Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
"EN İYİ İLİŞKİLER, HER İKİ TARAFIN DA BİRBİRİNDEN BİRŞEYLER ALDIĞI İLİŞKİLERDİR."
Güzel Türkçemizde "GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ" şeklinde bir ATASÖZÜ'müz vardır. Bir süredir komşumuz Filistinde Yahudi İsrailli Filistinliler ile Müslüman Arap Filistinliler arasında çıkan olaylar bunun tam yakıştığı bir durumu sergiliyor. Kudüste başlayan ve hızla Batı Yakası ve GAZZE bölgelerine sıçrayan şiddet olayları giderek artan bir şekilde devam ediyor. 2 Ağustos tarihli yorumumuzda yaklaşan olayları aynen haber vermiş ve bu bölgede Türkiye'nin taraf olmadığı ve ağırlığının bulunmadığı bir ortamda gerçek bir barışın hiçbir zaman kurulamayacağını vurgulamıştık.
Filistin çok özel bir yer. HRİSTİYANLAR, MÜSLÜMANLAR ve MUSEVİLER için kutsal ve herne sebeple olursa olsun vazgeçilemeyecek topraklar. Kudüs başta olmak üzere her üç din için özellik arzeden yerler bu bölge sınırları içinde. Filistinin gerçek halkı olarak bugün ne arapları ve nede yahudileri gösterebiliriz. Bölge bugün inanç, kültür ve ırk olarak belkide dünyanın en karmaşık ve renkli yerlerinden biri.
Bölge halkı daima birbirleri ile çatışma içinde olmuş. Bölgenin gerçek sahibinin kendileri olduğu savına şiddetle sahip çıkan toplumların diğerleri üzerinde üstünlük kurmaya çalışması ile başlayan çatışmalarda asırlardır Filistin halkı daima kan ,gözyaşı ve şiddet görmüştür.
Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi ile 1517 'de tamamen Türk hakimiyetine giren bölgede tam dörtyüz yıl gerçek bir barış yaşanmış, bölge insanı her alanda zengin ve müreffeh bir yaşam sürmüştür. Her üç dine mensup halklar burada birbirleri ile aralarında en küçük bir çatışma olmadan sanki tek bir millet gibi yaşamışlardır.
OSMANLI İmparatorluğunun en zayıf devrinde Padişah II nci Abdülhamit'ten Osmanlı borçlarının karşılığı olarak Filistinden toprak talep eden yahudiler; Padişahın şiddetle karşı koyması üzerine bu hayallerini ancak İkinci Dünya Harbinin sonunda gerçekleştirdiler. İsrail Devleti'nin kurulması ile bölge halkının devamlı savaş ortamı içinde yaşaması olağan oldu. İsrail; " BU TOPRAKLARIN KENDİLERİNE TEVRAT İLE VADEDİLMİŞ KUTSAL TOPRAKLAR OLDUĞU (ARZ-I MEVUD-MÜMBİT HİLAL) Tezi ile "ÇUKUROVA DAHİL, ARZ'I MEVUD'UN GERÇEK SAHİBİ YAHUDİ MİLLETİDİR" demektedir. Bölgede asırlardır yaşayan Müslüman Filistinliler ise bunu kesinlikle kabul etmemektedir. Sonunda başlayan ARAP- İSRAİL KAVGASI neticesi gelmeyen çatışmalar haline dönüşmüştür. Araplar gerek tek tek ve gerekse toplu olarak İsraili bu topraklardan atmaya çalışmışlar ve fakat her defasında İsrail karşısında mağlup ve perişan halde dağılmışlar, şavaş ile beraber ellerindeki topraklarıda İsraile kaptırmışlardır.
Filistinin gerçek sahibi olduğunu iddia eden YASSER ARAFAT liderliğindeki FİLİSTİN KURTULUŞ TEŞKİLATI; Camp DAVİD Toplantılarının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine halkına verdiği sözü tutamamış 15 EYLÜL'de kuracağını iddia ettiği Bağımsız Filistin Devletini kuramamıştır. Bu şekilde ARAFAT; kendi halkının güvenini yitirmiş yarım asra yakındır devam eden mücadelesinin sonunu getiremeyen bir lider durumuna düşmüştür.
Daha öncede seyrettiğimiz Filistinin müslüman halkının İsrail işgaline karşı protestoları yeniden başlamış ve 15 EYLÜL beklentisinin şokunu yaşayan Filistin halkı yeniden sokağa dökülmüştür. Masum protesto gösterileri sonunda beklendiği gibi silahlı çatışmaya dönüşmüştür.
Dışarıdan ne şekilde telkinde bulunulursa bulunulsun, İsrail'in ayaklanmalara karşı tavrı kesin ve açıktır. Şiddete daha büyük şiddetle karşı koymak . O'nun temel politikasıdır. Dört bir yanı kendisini bu topraklardan atmak isteyen, kendisinden kat bekat güçlü düşmanlarla çevrili bulunan İsrail'in bu politikası, hayatta kalması için kendisi açısından uygun görülebilir. Fakat " şiddetin daima şiddeti doğurduğu, akan kanın daha büyük kanların akmasına zemin hazırladığı" düşüncesinden hareket edildiğinde, İsrail'in bu politikasının günü kurtarmaktan başka bir işe yaramayacağıda açıkça görülmektedir.
Bölgedeki olaylar dünyanın gündemine oturmuştur. Büyük haber ajansları dakikası dakikasına akan kanların dünyaya birebir görüntüsünü yaymaktadır. Şimdi sonuç ne olacaktır. Onu irdeleyelim. Kısa vadede Filistinli Arapların barış için hiç bir şansları görülmemektedir. Her defasında olduğu gibi İSRAİL; kendisi küçük ama etkisi büyük güçlü bir devlet olduğunu gösterecek, bütün dünyanın gözleri önünde hiç bir tenkid ve aleyhte fikri dikkate almadan silahlı gücü ile vede kanlı bir şekilde olayları bastıracak, bir dahaki ayaklanmaya kadar bölgede kesin hakimiyetini tesis edecektir. Bu şekilde bölgede barış değil yakın bir gelecekte meydana gelecek kan, acı, ızdırap, terör, tedhiş ve kargaşa dolu günlerin hazırlık safhası başlamış olacaktır. Yani bu kavga hiç bitmeyecek, nesiller boyu sürüp gidecektir. Peki bunun çaresi yokmudur? Bölge insanı neden barışa kavuşamıyor ? Bu kin ve kanı durdurmanın yolları yokmudur ? Bunu irdeleyelim. Öncelikle işin esasını bulalım. Bu topraklar Filistinlilerindir. Filistinliler; yahudidir, müslümandır, hristiyandır. İNANÇLARI FARKLI BİLE OLSA, AYNİ ORTAK VE YAKIN KÜLTÜRE SAHİP BİRBİRLERİ İLE KAYNAŞARAK BİNLERCE YIL BİRLİKTE YAŞAMIŞ AYNİ HALKTIR. Aralarındaki ayrılık sun'idir. Bu halklar bir büyük üst yönetim (otorite) altında binlerce yıl birarada yaşayabileceklerini isbat etmişlerdir. O halde yine yaşayabilirler. Bu ise halklar ve halkları temsil eden liderler arasında çok büyük bir uzlaşı ve dialoğu gerektirmektedir.
Bu büyük uzlaşının gerçekleşme yeri; CAMP DAVİD, LONDRA, BERLİN, PARİS değildir. Bu merkezler bu bölgeye daima kan,şiddet ve gözyaşı getirmişlerdir. Bu çok doğal bir gelişmedir. Bölgenin; KARIŞIK, KARMAŞIK VE BULANIK GÖRÜNTÜSÜ ONLARIN MİLLİ MENFAATLERİ İCABIDIR. ONLAR BARIŞTAN YANA DEĞİL DAİMA SAVAŞTAN YANADIRLAR. Bunu tarih ilmine biraz ilgi duyanlar kolaylıkla görüp anlayabilirler.
ŞİMDİ MESELENİN BİR DİĞER ÖNEMLİ CEPHESİNE GÖZ ATALIM;
1991'den itibaren fiilen dünyanın en büyük gücü konumuna geçen, ve dünyanın Jandarması rolünü üstlenen, ülkelerin büyük ağabeyi ABD; bilindiği gibi ülkeler arasındaki sorunları kendi milli çıkarları doğrultusunda çözümlemek için uygulanabilecek her türlü metodu başarıyla uyguluyor. Bu şekilde büyük devlet olduğunu her fırsattan istifade ile milletlerin kafasına çakıyor.
Amerikanın uyguladığı metotların başında CAMP DAVID çalışmaları geliyor. Adı ile meşhur yerler arasına giren bu bölgede problemli ülke liderlerinin birararaya getirilerek " KARŞILIKLI UZLAŞMA TOPLANTISI " adı altında kendilerine dikte ettirilen konuların bir ortak metinde toplanması ve ABD'ninde bu metinde yazılanlara garantör sıfatıyla kefil olduklarının açıklanması ile oyun sona eriyor. Bütün bu faaliyetlerin tamamen insancıl duygularla dünya ve bölge barışı adına yapılması'da işin kamuflajı oluyor.
ABD Başkanının spor kıyafetler içinde , iki ülke başkanı ile çok samimi bir ortamdaki barış için verdiği büyük çabalar dünya medyasına dakika dakika ve abartılarak aktatılıyor. Bu görüntülere dünya alıştı. Dünyanın en meşhur uzlaşı merkezi olan CAMP DAVID'in en son misafirleri bizi çok yakından ilgilendiriyordu. Tam 400 yıl barış içinde atalarımız Osmanlı'nın buyruğu altında barış ve huzur içinde yaşamış FİLİSTİN topraklarının yahudi ve müslüman sakinlerin liderleri ARAFAT ve BARAK kutsal topraklarının paylaşımı ve ortak kullanımı için büyük ağabeylerinin emir ve komutasında tam 15 gün boyunca yoğun bir çalışma içine girdiler. Sonuç tabii ki yok. Olmasıda zaten mümkün görülmüyordu. Toplantı sonrasında karışık olan durum biraz daha karmaşık hale getirildi
Burnumuzun dibinde 50 yıldır birbiri ile çatışan, bizim iki eski tebamız olan, ve bizim ağabeyliğimizi çok iyi tanıyan iki millet var. Biz bunları asırlarca kendi aralarında hiç bir çatışma olmadan ve refah içinde yönettik. Neden bizi doğrudan ilgilendiren bir barış sürecinin başlatılmasında hiç bir katkımız olmadı. Veya olamadı.
Amerika; okyanus ötesinden buradaki üç kuruşluk milli menfaaati için geliyor. Çaba harcıyor. Uğraşıyor. Bizim bu konuda iki dost ve kardeş millete arabuluculuk yapabileceğimiz aklımıza dahi gelmiyor.
ORTADOĞU - BALKANLAR - KAFKASLAR gibi sorunlar yumağı bir bölgede yer alan Türkiye; bölgede barış , huzur ,güvenlik ile ülkelerarası kooardinasyon ve uzlaşıyı temin edecek yegane devlettir.. Bunu en iyi şekilde yerine getirecek potansiyele sahiptir. İçinden deniz geçen dünyanın en güzel şehri İstanbul'da yüzlerce CAMP DAVID vardır. Yeterki sınırların dışını görebilecek kadar öngörüye sahip yöneticilere sahip olalım. Gönlüm artık bölgemize ait ve bizi doğrudan ilgilendiren sorunların çözümünde ABD, BM,AB gibi ülke ve kuruluşların değil; TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'nin etkin rol almasını istiyor. Yeterli gücümüz ve etkimiz var olduğunada inanıyorum. Konuya bu açıdan baktığımızda çözüm ANKARA'dadır. Ankara; bölgedeki güç dengeleri ile ,tutarlı ve tarafsız bir politika uygulayarak barışı sağlayabilecek, uzlaşmayı gerçekleştirecek yegane güçtür. Çünkü bölgedeki istikrar ve huzur ortamı en çok Türkiye'nin menfaatinedir. ANKARA; kendisinden beklenen bölgesel güç özelliğini kullanarak daha fazla kan dökülmeden derhal devreye girmeli ve bölge politikalarını kendisi yönlendirmelidir.
Tabiidir ki, ANKARA'nın bunun için kendi yerini ve konumunu yeniden değerlendirmesi gerekmektedir. Yakın tarihimizde yediğimiz dost kazıkları sayılamayacak kadar çoktur. İşte bir kaçı;
Kıbrıslı soydaşlarımızın katliamını önlemek için anlaşmalara uygun olarak yaptığımız Barış Harekatı sonucunca ayni pakt içinde bulunduğumuz dostlarımızın her alanda ambargo uygulaması ile karşılaştık,
ABD'lerinin emir ve talimatlarına aynen uyan; her çeşit istek ve öneriyi harfiyen yerine getiren TÜRKİYE; Körfez Krizindende en büyük dayağı yemiş ve en zararlı çıkan ülke olmuştur. Bütün ülkelerin saldırdığı IRAK'ın ekonomisinden daha kötü ekonomik şartlara sürüklenmiştir Bunun etklieri hala devam etmektedir...
Bugün yakın dostumuz ve müttefikimiz ABD'lerinin Temsilciler Meclisinde; Ermeni Soykırımı masalına kanılarak , olmayan hayaller olmuş gibi gösterilerek ,Türkiye'ye adeta sopa üzerine sopa atmanın hazırlıkları sürdürülmektedir.
Araplar ve İsrail arasındaki anlaşmazlık ve çatışmalar bölgede en fazla yine Türkiye'yi etkileyecektir. Oysa Türkiye'nin bugün hem içinde ve hemde çevresinde istikrar ve huzura ihtiyacı vardır. Bunun için hiç kimseden fikir ve icazet almaya ihtiyacıda yoktur. Yeterli devlet tecrübesi ve istediklerini yapabilecek potansiyel gücü vardır. Sayın yöneticilerimizin artık kendi güçlerini görme ve kendi başlarına desteksiz yürüyebileceklerini anlamaları zamanı gelmiştir ve geçmektedir.
21 nci asrın Türk Asrı olması, öyle durup dururken gerçekleşmez... İşte size fırsat. Girin araya. Gidin Ortadoğuya. Çağırın tarafları masaya. Hazırlayın BOĞAZİÇİ KAMPINI. Kurtarın milletleri kan ve gözyaşı deryasından. Kurun bölgesel istikrarı.
Türk Halkı yöneticilerinden bunu bekliyor. Umuyor. Ümid ediyor. Devlet gibi devlet olmamızı arzuluyor.
NEREDEN Mİ BİLİYORUM? Halkımdan biliyorum. Efendiler; bırakın birbirinizle kavgayı. Çıkın sokağa. Sorun insanlarınıza. Bakın size neler söyleyecekler. Size düşünemediğiniz ne dersler verecekler. Ama siz sokaktaki insanı ancak seçim zamanlarında oylarını almak için gördüğünüzden onların böyle ince ve derin devlet işlerinde fikri olmadığını zannediyorsunuz. Ama yanılıyorsunuz.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 11 Ekim 2000 Çarşamba |
|
|