceği kesindir.. Bugün 12 Eylül yönetimi acımasızca eleştirilir ve mutlaka cezalandırılması hususu açıkça dile getirilirken, geniş halk kesimlerinin bu harekat hakkındaki fikir ve düşünceleri dikkate dahi alınmamaktadır. Halkın vicdanında bu harekatı yapanların nasıl yer ettiği sorgulanmamaktadır. Kanaatimce halk o günlerde de ve bu günde 12 Eylül darbesinin arkasında yer almış ve askeri yönetimi desteklemiştir. Bunun göstergesi olarak; 12 Eylül yönetimince hazırlanan 1982 Anayasasının halkımızın % 92 sinin kabul oyu ile yürürlüğe sokulmuş olmasını görüyorum.. Halkın ihtilali yapan komutanlara saygısı ve sevgisi devam ettiği sürece, kanunlar ne derse desin 12 Eylül kadrolarının yargı sürecinin olamayacağını düşünüyorum. 1980-1985 yılları arasında bu ihtilalin üst kadrolarının özel karargahında görev almış biri olarak bizzat şahit olduğum olaylar hakkında tarihe ışık tutacak bilgi ve belgelerimi tasnif ettim.. Bir tarihçi gözü ile iyi ve kötü tarafları ile çok kapsamlı bir kitap hazırlığı içindeyim. Birkaç yıl içinde yayınlamayı planlıyorum.. Bu çalışmamın amacı kesinlikle yakınlarında çalışmakla her zaman gurur duyduğum 12 Eylül kadrolarını aklamak değildir. Amacım tarihe ve tarihçilere üzerinde çalışacakları bilgi ve belgeleri ulaştırmaktır. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden tam 25 yıl geçti. Dile kolay çeyrek asır ediyor. O gün doğanlar 25 yaşında ve ülke kalkınmasında yerlerini aldılar. Seçiyor ve seçiliyorlar. Her yerde bizde varız diyecek bir olgunluğa eriştiler. Yirmi beş yıl sonra ülkemin sokakları 12 Eylül harekatını hazırlayan sebeplerin başında gelen kanlı sokak hareketleri aratmayacak şekilde kaynıyor. Göstericiler güvenlik güçlerine saldırıyor. Yakıyor. Yıkıyor ve parçalıyorlar. Gönlüm bu görüntülerinin olmamasını diliyor.. Pek çok badireden geçerek, büyük sıkıntılara katlanarak bugünlere gelmiş ülkemin bu olayları hak etmediğini, geçmişte canı çok yanan insanlarımızın artık huzur dolu bir ortamın özlemini çektiğini biliyorum. Ama ne yapalım ki bu coğrafyada yaşamak zorunda kalan aziz milletim üzerinde dış oyunlar, kışkırtmalar ve provakatif saldırılar hiç bitmedi ve bitmeyecek. Bunu bilerek vatandaşlarımızın aklıselim ve sağduyu içinde olmaları, kışkırtmalara kapılmamaları gerekmektedir. Şimdi 12 Eylül Harekatını biraz daha detayına inerek değerlendirelim; 12 Eylül 1980 de yönetime askerlerin el koymasının 25 nci yıldönümünde pek çoğu Soros Vakfı gibi yabancı kuruluşlardan destek alan sivil toplum kuruluşları eskisine göre daha organize bir şekilde bu harekatı telin ettiler. Harekatı yöneten askeri liderlerin yargılanması isteklerini çeşitli vasıtalarla ve daha keskin bir uslup ile dile getirdiler. 12 Eylül 1980 Cumhuriyet tarihimizin önemli dönüm noktalarından biridir. İyi ve kötü yönleri birlikte değerlendirilmelidir. Çünkü tarihi olayları bugünün mevcut ve gelişen şartları içinde değerlendirmek yanlıştır. Bu bizi daima yanıltır ve bizi istemediğimiz sonuçlara götürür. İşte bu bakımdan her olay gibi 12 Eylül 1980 Askeri Harekatına da gerçekleştirildiği dönemin ülkemizde ve dünyadaki ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri koşulları göz önüne alınarak tarafsız bir gözle bakılmalıdır. 12 Eylül bugün kendini 68 Kuşağı olarak adlandıran ve benimde içinde bulunduğum nesil için önem arz ediyor. Bundan tam 25 yıl önce Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde ülke yönetimine el koymuş ve Genelkurmay Başkanı ile dört Kuvvet Komutanından oluşan 5 kişilik kadro MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ adı altında tam üç yıl süre ile ülkeyi yönetmiştir. Bu yönetimden en fazla sıkıntı görenler ise kendilerini 78 kuşağı olarak gören ve o günlerin üniversite ortamında bulunan geniş bir kesimdir. Ogün doğanlar bugün Üniversiteyi bitirdiler ve önlerindeki zorlu yaşam okulunun planlamasını yapıyorlar. O gün 10 yaşında olup olayları tam olarak anlayıp, kavrayacak yaşta olmayanlar bugün 35 yaşındadır ve artık ülke yönetiminde söz sahibidirler. Türkiye; Dünyanın merkezinde yer alan stratejik konumu, enerji bölgeleri ile enerji ulaştırma yollarını kontrol eden coğrafyaya hakim oluşundan dolayı daima dış tehdit odaklarının menfaatlerinin kesiştiği ve çarpıştığı bir düğüm noktasında kalmaya mahkumdur. Bu yüzden 82 yıllık kısa Cumhuriyet tarihimizde, Gazi Mustafa Kemâl Atatürk dönemi de dahil olmak üzere anarşi, terör, isyan, iç çatışma, kardeş kavgası hiç eksik olmamıştır. Bölgede güçlü, kuvvetli, zengin, huzur ve refah dolu bir Türkiye istemeyen dış güçler bütün imkân ve kabiliyetlerini birleştirerek bu ülke insanının birbiriyle daima savaş halinde olmasını arzulamış ve bunun için elbirliği ile çalışmışlardır. Bu coğrafyada yaşayan insanımızın kaderi budur. Bu saldırılar biz güçsüz olduğumuz sürece durmaksızın devam edecektir. Bu gerçeği genç nesiller çok iyi kavramak zorundadır. Her 12 Eylül yıldönümünde olduğu gibi, 25 yıl önce yönetime el koyan 5 Generalimizi faşistlikle, diktatörlükle suçlayan ve bu dönemi büyük bir baskı rejimi olarak niteleyen medya kalemşörleri ( Bu harekattan en az zarar gören kesim olmalarına rağmen) bugün yine ayni şeyleri yazarak alışkanlıklarının devam ettiğini göstermektedir..
Her 12 Eylül yıldönümünde olduğu gibi, 25 yıl önce yönetime el koyan beş komutanı faşistlikle, diktatörlükle suçlayan ve bu dönemi büyük bir baskı rejimi olarak niteleyen medya kalemşörleri bugün yine ayni şeyleri yazarak alışkanlıklarını devam ettirmektedir.. Artık tarihe mal olmuş günleri tarihçilere bırakmadan karalayan kalem sahiplerinin; ayni tarihçilerin, bu kişilerin 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrasında askerleri yönetime el koyması için nasıl teşvik ettiklerini, sonrasında da şimdi ASKERİ CUNTA olarak adlandırdıkları 12 Eylül askeri yöneticilerine nasıl alkış tuttuklarını, ve kendilerine kurtarıcı gözü ile bakıp methiyeler düzdüklerini de yazacaklarını bilmeleri gerekmektedir. Askeri ihtilaller ülkelerin yönetiminde hiçbir zaman çare değildir ve olmamalıdır. Çünkü askerlerin işi devleti yönetmek değildir. Ülkenin yönetimini askerlerin devralmasına imkan sağlamak ve askerleri bu işe zorla teşvik etmek ordumuza ve milletimize yapılan en büyük kötülük ve hıyanet olarak görülmelidir. Çünkü, "EN İYİ ASKERİ YÖNETİM, EN KÖTÜ DEMOKRASİ YÖNETİMİNDEN BİN KAT DAHA KÖTÜDÜR". Bu söz 12 Eylül 2005 Türkiye'si için çok doğrudur. Çünkü bugünkü küresel ortamda yapılacak bir Askeri İhtilâl ve yönetime el koyma olayının gerekçelerini ne halka, ve nede dış dünyaya anlatabilmek asla mümkün değildir. Fakat geçmişte yaşanan olaylar o günün şartları altında değerlendirildiğinde konuya bakış açılarımızın daha mantıki ve gerçekçi olacağı kesindir. Bugün ancak 12 eylül 1980 öncesi durumları doğrudan yaşayan bizim nesillerimiz olayları daha iyi değerlendirebilmektedir. Toplumsal ve sosyal olayları şahıslara bağlı kılmadan çok geniş bir perspektif ile ele almak gerekir. Olayların yarar ve zararlarının görülmesi uzun zamana bağlıdır. Bu yüzden 12 Eylül 1980 Harekâtı'nın devletimizin bekası açısından iyi ve kötü yanlarını tarihçilere bırakıp aklımızda kalan birkaç yönünü hatırlatmak istiyorum. 1980'li yıllarda içinde bulunduğumuz her alandaki aciz durumumuza; 60'lı yıllardan başlayarak anarşi ve terör faaliyetleri yüzünden daima kapalı bulunan okullarımızdan iyi tahsil alamayan ve ülkeyi şu anda bütün unsurları ile yöneten bizim nesillerimizin sebep olduğunu söylemem yanlış bir değerlendirme olmaz. Ama 1980 sonrası Milli Eğitim sistemimizdeki bütün aksaklıklara rağmen eğitim ve öğretim faaliyeti tam 25 yıldır her seviyede kesintisiz olarak, Atatürk İlke ve İnkılâpları doğrultusunda sürdürülmüştür. Bu günümüz ve gelecek nesillerimiz için çok önemli bir kazanımdır. Yeni yetişen çocuklarımızın bizim nesillerimizden çok daha kaliteli ve yeterli eğitim aldıklarına inanıyorum. Bunların iyi sonuçlarının ise ancak bir 10 yıl sonra görüleceğini de biliyor ve mutlu geleceğe güveniyorum. 12 Eylül 1980 öncesinde adeta askeri yönetimi haykırarak davet eden korkunç anarşi ve kaos ortamını bugünkü nesillere anlatabilmek, o ıstıraplı günleri kalemle tasvir edebilmek asla mümkün değildir. O karanlık günleri ancak yaşayanlar bilir. O kötü günler bugün unutuldu. O zamanı anlatan filmlerin ve belgesellerin tamamı askeri yönetimin tutuklu ve hükümlüleri ile bunların ailelerinin çektiği acıları yansıtan ve sıkıntılı günleri dile getiren senaryoları vurgulamayı daha reytingli buluyorlar ve inatla bu harekatı oluşturan sebep ve şartları dile getirmekten özellikle kaçınıyorlar. Bu filmlerde anlatılanlar tamamen doğrudur. Belkide az bile anlatılmaktadır. İnsanlarımız haklı ve haksız olduğuna balkımaksızın gerçekten çok büyük eza ve cefa çekmişlerdir. Ben bütün bunların dile getirilmesini fevkalade önemsiyorum. Aslında her askeri yönetim döneminde böyle insan onurunu ayaklar altına alan davranışlar olmuştur. Olmaması gerekirdi. İşin bu tarafını ilgilenenlere bırakıp ben konunun özüne ve sebeplerine dönmek istiyorum. 12 EYLÜL 1980 Askeri Harekatının oluşmasını sağlayan sebeplerden birkaçını sıralayalım. İşte hemen akla geliveren yaşanmış birkaç kötü örnek;
- İşçiler, memurlar, öğrenciler, sendikalar, polisler, hakimler, savcılar bölünmüşler ve bütün mesailerini birbirlerini ortadan kaldırabilmenin planları ile geçiriyorlar ve birbiri ile kıyasıya çatışıyorlar...
- Halkın tamamı kamplara bölünmüş, birbirini kırmak ve ortadan kaldırmak için silahlanmış. Kurtarılmış köyler, mahalleler, kurtarılmış kazalar ve iller meydana gelmiş. Bu kurtarılmış bölgelerde devlet hakimiyeti tamamen kalkmış, Sıkıyönetim İdaresine rağmen devlet buraları örgüt hakimiyetine terk etmiş. Türk bayrağı yerini kızıl ve yeşil bayraklara bırakmış. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yerini, Stalin, Lenin, Mao, Che Guevera, Enver Hoca ile Humeyni almış.
- Terzi Fikri adında bir gafil kişi, bu devleti tanımadığını bildirerek Ordu'nun Fatsa ilçesinde kendi adına Halk Cumhuriyetini ilan etmiş ve yöre halkına Sovyetler Birliğine bağlılık yeminleri ettiriyor.
- Her gün, her yaştan kadın, erkek, genç, yaşlı demeden ortalama 30 kişi terörist saldırılarda hayatını kaybediyor. Bir yıl içinde terör grupları tarafından öldürülen ve yaralananların sayısı Sakarya Meydan Muharebesindeki zayiatımızdan daha büyük. Bu terör kurbanlarının içinde üzerine 30 kurşun sıkılan altı aylık bebekler, en namlı gazeteciler, belediye başkanları, profesörler, Jandarma Genel Komutanları, bakanlar, milletvekilleri ve hatta Nihat ERİM gibi başbakanlar dahi var.
- İşçiler ekmek yedikleri fabrikalarını, işyerlerini işgal ediyorlar. Bu bin bir zorlukla oluşturulmuş milli serveti ateşe veriyorlar. Yakıyorlar. Yıkıyorlar.
- Okullarımız ve bütün üniversitelerimiz kapalı. Eğitim bütün yurtta durmuş. Bugün iftiharla başarılarını seyrettiğimiz üniversitelerimiz tamamen anarşi ve teröre teslim olmuş. Harabe haline gelmiş sınıf ve amfiler ile yakılan kütüphanelerdeki kitap ve dokümanların resimleri gazete sayfalarını dolduruyor.
- Yurdun her tarafında ilan edilen sıkıyönetim anarşi ve terörü önleyemiyor. Bütün yurtta gece sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Şehirlerimiz terkedilmiş mekanlar haline gelmiş. İnsanlarımız değil birbirinden, kendi gölgesinden dahi korkar hale dönüşmüş. Silahlı Kuvvetler bütün birlikleri ile büyük şehirlerimize yerleşmiş. Ev ev gezerek anarşist ve terörist arıyor.
- İki Meclisli TBMM altı aydır bir aday ismi etrafında uzlaşamadığı için ülkemiz vekil Cumhurbaşkanı ile, yani TBMM Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil tarafından yönetiliyor.
- Günümüzde birbiri ile çok iyi anlaştığına şahit olduğumuz ECEVİT, DEMİREL, ERBAKAN ve Merhum TÜRKEŞ liderliğindeki partililer hiç bir konuda anlaşamıyorlar, uzlaşamıyorlar. Bir araya gelemiyorlar ve sadece bu ortamın müsebbibi olarak birbirlerini suçluyorlar.
- Her an nerenin bombalanacağı ve nerenin yakılıp-yıkılacağı bilinmiyor. Camcılar, çerçeveciler cam takmaya yetişemiyor.
- Üretim tamamen durmuş. Benzin yok. Sigara yok. Sana yağı yok, Ekmek yok. Isınacak kömür yok. Evin en temel ihtiyacı olan tüpgaz kuyruklarında sabahlanıyor. Karaborsa ve fiyat anarşisi kontrol edilemiyor.
- Durdurun bu kanı, düzeltin bu anarşik ortamı diye haykıran ve bütün sıkıntıları yaşayan halkın sesini dinleyen makam yok.
İşte bütün bunlar ilk anda aklıma gelen ve tarafımdan yaşanmış birkaç örnek. Ama daha fazlasını öğrenmek isteyenler için gazete ve dergilerimizin arşivleri açıktır. Bugün ülkeyi bu durumdan çıkartan ve halka lâyık olduğu huzur ve güven dolu ortamını sağlayan Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamaya çalışanlara tarihçiler gerekli cevabı zamanı gelince vereceklerdir. Demokrasiler için gerçekten istenilmeyen bir yönetim olmasına rağmen; milli hislerin, milli şuur ve ihtiyaçların, ülkemizin geleceğine ilişkin kaygıların, ümit ve bekleyişlerin doğrultusunda; kanunların kendisine tanıdığı yetkilere dayanarak, komuta kademesinin kontrol ve denetiminde gerçekleştirilen "BAYRAK HAREKATI" ile gelen 12 EYLÜL ASKERİ YÖNETİMİ can güvenliği hiç kalmamış olan halkımızdan tasvip ve destek gördü. Dost ve müttefik ülkelerde ilgi ile izlendi ve genellikle de anlayışla karşılandı. Bayrak Harekatı'ndan sonra; Bakanlar Kurulu görevini üstlenen 5 Komutanın oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyine ve Konsey Genel Sekreterliğine çeşitli kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum örgütlerinden ülke sorunları hakkında görüşler, raporlar, çözüm önerileri, kanun taslakları gönderilmiştir. Bunları gönderenler içinde Parti Başkanı, Bakan, Milletvekilliği ve hatta Başbakanlık yapanlar mevcuttu. Gelen önerilerin ortak noktası; bu harekatı onaylamaları ve kendilerinin harekâtın icraatına bir şeyler katabilme niyet ve arzularıydı. Bu düşünceler 12 Eylül yönetimince dikkatle incelenmiş ve çoğu kısa süre içinde uygulama alanına geçirilmiştir. Kütüphanelerimiz ve arşivlerimiz meraklıları tarafından incelenmeyi bekleyen o günlerin çalışmalarına ait pek çok dokümanla doludur. 1983 Kasımında Genel Seçimler yapılıp normal düzene dönüldüğünde; 12 Eylül'ü en çok eleştirenler ve bu eleştirilerden prestij, oy ve çıkar sağlamaya çalışanların; siyasi geleceklerini, ilmi ve idari kariyerlerini ve hatta varlıklarını bu harekâtın yapılmasına borçlu olanlar olduğu görülmüştür. Bu kişiler; bürokraside, eğitimde, yönetimde daima kısır ve bağnaz çekişmeler içerisinde kalarak yaptıkları büyük hataları, devletin varlık ve bütünlüğü ile milletimizin birlik ve beraberliğine karşı işledikleri ağır suç ve davranışları; bu harekatı eleştirmek, yapılanları küçük göstermek ve hatta yok saymak suretiyle örtme, hafızalardan silme imkan ve fırsatlarını elde etmişlerdir. Bugün, 25 yıl sonra; 12 Eylül'ü zorunlu kılan yıkıcı, bölücü, yok edici, kardeş kanı dökücü; devletimizi, cumhuriyetimizi ve necip milletimizi büyük risk ve tehlikeler altına sokan ve varlığını tehdit eden korkunç eylemler tamamen unutuldu. 12 Eylül Yönetimini kapsayan üç yıl içinde; devlet yönetiminde, kamu ve hukuk düzeninde, toplumumuzun siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, bilim ve teknolojideki önemli gelişmeleri tamamen göz ardı edildi. Bugün basınımızın isim sahibi bazı kalemşörleri elbirliği etmişçesine o günlere ve o günlerin yöneticilerine ağır saldırılarda bulunmaktadır. Fakat bu gazeteci kardeşlerimizin unutmaması gereken bir önemli husus vardır. Arşivlerde halâ o günkü yönetime ithâf ettikleri methiyeleri duruyor. Halkımız artık bunları iyi tanıyor ve pek ciddiye de almıyor. Sonuç olarak; Türkiye artık askeri dönemleri bir daha açmamak üzere kapatmıştır. Askeri yönetimler bir daha gelmeyecektir. Gelmemelidir. Çünkü dünyanın şartları çok değişmiştir. Türkiye geri dönüşü olmayan globalleşme ortamına ayak uydurmuştur. Günümüz Türkiye'sinde bir askeri ihtilâlin hiç bir mantıkî sebebi bulunamaz ve artık halkın desteği de alınamaz. Bu husus zaten Türk SDilahlı Kuvvetlerinin Komuta Kademesince her fırsatta dile getirilmektedir. Konuya bu açıdan yaklaşarak, O günlerin şartları içinde gerçekleştirilen 12 EYLÜL BAYRAK HAREKATI' nı tarihçilere ve tarihe terk edelim. Ama o günlerden alacağımız pek çok ders olduğunu bilerek araştıralım, inceleyelim.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 12 Eylül 2005 Pazartesi |
|
|