Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
Libya'ya saldırı insanlık ayıbıdır |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk - 1920)
ABD güdümündeki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde alınan Libyaya askeri müdahale kararı Irak ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi bir insanlık ayıbı olarak tarihteki yerini alacaktır.
“Şafak Yolculuğu” adı verilen bu askeri müdahale kararı da bir önceki örneklerde olduğu gibi Amerika, İngiltere ve Fransa’nın baskıları ile alınmıştır.
19 Mart 2001’de akşam saatlerinde Hava Kuvvetleri ve donanmadan yapılan bombardıman ile Libya’ya yapılan askeri müdahale tamamen bağımsız bir devletin içişlerine yapılan doğrudan müdahale olarak değerlendirilmelidir.
Benzeri bir müdahalenin ayni süreçleri yaşayan Tunus ve Mısır’da da yapılması gerekirken gündeme dahi getirilmemiştir. Çünkü bu ülkelerin petrol ve doğal gaz gibi zenginlikleri yoktur. Yani diğer ülkelerde küresel güçlerin milli çıkarlarına etki edebilecek doğal kaynaklar mevcut değildir. Bu durumda Libya halkı; Kaddafi’nin değil sahip olduğu petrolun bedelini ödeyecektir.
Aslında bugün Libya’da olanlar insanlık alemi için yeni değildir. İkinci Cihan Harbini müteakip oluşan sistem içinde ülkelerin içeriden fethine yönelik senaryolar hep aynidir ve klişeleşmiştir. Yani her yeni ülke için rutin ve önceden bilinen adımlar atılmaktadır.
Küresel saldırı için küresel liderlerin takip ettikleri senaryoyu hatırlayalım; * Önce hedef ülkelerin yönetimine kolaylıkla etki edip yönetebilecekleri diktatörlerin gelmesi sağlanıyor. Bu diktatörlere her alanda destek verilerek ülkede bazı önemli kalkınma hamleleri yapması sağlanırken ülke ekonomisinin tamamen kendilerine bağımlı hale getirmeleri safhası tamamlanıyor. * Ülkede hakimiyetini pekiştirerek zenginleşen ve kendilerini ülkenin tek hakimi gören diktatörler zaman içinde kendini erişilmez ve vazgeçilemez görerek kendi halkına zulüm yapmaya başlıyorlar. * Zulüm ve haksızlık karşısında oluşan gayri memnun kitlelere dışarıdan her türlü maddi ve manevi destek sağlanarak daha önce getirdikleri diktatörün karşısına bu defa yeni diktaör adayları çıkartıyorlar. * İstedikleri zaman düğmeye basıyorlar ve destekleyerek çatışmaya hazırladıkları muhalif kesimleri “demokrasi isteriz “sloganları ile mevcut rejime karşı ayaklandırıyorlar. * Ayaklananlara karşı eski diktatör şiddet kullanmaya başlayınca bu defa küresel medya vasıtasıyla yaygarayı basıyorlar ve muhtemel bir müdahale için dünya kamuoyunu hazırlamaya başlıyorlar. * Diktatör ülkesinde yeniden kontrolu sağlamaya başladığında bu defa fiziki müdahale için yasal zemini oluşturmak üzere konu BM Güvenlik Konseyine getiriliyor. Burada klişeleşmiş ve önceden uygulanarak başarısı kanıtlanmış karar metinleri devreye sokularak işgale kadar gidebilecek askeri müdahale kararı alınıyor. * Artık diktatörün düşürülmesi zamanı gelmiştir. Bunun için her zaman ABD kooordinatörlüğünde oluşan askeri koalisyona mensup askeri güçlerin fiilen ülkeyi bombalaması safhası başlatılıyor. * Bombalamaları ve abartılarak gösterilen yıkıcı sonuçlarını dünya milletlerinin izlemesi sağlanıyor. Dünyanın bu yeni gündemi medyanın 24 saatini alıyor. Koalisyon güçlerinin ve muhteşem silahlarının masum halk üzerindeki yakıcı ve yıkıcı etkisi bir savaş filmi izler gibi izleniyor. Ve bu arada bedava olarak silah sistemlerinin reklamları yapılan silah tüccarlarının üretim çarkları çarklarını hızlandırılıyor. * BM güçlerinin resmen diktatörün askeri gücünü kırmak için yaptıklarını iddia ettikleri bombalama devam ederken diktatöre muhalif olan önceden hazırlanmış güçler yeniden toparlanıyor, silah ve teçhizatları yenileniyor, doğrudan diktatör güçlerine saldıracak hale getirilerek ülkede istenen iç savaş fiilen başlatılmış oluyor. * İç savaş esnasında bütün ülkede üretim duruyor, oluk gibi kardeş kanı akıyor, sonunda ülke yakılıp yıkılarak bütün milli güç unsurları ile zayıflatılarak tamamen dışa bağımlı bir hale getiriliyor. * Doğal olarak dış destekli isyancılar karşısında dayanamayan diktatör ortadan kaldırılıyor ve artık tamamen zayıflamış olan ülkeye kullanılacak piyon niteliğinde yeni diktatörler atanıyor. * Sonuçta bu ülkenin stratejik kaynakları ve doğal zenginlikleri çok daha uzun bir süre küresel güçlerin kontrolunda kalmaya devam ediyor.
İşte ABD tarafından ortaya atılan ve 24 İslâm ülkesine demokrasi getirmeyi hedef aldığı bildirilen Büyük Ortadoğu Planının ( BOP ) uygyulama şekli böyle oluyor. Tunus’ta başlayan bu plânın uygulama safhası şimdi bütün hızıyla devam etmektedir.
Türkiye, bu plânın içinde veya desteğinde yer almamalıdır. Çünkü BOP kapsamı içindeki ülkeler Osmanlı coğrafyası içinde yer alan ülkelerdir. Bu ülkelerde yaşayan halklar ile bizim tarihi, kültürel ve dini inanç birlikteliğimiz vardır. Ve bu ülkeler kesinlikle bizim düşmanımız değildir.
Türkiye, bu ülkelerin askeri güç kullanarak işgale kadar gidebilecek bir müdahaleye katkıda bulunduğu takdirde ayni durumun kendi başına da gelebileceğini bilmek zorundadır. Çünkü, Türkiye’nin toprakları üzerinde de 30 yıla yakın bir süredir ayrılıkçı güçlere karşı Alçak Yoğunluklu Savaş icra edilemektedir. Türkiye dışarıdan desteklenen bölücü unsurlara karşı mevcut bütün milli güç unsurları ile topyekün mücadele etmektedir. Bir bakıma bugün Kaddafi’nin Bingazi’de yaptığının benzerini uygulamaktadır. Nitekim konu Kaddafi tarafından ayni şekilde dile getirilmiştir. “Kaddafi; “İçeride devlete isyan eden kesimler var. Bunları bastırıyorum. İç işimdir karışmayın” demiştir.
Şimdi bundan sonra ne olabileceğini değerlendirelim. Kaddafi sıradan bir lider değildir. Kırk yıldır Libya’nın tek hakimidir. Gücünün farkındadır. Ülkesini ve insanını iyi tanımaktadır. Libyanın geçmişinde dış güçlere karşı yapılmış iki büyük mücadele olduğunu iyi bilmekte ve bu hususu her ortamda dile getirmektedir.
Bu mücadelelerden ilki; 1911-1912 tarihlerinde olmuş ve aralarında Mustafa Kemal’inde bulunduğu Osmanlı subayları İtalyan işgaline karşı Libya halkını örgütleyerek çok önemli bir direniş örneği göstermişlerdir.
İkincisi ise, Ömer Muhtar liderliğinde Faşist İtalyanların Libya'yı sömürgeleştirme politikasına karşı 1923'te başlatığı direniş hareketidir. Tamamen mahalli güçlere dayanarak başlatılan direniş hareketi 1931 yılına kadar devam etmiştir.
Nitekim Kaddafi; yaptığı ilk konuşmada bu saldırının yeni bir haçlı seferi olduğunu belirtmiş ve Libya halkını haçlı direnişine karşı mücadele için silahlanmaya çağırmıştır.
Kanaatimce Kaddafi’nin havadan ve denizden yapılacak bombardımanlara karşı koyması güçtür. Çünkü gücü çok sınırlıdır ve sınırsız askeri güce sahip koalisyon güçleri karşısında yapabileceği fazla bir şey yoktur.
Kaddafi tipinde bir liderin içine düştüğü durumu kabullenmesi zordur. Sonuna kadar direneceği açıkça görülmektedir. Fakat direndiği müddetçe Libyada taş taş üstünde bırakılmayacağını da görecektir. Sonunda kırk yıldır oluşturmaya çalıştığı modern Libyanın geleceği için iktidarı terk etmek zorunda kalacaktır. Aslında Kaddafi tipinde liderlerin ülkesini terk etmesi de beklenmemelidir. Yenilgiyi kabul ettiği anda hayatına kendisinin son vereceği değerlendirilmektedir.
Son söz olarak; benzeri şartlarla Irak ve Afganistan’ın işgâl edilmesi ile milyonlarca masum insanın katledilmesini gördük. Şimdi ayni insanlık suçunun Libya’da yaşandığına şahit oluyoruz...
Libya halkı kendi sorunlarını kendi çözecek güce sahiptir. Libya halkı Türk milletinin dostu ve kardeşidir. Türkiye, Libya'da gerçekleştirilen insanlık suçuna asla ortak olmamalıdır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 20 Mart 2011 Pazar |
|
|