Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
Neden Atatürk'ün dış politikasını örnek almalıyız? |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Dış siyaset bir toplumun iç kuruluşu ile sıkı şekilde ilgilidir. Çünkü iç kuruluşa dayanmayan dış siyasetler daima mahkum kalırlar. Bir toplumun iç kuruluşu ne kadar kuvvetli ve sağlam olursa, dış siyaseti de o nispette güçlü ve dayanıklı olur. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1923)
Atatürk’ün dış siyasetinin belirginleştiği iki dünya savaşı arası dönem bir barış devresi olmaktan çok İkinci Dünya Savaşının tohumlarının ekildiği ve milletlerin bu geliyorum diyen savaş için cepheleştiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde ülkeler arası barış antlaşmaları hep galiplerin dayatması ile ortaya çıkarken, karşılıklı müzakerelere dayanan tek barış antlaşmasının LOZAN olması dikkat çekicidir. Türk Kurtuluş Savaşı askeri alandaki başarımızın simgesi olurken, bu başarıyı dış politika alanındaki Lozan başarımız takip etmiştir.
Kurtuluş savaşından sonra Avrupa başta olmak üzere dünyanın her tarafı bunalımlar içinde çırpınırken, Atatürk yönetimindeki Türkiye, başarılı bir dış politika uygulaması ile her iki blokta yer alan devletlerle dostluğunu korumayı başarmıştır. İki tarafta Türkiye’yi kendi ittifaklarına dahil etmek için büyük çabalar harcamışlardır. Taraflara eşit mesafede kalmayı başaran Türkiye; kendi çıkarlarına, uluslararası barışa ve uluslararası hukuka uygun politikasını dikkatle korumasını bilmiştir.
Atatürk’ün sağlam kişiliğinin ve kararlı mizacının damgasını vurduğu ve tamamen milli bir karakter taşıyan dış politika uygulamaları günümüz için örnek alınacak pek çok temel niteliğe sahiptir. Bunlar; - Hayâlci değil tamamen gerçekçi idi. Yani imkan kabiliyetimizle ölçülü yapabileceğimiz hedeflere dayanıyordu. - Daima diyaloga açıktı. O, başarılı bir diplomasinin temel özelliği olarak şahsi temasların yararına inanıyordu. Bu şahsi temasların ülkeler arasındaki dostluğu perçinleyeceği düşüncesi ile hareket ediyordu. - Güvenirlik unsuru hakimdi. Söyledikleri ve yaptıkları birbirine uymalıydı. Ancak bu şekilde devletin güvenilirliği dış dünyaya kabul ettirilebilirdi. - Atatürk’ün Dış Politikasında; dünü, bugünü ve yarınları kavrayış birbiri ile uyumlu olmalıydı. Tarih bilgisinin diplomasideki yerini çok iyi bilen Atatürk bu alanda çok okuyor, gerekli dersleri çıkarıyor, dünü bildiği için bugünü iyi kavrıyor ve böylece yarın olabilecekleri de önceden doğru tahmin edebiliyordu. - Atatürk’ün Dış Politikasında; Olayların ele alınışında ve çözümlemede strateji ve taktik alanda hata yapılmamalıydı. Karşılaştığı bütün dış politika sorunlarının stratejik açıdan tahlilini müteakip, problemleri çözümde olayların hepsine birden el atmayıp bunları yapılabilirlik durumuna göre öncelik sırasına koyarak taktik başarılardan sıra ile stratejik sonuçlara ulaşıyordu. - Atatürk’ün Dış Politikasında; Çok aktif, fakat her türlü maceracılıktan uzak bir uygulama olmalıydı. Daima aktif olarak inisiyatifi elde bulundurmuş, fakat gerçekçilik niteliğine sıkı sıkıya bağlı kalarak maceracılığa sürüklenmemiştir. - Atatürk’ün Dış Politikasında; Temel esaslardan biri de her şeyden önce kendi gücüne güvenmektir. Uluslararası alanda kendi gücüne dayanmayan ve bunu kanıtlayamayan ülkelerin yaşama hakkına sahip olamayacaklarını görmüş ve bu prensibe sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Bununla beraber devletin çıkarları gerektirdiğinde bir ittifaka dahil olarak ülkenin kendi sahip olduğu gücünü arttırabileceğine de inanıyordu. - Atatürk’ün Dış Politikasında; “Milliyetçilik” ve “İnsaniyetçilik” daima ön planda tutulmuştur. Atatürk gerçek bir Türk milliyetçisi olmasının yanı sıra insaniyetçi değerlere de büyük önem vermiştir. O, dünya toplumlarını tek bir aile ve bütün milletleri birbirleriyle akraba gibi görmüştür. Her hangi bir ülkenin sorunlarını, bütün insanlığın sorunu gibi değerlendirmesi gerektiği inancı ile hareket etmiştir. - Atatürk’ün Dış Politikasında; Batılılaşma çabaları önemli yer tutarken sömürge devletlerin problemleriyle yakından ilgilenilmeliydi. O, Avrupa’da toprağı olan tek Ortadoğulu Müslüman ülke olma gerçeğine uyarak hem Avrupalı bir kişilik taşıyan ve hem de büyük bir kısmı sömürge durumundaki Doğu dünyasının problemlerine karşı ilgili olduğunu vurgulayan bir politika izlemiştir.
Atatürk, Anadolu halkının kurtuluş savaşındaki mücadelesinin bütün mazlum milletlere örnek olacağını görmüş ve bu düşüncesini; “Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum” şeklinde ifade etmiştir . Bu şekilde kendi zamanında sayıları çok fazla olan sömürge dünyasının yakın bir gelecekte bağımsızlıklarını kazanacağını önceden haber vermiştir.
Ortaokuldan itibaren askeri eğitim alan ve ömrünü savaş alanlarında geçiren Gazi’nin üniformasını çıkardıktan sonraki asıl çabası barış için çalışmak olmuştur. İnsanlığın bir daha harp görmesini önlemek için sürdürülen barış çabalarına destek vermiştir Ayrıca bu yolda örnek tutum ve davranışlar sergilemiştir. Bunları Atatürk’ün; “ Bizim kanaatimizce beynelmilel siyasi güvenliğin gelişmesi için ilk ve en mühim şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimi olarak birleşmesidir” sözünde açıkça görebiliyoruz.
Atatürk, 1932 yılındaki bu fikirlerini bilahare geliştirerek milletine Türk dış politikası için çok önemli bir hedef olarak “YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ” ilkesini göstermiştir. Dış politikayı “barış” kavramı üzerine kuran Gazi’nin barış düşüncesi çok açıktır.
“Dış işlerinde dürüst ve açık olan siyasetimiz bilhassa barış fikrine dayalıdır, Uluslararası herhangi bir meselemizi barış vasıtalarıyla çözümlemeyi aramak bizim menfaat ve anlayışımıza uyan bir yoldur. Bu yol dışında bir teklif karşısında kalmamak içindir ki güvenlik prensibine, onun vasıtalarına çok ehemmiyet veriyoruz. Milletlerarası barış havasının korunması için Türkiye Cumhuriyeti yapabileceği herhangi bir hizmetten geri kalmayacaktır. (1929)”
“Eğer harp bir bomba infilâki gibi birdenbire çıkarsa, milletler harbe mani olmak için, silahlı mukavemetlerini ve mali kudretlerini saldırgana karşı birleştirmekte tereddüt etmemelidir. En hızlı ve en müessir tedbir, muhtemel bir saldırgana taarruzun yanına kâr kalmayacağını anlatacak beynelmilel bir teşkilatın kurulmasıdır. Bugün için en acil ihtiyaç komşu memleketlerin birbirlerinin hususi ihtiyaçlarını ve meselelerini görüşmeleridir. Bundan başka bölgesel antlaşmalar barışın korunması için kıymetlerini şimdiden ispat etmişlerdir..(1935)”
Bu görüşler BALKAN ve SADABAT Paktları’nı ortaya çıkartmıştır. Dünyanın sorunlu bölgeleri Balkanlar ve Ortadoğu kısa bir müddette olsa sulh ve sukûn beldesi haline girmiştir. Atatürk, kurulmasını sağladığı bu iki pakt ile bölge barışına önemli katkılarda bulunulurken çevre ülkeleri ile yapılan ikili anlaşmalar ile adeta dünya milletlerini barış ve kardeşlik duygularında eğitmiştir.
Dünya barışı ve insanlık için hiç bir liderin söylemeye cesaret edemediği aşağıdaki sözler Atatürk’ün liderlik seviyesinin önemli bir göstergesidir. “Milletler yerleştikleri toprakların gerçek sahibidirler. Ancak o topraklarda insanlığın da temsilcisi olarak bulunurlar. Oradaki kaynaklardan kendileri faydalanırken bütün insanlığı da faydalandırmakla yükümlüdürler .(Nutuk,1927)"
Dünya kaynaklarının dünya milletleri arasında adilâne dağıtılması hakkında böyle derin ve insancıl düşünceleri olan Atatürk, bugün yanı başımızda Irak’ta yağmalanan evrensel tarih hazinelerini görünce acaba ne derdi ? Evet, milletler sahip oldukları topraklarda insanlığın da temsilcisi olarak bulunmaktadırlar. İnanıyorum ki, insanlık Atatürk’ün belirttiği anlayış seviyesine ulaştığında dünyanın yönetimi daha kolay olacaktır.
Atatürk’ün dış politikasının başlıca hedefleri nelerdir ve hangi amaçların elde edilmesine yöneliktir? Sorusunun cevabını bulmak için bu politikaların temel niteliklerini anlamamız gerekiyor. Atatürk tarafından uygulanan Türk dış politikası dört ana hedefin elde edilmesine yöneliktir. Bunlar;
1. Misak-ı Milli Belgesinde ifadesini bulduğu biçimde milli bir devlet oluşturmak, 2. Her alanda bağımsızlığı sağlamak ve bu bağımsızlığı özenle korumak, 3. Savaşın ne demek olduğunu bilen ve barışı daima savaşa tercih eden bir kişi olarak; Barışı sağlamak ve bu barışı mutlaka korumak, 4. Yeni Türkiye’ye çağdaş bir görünüm kazandırmak üzere modernleşmek ve demokratlaşmak’tır.
Şimdi bu dört hedefi biraz daha açarak irdeleyelim. - MİLLİ BİR DEVLET OLUŞTURMAK; Gazi; içinden geldiği Osmanlı’nın çok milletli, çok kültürlü yapısının bir devleti nasıl dağılma noktasına getirdiğini yaşayarak öğrenmişti. Yıkılışın bütün safhalarını bizzat yaşamıştı. Bu nedenle bu son Cihan İmparatorluğunu oluşturan temel unsur olan Türklerin artık kendi millî devletlerini kurmaları gerektiğine inanmıştı. Zaten çağın en önemli akımı olan ve imparatorluğun dağılmasına yol açan “Milliyetçilik” kavramı da bunu gerekli kılıyordu. Aslında oluşturulmasına çalışılan “Milli Devlet” anlayışı dışa olduğu kadar, artık tamamen çürümüş ve çökmüş olan padişahlık sistemine karşı da bir başkaldırı niteliğinde idi.
Kurtuluş savaşını “Türk Milleti’nin Kayıtsız Şartsız Egemenliği” ilkesine göre çalışan milli meclis yapmıştır. Atatürk’ün TBMM ile başlayan millileştirme çabaları Türklük bilincinin yeniden ortaya çıkartılması, Türk diline, Türk tarihine ve Türk kültürüne özel bir önem verilmesi ile faklı bir milliyetçilik anlayışı benimsenmiştir. Bu anlayış çağının milliyetçilik anlayışının getirdiği yayılmacılık fikrinin dışındadır, ve özellikle içeride birliği, beraberliği ve bütünleşmeyi temin için kullanılmıştır. - Atatürk’ün dış politikasının hedeflerinden ikincisi; Bağımsızlığın korunmasıdır.
Türklerin millî karakteri olan “Bağımsızlığına düşkün bir millet olma vasfı”Gazi’nin Samsundan başlayan milli mücadele rotasının temel dayanak noktasını teşkil etmiştir. Bunu Atatürk Nutuk’ta Sivas Kongresinde yaptığı konuşma ile şu şekilde dile getirir. “Efendiler, bu vaziyet karşısında karar vardı. O’da hakimiyet-i milliye’ye müstenit, bilâ kayd-ü şart müstakil yeni bir Türk devleti tsis etmekti.”
Kurtuluş savaşını kazanan Atatürk’ün bundan sonraki dış politikası tamamen şehit kanıyla elde edilen bağımsızlığın korunması üzerine inşa edilmiştir. Bunun için kazanılan dengelerin korunmasında büyük titizlik gösterilmiştir.
Atatürk ayrıca çağının iki dev gücü olan İngiltere ve Rusya’nın dostlukları arasında son derece iyi işleyen bir denge tesis ederek, bu iki gücün birbirlerine olan husumetinden yararlanmıştır. Türkiye’nin SSCB ile milli mücadele esnasında karşılıklı çıkar dengesine dayanan işbirliği ile başlayan yakınlaşmasına karşı, savaşın sonunda İngiltere ile kurulan ittifaklarla dengeli bir uluslararası politika takip edilmiştir. Böylece Türkiye; milli mücadelede SSCB ile sağlanan yakınlığı, savaş sonrasında İngiltere yakınlaşması ile dengede tutarak Osmanlı’nın son dönemdeki tek yönlü ittifaklarının hatasını telafi etmiştir.
Atatürk’ün dış politikasının üçüncü hedefi elde edilen barışın korunmasıdır. Atatürk’ün barışçı kişiliği bu hedefin seçilmesinde ve ısrarla takibinde en önemli etkendir. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi O’ nun barışa verdiği değerin en açık ifadesidir. Fakat bu anlayış; “Her ne pahasına olursa olsun barış” demek değildi. Nitekim Gazi, Türkiye’nin hakları tam olarak kabul edilmeden barışı kabul etmemiştir. Sadece Türkiye’de değil, dünya milletleri arasında gerçek bir barış ortamının sağlanması Atatürk’ün en büyük ideali idi. Bunun için savaşın sebepleri üzerinde durmayı çok önemsiyordu. Ve Gazi, bu sebepler tam olarak kaldırılmadan gerçek bir barışın tesis edilemeyeceğine inanıyordu.
Günümüzde ABD’nin her türlü hukuk sistemini altüst ederek “Irak’ı ve Afganistan’ı işgal etmesi” gibi hukuka değil de güce dayalı bir dış politika anlayışının tamamen karşısında idi. Hukuka bağlılık Atatürk’ün dış politikasının temel ilkelerinden biriydi. - Atatürk’ün dış politikasındaki en önemli ve son hedef Modernleşme (Batılılaşma) ve buna dayalı olarak demokratlaşma’dır.
Yeni Türkiye’ye her alanda çağdaş bir görünüm kazandırmak, yani modernleştirmek üzere bir seri inkılâplar gerçekleştiren Atatürk, modernleşmek için Batıya yönelmek gerektiğini düşünüyordu. Batılılaşma çağın gereğiydi ve Türkiye dışarıya karşı gücünü batılılaşma hareketleri ile ispat edebilecekti. Bu yüzden modernleşme Türkiye’nin başlıca dış politika hedeflerinden birini oluşturmakta idi.
Demokrasi de batının, yani çağdaş dünyanın temel yönetim biçimi olduğuna göre Türkiye buna da yönelmek zorundaydı. Ayrıca Atatürk çok iyi tanıdığı Türk insanının doğuştan demokrat bir kişiliğe sahip olduğuna inanıyordu. İşte bunun içinde demokrasiyi ülkemiz için gerekli görüyordu. Bu maksatla batılı demokrat ülkelerle iyi ve yakın ilişkiler içine girilmeli ve bu ülkelerdeki gelişmeler her alanda çok yakından takip edilmeli idi.
Yukarıda çok özet olarak yer verdiğim Atatürk’ün dış politika esaslarının bugünkü yöneticilerimize ışık tutacağına ve yol gösterici olacağına inanıyorum...
Dr. Tahir Tamer Kumkale 1 Ağustos 2009 Cumartesi |
|
|