Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
Türkiyeye ne oluyor? Neden oluyor? |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Türkiye süratle kaos ortamına sürükleniyor.
Asker evlâtlarımız mübarek Ramazan ayı dahi dikkate alınmadan PKK terör örgütü tarafından kahpece şehit ediliyor. Son aydaki şehitlerimizin sayısı kırkı geçti. Şehitlerimiz yurdun dört bir yanında öfkeli kalabalıkların teröre lanet haykırışlarıyla defnediliyor. Kin ve nefret duyguları giderek çoğalıyor.
Vatan topraklarında eşkıya güpegündüz yol kesip kimlik kontrolü yapıyor. Rütbeli askerleri esir alarak kaçırıyor. Asker-polis ayrımı yapmadan vatanın güvenliğini sağlayan insanlarımızı sokak ortasında ensesinden vurarak öldürüyor. Beyni yönlendirilmiş bazı basın çalışanları ile aydın geçinen birtakım gafiller, bu olayların yaratıcısı olan 30 yıllık PKK’yı adeta yok sayarak ölümlerden şehitlerimizin komutanlarını sorumlu tutmak hıyanetinde bulunuyorlar.
Yönetim ile ciddi bir diyalog ve işbirliği içinde olduklarını belirten İmralı’daki terörist başının destekçileri Abdullah Öcalan’ın affedilerek hapisten çıkacağı günün geldiğini pervasızca dile getiriyorlar. Mecliste yemin etmeyen BDP milletvekilleri toplantılarını özerklik ilan ettikleri Kürdistan’ın başkenti olarak belirledikleri Diyarbakır’da yapıyorlar.
Başbakan; “Şu mübarek Ramazan ayında maalesef yavrularımız şehit ediliyor ve yavrularımızı şehit eden bu bölücü terör örgütüne karşı, bizler şu anda bu mübarek ay vesilesiyle sabırla devam ediyoruz. Bıçak kemiğe dayanmıştır diyorum ve bunun faturası ağır olacaktır” diyor. Bu şekilde terör örgütüne Ramazan boyunca askerlerimizi öldürebilirsin ama Ramazandan sonra bunun hesabını soracağız anlamına da gelen biraçıklama terörle mücadelede başladığımız yere döndüğümüzü bildiriyor. Bu beyana PKK’nın cevabı Hakkâri’de biri binbaşı 8 asker evladımızı şehit etmek oluyor.
Suriye’deki şiddet olayları kontrol dışı artarak ilerliyor. Türkiye bu işin neresinde olacağına ve nasıl davranacağına karar verebilmiş değil. Daha doğrusu neden ve nasıl Suriye’nin iç olaylarına müdahil olduğumuz hakkında kamuoyuna yeterli bir açıklama yapılmış değil.. Halk bu konuda bilgisiz ve bilinçsiz..
Son derece güvensiz bir ortamda çok güçlü bir orduya ihtiyacımız fiilen ortada iken ordunun güzide general ve subayları her gün üçer beşer tutuklanarak Silivri ve Hasdal’a gönderiliyor. Kaynağı belli olmayan ihbarlarla hapse atılan, dijital tuzaklarla özgürlükleri ellerinden alınan, terörle ve teröristle mücadele ettiği için sahtekar itirafçıların yalanlarıyla hapse atılan kahramanları olan bir ordu’nun morali nasıl olur diye düşünen yok..
Bu kaos ortamında Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları orduya karşı yapılan hukuksuz davranışa karşı hukuk kuralları içinde önlem almalarının imkânsız hale geldiğini belirterek istifa ediyorlar. Bir kısım medya Silahlı Kuvvetleri adeta şamar oğlanına döndürerek her gün asılsız iddialarla manşet haberlerle karalamaya devam ediyor.
Şurası bir gerçek ki Türk Milleti; milli ordusuna, aydınlarına, yeraltı ve yerüstü kaynakları ile milli ve manevi kültürel değerlerine yönelik dış destekli çok yoğun bir ihanet dönemini yaşıyor. Plânlı şekilde sürdürülen psikolojik savaş operasyonlarıyla yıllardır beyni yıkanan milletimiz adeta akıl tutulması ile yaşadıklarını anlayamıyor ve muhtemel sonuçlarını algılayamıyor. Türkiye üzerinde menfaati olan küresel güçlerin arzu ettikleri şekilde Türk Halkı; son derece duyarsız, tepkisiz, şuursuz, ruhsuz ve milli bilincini kaybetmiş bir yığın görüntüsü içinde günlük yaşamını sürdürüyor..
Oysa biz milletçe bilmek zorundayız. Bu hızlı ve vahim gidişin görünen sonu bölünmedir. Üniter devlet yapısının ortadan kalkmasıdır. Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının silahla ortadan kaldırdığı SEVR Antlaşmasına dönülerek LOZAN’ın terk edilmesidir. Şüphesiz bu duruma sadece 9 yıllık Ak Parti iktidarı döneminde gelinmemiştir. Bu durumun yaratılmasında ülkemize karşı 25 yıldır sürdürülen planlı küresel psikolojik savaş saldırısına tedbir alamayan bütün iktidarların suçu vardır.
- Peki, bütün bunların sebebi nedir? Kimler bizden ne istiyor? Neden Türkiye ayağa kalkarak güçlendiği zamanlarda tökezleyerek düşürülüyor.? Neden şehit kanı dökerek elde ettiğimiz Anadolu topraklarında bizim rahat ve huzurlu bir yaşam sürmemiz istenmiyor ? İşte bunun sebeplerini bilmeden çözüm üretmemiz asla mümkün değildir...
Türk milleti tarihte pek çok defa bölünme ve yıkılma tehlikesi ile karşılaşmış ve değişik düşmanlarla mücadele etmiştir. Tarihimizin ders almamız gereken acı bir gerçeği vardır. Tarihte yer alan hiçbir Türk devleti dışarıdan gelen saldırılarla yıkılmamıştır. Türk devletleri dış tehdide karşı daima birlik içinde olmuş ve kendini korumasını bilmiştir. Türklerin bu karakteri düşmanları tarafından iyi bilinmektedir. Bu zayıf noktamız küresel güçler tarafından sıkça kullanılmakta ve bizi birbirimize düşürmekte başarılı olmaktadırlar.
Gazi ve arkadaşlarının kurtuluş mücadelesinde öncelikle karşılaştıkları tehdit kendi insanlarımızdan gelmiştir. Anadolu'nun pek çok yöresinde kandırılmış halk kitleleri Kuvvay-ı Milliye'ye karşı isyan etmişler ve sonunda bu isyanlar askeri güç kullanılarak bastırılmak zorunda kalınmıştır. Burada isyan edenler ve bastıranlar Türk'tür. Yani elde kalan ve düşmana karşı birlikte savaşması gereken son insan gücü daha başlangıçta bu iç mücadele sırasında birbirine kırdırılmıştır. İngiltere, Fransa ve Yunanistan'ın yoğun çalışmaları sonunda isyan ettirilen bölgelerde sükûn temin edildikten, yani cephe gerisi emniyete alınıp milli birlik sağlandıktan sonra Yunan’a karşı silahlı mücadele başlatılmıştır.
Bugün de ABD ve AB tarafından yönlendirildiği bilinen psikolojik harp saldırılarıyla milletimizin geleceği karartılmaya, bizi birbirimize düşürüp çatıştırmaya ve bölünmeye zorlanıldığımızı görüyoruz. Bu saldırılara karşı mücadelenin en etkin yolu, geçmiş tecrübeler ışığında aklımızı ve sağduyumuzu kullanmak, milli güç unsurlarımızı bilgilendirip bilinçlendirerek bu saldırılarla mücadele edebilecek bir seviyeye çıkartmaktır.
Bu maksatla günümüzün en etkili gücü olan bilgiye ulaşmamız, bilgiye egemen olmamız, bilgiyi değerlendirip yeni bilgilere ulaşmamız, yani bu zorlu mücadelede görev alacak insan gücümüzü çok iyi yetiştirmemiz gerekmektedir. İnsan gücümüzü iyi yetiştirmenin yolu da kendi köklerimize, kendi gelenek ve göreneklerimize ve bunlarla oluşmuş binlerce yıllık zengin kültür değerlerimize sımsıkı sarılmaktan geçmektedir.Kendimizi Türk milli kültür değerleri ışığında çok iyi yetiştirip milli niteliklerle karakterimizi teçhiz etmeli ve milli bilinçle güçlenmeliyiz. Oluşturacağımız milli benlik ile günümüz küresel saldırılarına karşı durmamız mümkün olacaktır.
Milli bilinçlenme ile milli benliğin kazanılması üç-beş yılda elde edilecek bir husus değildir. Plânlı, programlı ve disiplinli bir çalışmaya yani en az 15-20 yıllık sürekli bir gayrete ihtiyaç göstermektedir.
Bölgede huzurlu, sakin, ekonomik yönden güçlü ve istikrarlı bir Türkiye’yi milli çıkarları için tehdit olarak gören küresel odaklar her fırsatı değerlendirerek ülkemizi kana bulayan teröre destek vermeğe devam edeceklerdir. Bu savaş özellikle potansiyel gücümüz geliştikçe yani milli güç unsurlarımız belirgin bir üstünlüğe eriştikçe artacaktır. Türkiye üzerinde egemenlik isteyen güçler bu coğrafyadaki petrole, enerji ile doğu-batı ticaret yollarının denetimine ortak istemiyorlar. Hele bu ortak tam 500 yıl bölge haklarına hükümran olmuş Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye olunca işin boyutu değişmektedir.
Türkiye üzerinde egemen olmaya çalışan güçlerin bilinen ve açıkça ortaya koydukları saldırı sebebi olan petrol ve dünya ticaret yollarının kontrolü gibi stratejik sebeplere günümüzde eklenen bir diğer konuda sahip olduğumuz su kaynakları üzerindeki küresel kontrol ihtiyacıdır.
Biliyoruz ki yüz yıl önce insan yaşamında petrolün önemi yoktu. Ticaret yollarının güzergâhı da biraz masraf yapılarak değiştirilebilir. Fakat su, insanlar için olmazsa olmaz bir yaşam kaynağıdır. İnsanlarla beraber bütün canlıların hayati ihtiyacı olan suyun maddi değerini ölçmek mümkün değildir. Mezopotamya’nın ve dünyanın merkezi Ortadoğu’nun ayakta kalması için gerekli olan tek stratejik kaynak sudur. İşte Ortadoğu’yu sulayan bu suyun kaynağı da Türkiye’dedir. Yani musluk vanası bizim elimizdedir.
AB Komisyonunun rutin ilerleme raporlarında ısrarla belirtmesine rağmen basınımızca her zaman gözden kaçırılmaya çalışılan husus Türkiye'nin su kaynakları ile ilgili taleplerdir. Geleceğin dünyasının temel ihtiyaç maddesi olan ve bölgemizde stratejik bir silah değerinde olan su kaynaklarımız Avrupalıların iştahını kabartmaktadır. Bu çakallar sürüsünün sahip olduğumuz su kaynaklarımızı milli çıkarlarımız doğrultusunda kullanmamıza izin vermeye niyetleri yoktur.
Türkiye yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklarını henüz yeterinde kullanmamıştır. Son kırk yıldır anarşi ve terörle boğuşmaktan ve birbirimizi yemekten bu kaynakları ekonomik bir şekilde kullanmamız için imkân tanınmamıştır.
Sulu tarım yapılan topraklarımızı beş katına çıkaracak Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) için ayrılan devlet ödenekleri de bu bölgelerde çıkartılan PKK terör örgütü ile mücadelede silahlanmaya yatırılarak heba olmuştur. Bu şekilde GAP bölge ve ülke halkının hizmetine sokulamadığı gibi su kaynaklarımız da kontrol altına alınamadan Suriye ve Irak topraklarını sulamıştır.
Dünya hâkimiyetine oynayan ABD; Dünya nüfusunun %4,5 kadarını oluşturmasına rağmen, %26'sı petrol olmak üzere dünya kaynaklarının ortalama %30 yakın bir bölümünü kullanmaktadır. Aynı şekilde ABD ile her alanda yarışa giren AB; Çin, Hindistan, Japonya gibi gelişmiş ekonomiler de kendilerinde olmayan temel hammadde kaynaklarına artan biçimde ihtiyaç duymaktadır. Bunların elde edilmesi için büyük gayret göstermektedirler.
Bu doğaldır. Çünkü tek kutuplu dünya üzerinde dolar kontrollü küresel etkinliğini sürdürebilmek ve aynı zamanda, Ekonomik, Siyasi, Askeri, Bilimsel ve Teknolojik güç unsurlarının sürekliliğini sağlayabilmek için ABD ve diğer gelişmiş ülkeler, küresel düzeyde ihtiyaç duydukları bütün kaynakları denetim altında tutmak zorundadır.
Zaten jeopolitik bilimi bunu böyle dikte ettirmektedir. Jeopolitikçiler "Hayat Sahası Teorisi"ne uygun olarak, "Sende olmayan stratejik ihtiyaç maddelerini bu maddelerin bulunduğu ülkelerden zor kullanarak alabilirsin" diyerek kendi siyasetçilerini yönlendirmektedir.
Dünya üzerindeki su kaynaklarının denetimi gelişmiş ülkelerin öncelikli hedefleri arasında bulunmaktadır. Türkiye su kaynakları bakımından zengin sayılacak bir ülke olmamasına rağmen bölge ülkeleri ile mukayese edildiğinde mevcut su kaynakları açısından en zengin kabul edilmektedir. Türkiye komşularıyla aralarında sınır aşan sular dolayısıyla her zaman çatışma meydana gelebilecek bir konumda bulunmaktadır. Çünkü bazı akarsularımız iki ülke arasında sınır olurken, bazı akarsularımız bizden doğup dışarıya dökülmektedir. Olay çok yönlü ve çok teknik bir uluslararası çalışmayı gerektirmektedir.
Türkiye ve komşuları arasında su konusunun her zaman bir savaş sebebi olarak algılanacağı açıktır. Ortadoğu ülkelerinde günümüzün çok kritik enerji ham maddesi kabul edilen petrol bol olarak çıkmasına rağmen ne yazık ki su kaynakları ya çok kıttır, yâda Türkiye'den gelen su kaynaklarından elde edilen suyla yetinmek zorunluluğu vardır.
GAP tamamlandığında, yani akarsularımız tamamen denetim altına alındığında Suriye ve Irak tamamen bize bağımlı hale geleceklerdir. İşte bu durum ABD ve AB tarafından tespit edilmiş ve şimdiden bu ihtilafı bölgede körükleyebilecekleri çatışmaların sebebi yapmak için stratejiler üretmeye başlamışlardır. Bölgede su yüzünden çıkacak büyük savaşlar bu bölgeyi kontrol altına alacak küresel güçlerin ( bilhassa ABD ve AB'nin) işine gelmektedir. Bu şekilde bölgeyi daha kolay kontrol ve denetim altına alabilecekleri küçük devletçiklerin oluşmasına imkan yaratılmış olacaktır.
Özetleyecek olursa küresel menfaatlerin bize yapmak istedikleri açıkça ortadadır. O halde bizimde bu oyunu bozma yolunda aklımızı ve gücümüzü kullanarak buna imkân vermememiz gerekmektedir. Bu coğrafyada kaldığımız sürece ve Türk dünyasıyla birliktelik gayretlerimiz güçlendiği takdirde ülkemiz savaş alanı olarak kullanılmaya mahkûmdur. Bunu bilerek bu savaşın zayiatsız veya lehimizde sonuçlanması için uyanık olmamız ve kendi milli çözümlerimizi üretip acilen uygulamaya koymamız gerekmektedir.
Ak Parti on yıla yaklaşan devlet yönetiminde önemli tecrübeler kazanmıştır. Her türlü tedbiri hızla almaya yetecek kadar millet ve bürokrasi desteğine sahiptir. Ayrıca 88 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti devleti kurumsal olarak kendisine yönelik her türlü tehdidi kolaylıkla bertaraf edecek yeterlilikte milli güç unsurlarına da sahiptir.
Şimdi sıra bu gücümüzün muhtemel tehdit odaklarının ortadan kaldırılmasına yönelik sıklet merkezi yapılarak acilen kullanılmasına gelmiştir.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 17 Ağustos 2011 Çarşamba |
|
|