Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
Kıbrıs'ta işgalci değil ev sahibiyiz |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’nun 7-9 Ocak 2011’de Erzurum’da gerçekleştirilen Üçüncü Büyükelçiler Toplantısında söyledikleri tarihimizde kara bir leke olarak kalacaktır. Dostluk ve kardeşlik sloganları eşliğinde Erzurumdaki kayak tesislerinin açılışına Başbakan Erdoğan’ın davetlisi olarak katılan Yorgo Papandreu’nun hiç sıkılmadan ve korkmadan Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgâlci olmakla suçlaması ve Türk uçaklarının Egedeki uçuşlarını durdurması gerektiğini belirtmesi çok ciddi ve üzerinde önemle durulması gereken bir olaydır.
Papandreu T.C devlet erkanının ve Türk diplomasisini yürüten büyükelçilerimiz önündeki “Kıbrıs'ta işgal sürdüğü müddetçe Türkiye AB üyesi olamaz." Söylemiyle bizi kendi ülkemizde tehdit etmiştir. Bu davranışıyla içinde bulundukları ağır ekonomik kriz yüzünden Yunan halkı nezdinde kaybettiği itibarını Erzurumda ezeli düşmanı Türklere karşı yaptığı kahramanca(!) çıkışla yeniden kazanmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
Papandreu’nun Anadolu’nun bağrından dile getirdiği sözlerinin Yunan basınındaki yankıları değerlendirildiğinde kendi çapında çok da başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Milli mücadelemizin başlangıç noktası olan dadaşlar diyarında misafir olarak bulunulan bir ortamda ev sahiplerini bu derece ağır sözlerle suçlayacak cesaretin gösterilmesi dış politikamızın acizliği açığa çıkarmıştır.
Kıbrıs davamızda hukuken tamamen haklı olduğumuz gerçeğine rağmen Başbakan Erdoğan; "Türk Ordusu Kıbrısta işgâlci değildir, soydaşlarımızı Rumların katliamından kurtarmak için uluslararası hukuka uygun şekilde garantör devlet olarak oradadır. Bizi AB'ye kabul etmek için Türk askerinin Kıbrıs'tan çıkmasının şart koşulması hukuka aykırıdır. Türk milletinin böyle bir şartı kabul etmesi asla mümkün değildir. Ayrıca, Kıbrıs’ın güneyinde de Yunan Ordusu vardır ve İngiliz üsleri de hâlâ adadadır. Onlar oradayken Türkiye’yi ve Türk askerini işgalci ilan etmek ahlaksızlıktır.” Diyememiştir.
Yunanistan başbakanının suçlamalarını yumuşak bir dille cevaplayan Erdoğan’ın sözlerinin yandaş medya tarafından “Başbakan Erdoğan Papandreu’ya çok sert cevap verdi” şeklinde manşetten verilmesine rağmen her iki başbakanın konuşmalarını görsel basından izleyen halkımız gerçekleri bütün çıplaklığı ile görmüştür.
Milletimizin beklentisi ve gönlümüzden geçen Başbakan Erdoğan’ın “One Minute” gibi sert bir çıkış yapmasını görmekti. Böyle bir çıkış için zaman ve ortam müsaitti. Ne yazık ki yakalanan bu güzel imkandan yararlanılamamıştır.. Keşke Başbakan Erdoğan, Papandreu’nun bu akıldışı cüretine karşı derhal en ağır şekilde tepki verebilseydi. Keşke, tam 37 yıldır uzlaşmaz tutum içine girerek ABD ve AB desteği ile kurulan korsan Kıbrıs Cumhuriyetinin biz tanımadığımız sürece asla egemen bir devlet olamayacağını düşmanlarımızın kafasına çakabilseydi.
Eğer, uluslarası diplomaside birdenbire gelişen bu çok güzel bir fırsatı iyi değerlendirebilseydik, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı bundan sonraki tutumunda çok daha dikkatli olması gerekliliğini ilk elden dikte ettirmiş olacaktık. Ayrıca Türkiye’nin Kıbrıs politikasının Türkiye ve Anadolu Türklüğünün tamamının desteklediği milli bir politika olduğu bir kere daha ortaya konulmuş olacaktı. Sonunda Türkiye, Kıbrıs ve AB ile ilişkilerinde atacağı müteakip adımlarda haklılığının verdiği güçle daha dik durabilecekti. Bu şekilde küresel güçlerin çekim alanındaki bu küçük ama stratejik adada son sözün daima bizde olduğu vurgulanmış olacaktı. İlave olarak böyle başarılı bir gelişme Başbakan Erdoğan’a ve partisine haziran seçimlerinde oy olarak yansıyacaktı. Devletler arası ilişkilerde yöneticilerin şahsi yakınlıkları ve dostlukları elbette güzel bir gelişmedir. Liderlerin dostlukları iki ülke arasındaki diyalogun devamlılığında faydalı bir yöntemdir fakat sorunların çözümünde asla geçerli değildir. İlişkilerin sağlamlığı karşılıklı menfaatler arasında ortak noktanın bulunarak muhafazası ile belli olur.
Yunanistanla dostluk ve kardeşlik ilişkileri içinde bulunmamız bizden daha çok Yunanistan’ın çıkarları için önem arzeder. Bulunduğu coğrafi zorluğa ve milli güç unsurlarımız arasındaki Yunanistan aleyhindeki güç dengesizliğine rağmen Osmanlı’dan istiklâlini kazandığı 1829’dan itibaren saldıran ve düşmanca davranan taraf hep Yunanistan olmuştur. Yunanlı yöneticilerinin ortak vasfı, tamamen Türkiye’yi hedef alarak tespit ettikleri on maddelik Büyük Yunanistan İdeali (Megal-i İdea)’ne sıkı sıkıya bağlı kalmak zorunda olmalarıdır. Bir bakıma Yunan halkı eğitim sistemi içinde özellikle kendilerine empoze edilen Türk düşmanlığı ile birbirine kenetlenmekte ve bu müşterek düşmana karşı devamlı hazır olmak gibi bir paranoya ile yetiştirilmektedir. Yani her Yunanlı devlet politikası olarak Türk düşmanı olmak zorundadır.
Sözün özü; Başbakan Erdoğan’ın sık sık vurgu yapmasına rağmen Yunanistan Başbakanı Papandreu bizim dostumuz ve kardeşimiz değildir. Biz ne dersek diyelim onlar bizimle dost olmak istemediklerini her fırsatta ve her platformda ortaya koymaktan çekinmemektedirler. Nitekim Papandreu’nun Erzurum’daki pervasızca sözlerini de bu yetişme tarzının bir tezahürü olarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Yunanlıya göre Türk düşmanı olmak ve bunu ortaya koymak doğal bir davranıştır. Aksini söylemesi zaten mümkün değildir. Yunanlı yöneticilerin karşılıklı çözüm sözü ile anlattıkları 190 yıldır değişmeden hep ayni kalmıştır. İstanbul merkezli Büyük Bizans ile Doğu Karadenizde Rum Pontus Devletini kurmak ve Türk askeri yüzünden yarım kalan Kıbrısın işgâlini tamamlamaktır. Yani bizimle dost olabilmeleri için bizim onlara istediklerini kayıtsız şartsız vermemiz gerekmektedir. Bu hedeflerine asla erişemeyeceklerini de iyi bildiklerinden dostluk ve kardeşlik sözlerini hep yarım ağızla söylemektedirler.
Yunanistan, Türkiye ile asla dost olamayacağını geçen hafta bir kere daha ispat etme fırsatı bulmuştur. Atina'yı ziyaret eden Ermenistan Devlet Başkanı Şerj Sarkisyan'ı ağırlayanYunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulias tarafından Papandreu'nun Erzurum’daki söylemlerine benzer mesajlar verilmiştir. Sarkisyan'ın onuruna verilen yemekte Cumhurbaşkanı Papulias; “Türkiye'nin Avrupa üyeliği yolundaki en büyük engelin Kıbrıs sorunundan kaynakladığını” vurgulamış, "1915 soykırımı ile Pontus soykırımı aynı barbarlar tarafından yapılmış; halklarımızın katletilmesine yol açmıştır" diyerek ezeli Türk düşmanlığının takipçisi olduklarını belirtmiştir.
Sonuç olarak; AB’ne tam üye yapılarak bütün adanın tek hakimi olarak kabul edilen Kıbrıs Rum tarafı ile uzlaşmak ve birarada yaşamak Kıbrıs Türk toplumu için artık mümkün değildir. Zaten Rum tarafı da her fırsatta Türklerle birarada yaşamalarının mümkün olmadığını açıklamaktadır. Onlar şimdi Türklerle birarada yaşamanın değil, mevcut statülerini koruyarak KKTC ve Türkiye’den daha neleri koparabileceklerinin hesabı içine girmişlerdir.
Her Türk’ün gururla haykırması gereken husus; Türkiye’nin Kıbrıs’ta işgâlci değil, ev sahibi statüsünde bulunmakta olduğudur. Bu ev sahipliği asla hayali değildir. Bütün dünyanın bildiği tarihi ve coğrafi gerçeklerin sonucudur.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafının uzlaşmaz tutumlarına devam etmeleri karşısında bize yapılacak tek şey kalmıştır. O’da KKTC’nin egemenliğinin dünya devletleri tarafından tanınmasını sağlayacak yeni bir strateji uygulamaya başlamamızdır. KKTC’nin ayrı bir devlet olduğunu dünyaya kabul ettiremediğimiz takdirde, KKTC’nin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 82 nci vilayeti olarak ilanından başka çare kalmamaktadır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 23 Ocak 2011 Pazar |
|
|