Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
Darbeler ve darbeciler kaderimiz değildir |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1924)
Bugün 12 Eylül 2009. Gnkur. Bşk. Org. Kenan Evren komutasında gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 29 uzun yıl geçti. Askerler Kasım 1983’de yapılan seçimleri kazanan Turgut Özal başkanlığındaki Anavatan Partisine yönetimi teslim ederek kışlalarına döndüler. Ama darbeler ve darbeciler geçen süre zarfında Türkiye gündeminin daima ön planında yer aldı.
İnternet ortamında elden ele dolaştırılan aşağıdaki liste ve benzerleri 12 Eylül yönetiminin boynunda kara yafta gibi asılı kaldı. Kim hazırlamış, bu bilgileri nereden derlemiş bilinmez ama darbe gününü ve ortamını hatırlamayan bugünün genç nesilleri her yerde bu listeyi gördüler. İnsanlarımıza 12 Eylül 1980- 15 Kasım 1983 askeri yönetim kesiti hep bu kara tablo ile hatırlatıldı.
“12 Eylül döneminde, 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi ise fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişi asılarak idam edildi, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi de “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. Toplam 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 171 kişi işkenceden öldü. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirirdi. 937 film sakıncalı görülerek yasaklandı, 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu, 3854 öğretmen ve 120 üniversitede öğretim üyesinin işten atıldı.”
12 Eylülde ülke yönetimine el koyan beş generalden KKK. Org. Nurettin Ersin ile J. Genel Komutanı Org. Sedat Celasun hayatta değiller. Genkur. Bşk. Org. Kenan Evren(92), Hv.K.K. Hv.Org. Tahsin Şahinkaya (84) ve Dz.K.K Ora. Nejat Tümer (85) siyasi ortamın tamamen dışında yaşlı birer asker olarak köşelerine çekilmişlerdir. Darbeler ve Darbeciler ile ilgili tartışmalar 27 Mayıs 1960 yılındaki ilk askeri darbeden itibaren ülke gündeminden hiç düşmemiştir. Bugün de dördü orgeneral rütbesinde çok sayıda asker Ergenekon davası kapsamında darbe teşebbüsü suçlamasıyla yargılanmaktadır.
Her yıl olduğu gibi bu yılda çeşitli sivil toplum kuruluşları 12 Eylül karşıtı eylemlerle darbeleri lanetleyip darbecilerin yargılanmaları isteklerini tekrarlayacaklardır. Bu iş artık rutin gösteriler haline dönüşmüştür. Geçen 29 yıl boyunca darbe yazıp-çizenlerin o günlerin mağdurları ve muhalifleri olduğu görülmektedir. 12 Eylül olayları daima bireylerin hapishanelerde çektiği sıkıntılar ve bilhassa yapılan işkenceler bazında incelenmiştir. Konu incelenirken insanlık dışı bireysel tutum ve davranışlar çerçevesinde kalınmıştır. Darbeyi oluşturan etkenler ile darbelerin ülkeye neler getirip- götürdüğü üzerinde yeterince durulmamıştır. Kanaatimce asıl incelenmesi gereken husus budur. Yani, darbelerin olmasını sağlayan koşulların tam olarak tespit edilerek bunları ortadan kaldıracak tedbirlerin geliştirilmesi araştırılmalıdır.
Halkıız inanıyor ki, en kötü demokrasi idaresi dahi en iyi askeri idareden iyidir. Bütün askeri darbe hazırlığı söylemlerine rağmen günümüz Türkiye'si hürriyetlerin kısıtlandığı askeri yönetimlerden tamamen kurtulmuştur. Demokrasimiz bazı küçük aksaklıklarına rağmen kesintisiz işlemektedir. Bundan sonrada işleyeceği kesindir.
Askeri darbeler bu ülkeyi ileriye değil, daima geriye götürmüştür. Bu gerçektir. Askerlerin görevi ülkeyi yönetmek değil, ülkeyi yöneten siyasi idarenin emir ve direktifleri doğrultusunda ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamaktır. Askerler ülke yönetme eğitimi değil, harp sanatını öğrenmek ve bunu savaş sırasında uygulamak eğitimini alırlar. Bu görev ise çok zor ve meşakkatlidir. Ayrıca yoğun bir çalışma programını gerektirmektedir. Eğer askerler ülke yönetimine kalkışırlarsa kendi asli görevlerini yapamazlar ve bu durumda ülke her türlü iç ve dış tehdide karşı açık hale gelir. Ülkenin kurum ve kuruluşları her alanda zayıflar ve küçülür.
12 Eylül dâhil bütün askeri yönetim dönemlerinde zannedildiği gibi sadece siviller değil, bizzat askerler en büyük zararı görmüştür. Ne yazık ki askeri darbeler bu yönü ile hiç incelenmemiştir.
27 Mayıs 1960 darbesi iktidardaki partisine karşı yapılmış olarak görülmesine rağmen işin doğrusu asıl darbeyi ordunun bizzat kendisine karşı yapmış olmasıdır. Milli Birlik Komitesi içinde yer alan orgeneralden yüzbaşıya kadar değişen rütbelerdeki 38 kişi öncelikle mevcut askeri sistemi altüst etmiştir. Binlerce yıllık geleneklerini yaşatan Türk ordusunda askeri hiyerarşi tepetaklak olmuştur. Ordu Komutanları yüzbaşılara selam durur hale gelmiştir. İstiklal Harbinin başarılı subaylarından eski Genelkurmay Başkanı ve DP milletvekili E.Org. Nuri Yamut askerlerin kendisine karşı yaptığı aşağılayıcı muameleye dayanamamış ve yassıadada hapiste iken kahrından ölmüştür. Yine zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun Yassıada mahkemesi tarafından idama mahkûm edilmiştir.
27 Mayıs darbesini önce 22 Şubat 1961’de Harbokulu Komutanı Alb. Talat Aydemir ayaklanması izledi. Aydemir ve ekibinin ordu ile ilişkileri kesildi. 1 Mayıs 1963’de tekrar isyan eden Albay Talat Aydemir kendisi ile birlikte Harbokulu camiasını da yaktı. Alb. Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan asılarak idam edilirken yüzlerce subay hapse mahkûm oldular. 1459 Kara Harp Okulu öğrencisi okuldan atıldı. Kara Harp Okulu, 1963-1964 yıllarında subay mezun etmedi ve kıtalarda erlerin eğitimi yedek subaylara kaldı. Bu da yetmedi. Bir gece ani bir emirle yedi bin kadar subay emekli edildi. Tümenlerin komutası albaylara kaldı. Ordu bu yıkımı kolayca atamadı. Dağılan hiyerarşik düzeni toplamak çok zaman aldı. Burada ordu ne memleketi yönetebildi, ne de kendi asli görevini yapabildi.
27 Mayıs darbesini 12 Mart 1971 darbesi izledi. Ordu bu defa yönetime el koymadı ama verdiği muhtıra ile sivil yönetime bir dizi yaptırım uyguladı. Bu dönemde de yine ordu içinde birbirine karşıt pek çok grup oluşturuldu. Bu gruplar birbiri ile çatışma içindeydiler. Ziverbey köşkünde yargılanan ve işkencelerden geçerek ordu ile ilişkisi kesilenlerin pek çoğu üst rütbeli askerlerdi.
12 Eylül 1980’de de benzeri olaylar görüldü. 1978 devresinin tamamına yakını anarşik olaylara katıldığı gerekçesi ile askeri mahkemelerde yargılandı ve çoğunun ordu ile ilişkisi kesildi. Başlangıçta siyasi kadroları ağırlamak izin hazırlanan İstihbarat Okulunun hapishane haline getirilen odalarını 1982 yılı içinde askerler doldurmaya başladı. Ordu yine kendi içinde temizliğe girişmişti. Pek çok subay burada sorgulandıktan sonra hapsedildi ve ordu ile ilişkisi kesildi. Ama bu konu da pek dışarıya yansımadı.
Gerçek şudur. Darbe dönemlerinde ordu asli görevinden uzaklaşarak ihtisası olmayan devlet sorunları ile uğraşmak zorunda kalmakta ve doğal olarak zaten yürümeyen devlet çarkını daha da zor durumlara sokmaktadır. Görüyoruz ki, darbelerin sorunu sadece sivillere yapılan işkencelerle sınırlı değildir. Bu darbelerden en çok etkiyi ve zararı bizzat darbeyi yapanlar, yani askerler görmektedir. Ve sonunda ülke daha güvensiz hale gelmektedir. Bu durumu iyi değerlendiren 12 Eylül yöneticileri, bir daha darbelere yol açabilecek ortamlar oluşmasını ve devletin düzenini bozacak olayların meydana gelmesini önlemek amacıyla yasaklarla dolu olan 1982 anayasasını hazırlatmışlardır. Sonunda yasaklarla bir sonuç alınamayacağı görülmüş ve geçen süre içinde bu anayasanın her tarafı değiştirilerek bambaşka bir şekle sokulmuştur.
Askerler bir daha yönetime el koymak zorunda kalmamaları için, ülke meselelerini siyasi yönetimlerle eşit ortamlarda tartışabilecekleri Milli Güvenlik Kurulunu anayasa ile güçlendirmişlerdir. Burada cumhurbaşkanının yönetiminde yürütme erki ile bir araya gelerek sorunlara çare bulunabileceğini düşünmüşlerdir. Bugün bu kurul yine vardır. Ama Ak Parti döneminde bu kurulun içi boşaltılarak gücü azaltılmış, sivil üyelerin sayısı arttırılmış ve ilk atanan sivil genel sekreterinin tabiri ile MGK artık bir Think Tank kuruluşu (Fikir Kulübü) haline dönüştürülmüştür.
Konunun dikkatlerden kaçan çok önemli bir yanı da halkın askeri darbelere bakış açısının iyi değerlendirilememiş olmasıdır. Bugün 12 Eylül yönetimi acımasızca eleştirilip, yapanların mutlaka cezalandırılması istenirken, halkın bu konudaki düşünceleri dikkate alınmamakta ve halk vicdanında bu darbeyi yapanların nasıl yer ettiği sorulmamaktadır. Oysa o günlerde can ve mal güvenliği kalmayan Türk halkı 12 Eylül askeri yönetimini desteklemiştir. Bunun göstergesi; askerlerce hazırlanan 1982 Anayasasının halkımızın % 92 sinin oyu ile kabul edilmesidir. Halkın komutanlara saygısı ve sevgisi devam ettiği sürece, 12 Eylülü yapan kadrolarının yargı sürecinin olamayacağını düşünüyorum.
Sonuç olarak; askeri darbeler ülkemizin yönetiminde hiçbir zaman çare değildir. Askerlerin işi devleti yönetmek değildir. Ülkenin yönetimini askerlerin devralmasına imkân sağlamak ve askerleri bu işe zorlamak ordumuza ve milletimize yapılan en büyük kötülük ve hıyanet olarak görülmelidir. "En iyi askeri yönetim, en kötü demokrasi yönetiminden bin kat daha kötüdür.” Gerçeği asla unutulmamalıdır. Zaten küresel ortamda yapılacak bir askeri darbe’nin gerekçelerini ne halkımıza ve nede dış dünyaya anlatabilmek mümkün değildir. Türkiye artık askeri dönemleri bir daha açmamak üzere kapatmıştır. Askeri yönetimler bir daha gelmeyecektir. Gelmemelidir.
Silahlı Kuvvetler komuta kademesince askerlerin yönetime el koymak gibi bir arzusu olmadığı her fırsatta dile getirilmektedir. Şimdi o günlerin şartları içinde gerçekleştirilen darbeleri tarihçilere ve tarihe terk edelim. Ama o günlerden alacağımız dersler olduğunu da bilelim...
Dr. Tahir Tamer Kumkale 12 Eylül 2009 Cumartesi |
|
|