Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
Başbakan Erdoğan'ın Yunanistan ve Batı Trakya seyahati |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Yeni Türkiye'nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır. Artık yeni Türkiye'nin devlet siyaseti, milli sınırları dahilinde egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1923)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan mevcut iktidar süresi hesap edildiğinde en fazla yurtdışına çıkan Başbakan olma rekorunu şimdiden kırmış durumda. Hemen her hafta bir yurtdışı seyahati yapıyor. Allah sağlık ve sıhhat versin. Birbirinden değişik yerler, iklimler, yemekler ve değişik protokol seremonileri. Her vücut kolay kolay kaldıramaz. Fakat sporcu Başbakanımız bütün bu güçlüklerin üstesinden gelmesini biliyor.
Başbakanın son seyahati bu defa yakınlarda idi. Komşumuz Yunanistan'a uzunca bir aradan sonra giden ilk Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan bir rekoru daha kırdı. Tam elli iki yıl aradan sonra Batı Trakyalı soydaşlarımızı ziyaret eden Başbakan olarak tarihe geçti.
Ben uluslar arası ilişkilerde karşılıklı üst düzey ziyaretlerin iki ülke arasındaki sorunların çözümüne önemli katkıları olduğuna inanıyorum. Başbakan'ın bu ziyaretini de bu kategoride görüyorum. Görüntülü basınımızdan izlediğimiz kadarı ile çok sıcak bir karşılama yapılmış. İki ülke başbakanları arasında iyi bir diyalog ortamı oluşmuş. Beşyüz yıl bir arada yaşayan iki toplumun kültürlerindeki yakınlık bu görüntülerle bir kere daha ortaya çıkmış. Bunlar önemli gelişmeler.
Burada hassasiyetle üzerinde duracağımız husus; Yunanistan ve Türkiye halklarının birbirine yakınlığından çok Yunanlı politikacıların ikiyüz yıla yakın bir süredir takip ettikleri akıl almaz bir biçimde Türk düşmanlığı üzerine inşa ettikleri dış politikalardaki israrlı tutumlarıdır. Yunanistan ülkesi içindeki birlik ve beraberliğini daima canlı tutmaya çalıştığı 'Türk düşmanlığı' ile sağlamaktadır. Gücünün ve potansiyelinin doğrudan Türkiye ile uğraşmaya yetmeyeceğini iyi değerlendiren Yunanlı yöneticiler uluslararası kuruluşları ve Avrupa Birliği üyelerini yanlarına aklarak mücadelelerini sürdürmektedirler. Bu gerçek Türkiye'yi yönetenlerin iki ülke ilişkilerinde daima gözönünde bulundurmaları gereken bir faktördür.
Başbakan'ın bu gezisinin çok yararlı olduğuna inanıyorum. Bilhassa Batı Trakya Türk Toplumu için bu gezi muhteşem bir doping niteliği de taşımaktadır. Bununla birlikte Yunanistan, eski Yunanistan'dır. Sahte tebessüm ve bahar havasına kanmamak, herzaman müteyakkız bulunmak gerekir. Bu vesile ile bizi çok yakından ilgilendiren Batı Trakya Türk Toplumu ile ilgili olarak bazı bilgilernmzi yenilemenin gerekli olduğuna inanıyorum. Çünkü İstanbul Türkçesi ile konuşan ve bütün engellemelere rağmen Türklüklerini muhafaza etmiş Batı Trakya Türklerine sahip çıkmamız ve destek olamız gerektiğine inanıyorum.
Türk milleti olarak tarihin her devrine damgasını vurduğumuzu yedi düvel bilmektedir. Dünya hakimiyetine oynayan güçler Türk'ün farkındadır. Potansiyelinin bilincindedir.Türk Tarihini inceleyerek neler yapabileceğini de kolaylıkla görebilmektedir. Bunun için her fırsatta bugün uyumakta olan devin uyanmaması için plan üzerine plan hazırlamaktadırlar. Yanan ateşin üzerine su dökerek söndürmeye, sıcak korların üzerini külleriyle örterek ateşin dışarıya çıkmasınıengellemeye çelışmaktadırlar. Bu çok doğaldır.Gücümüzü bilerek tedbir almak onların asli görevidir. Onlara kızmamalıyız. Ama tedbir alabilmek için yaptıklarını takip etmek durumundayız.
Bilindiği gibi tarih ilmini en çok kullanması gereken kişiler siyasetçiler ve yöneticilerdir. Tarih her alanda yöneticilere fikir ve eylemlerini tanzim etmede en büyük yardımcıdır. Tarihini bilmeyen ve her ne sebeple olursa olsun geçmişini araştırmaktan kaçınan yöneticiler daima milletlerini hüsranve mağlubiyetle tanıştırmışlardır. YazılıTarihler bunun binlerce örneği ile doludur.Bunun için tarihimizi iyi bilmek zorundayız. İşte bu yüzden kendini Avrupalı sayıp, bizi devamlı vetolarla Avrupa dışında tutmaya çalışan Yunanistan ile ilişkilerimizin devamında tarihten alınacak önemli dersler bulunmaktadır.
Atamız Osmanlılar; Süleyman Paşa komutasında ilk defa sallarla ÇanakkaleBoğazını aşarak Gelibolu'da Avrupa topraklarına ayak bastılar. Anadolu Türkleri'nin 1300' lü yıllardabu geçişlebaşlayan Avrupalı kimliği hiç değişmedengünümüze kadar devam etti. Daima batıya ilerleyen Türklerin ilerleyişiAvrupa'nın yarısına yakın bir bölümünü egemenliği altına alarak 1700 lerde Viyana önlerinde durdu. Bundan 1500 yıl öncede Batı Hun İmparatorluğu ve onun efsanevi lideri Attila ileTürkleri yakından tanıyan ve Türk egemenliğine aşina olan Avrupalı milletler bu defada güneyden gelen Türklerinidaresine girdiler.
1923'teLozan ile 24 Milyon Km.karelik Osmanlı Devletinden elimizde kalan bir avuç toprak parçası, dışarıda bırakmak zorunda kaldığımız Türkler için daima bir ışık ve onları ayakta tutan bir umut olmuştur. Bu ışığın özlemi onların bulundukları topraklarda birlik ve bütünlük içinde ayakta kalmalarını sağlamıştır. Biz Türkiye olarak daima bu soydaşlarımızı yakından tanımak veonlara muhtaç oldukları Türklük ışığını göstermek zorundayız. Ayrıca bu soydaşlarımızın durumlarını yakından takip etmek devletimizin bek'ası ve güvenliği açısından da hayati önem arzetmektedir. Türk kamuoyu sınırlarının ötesinde başka bayraklar ve altında ve başka kültürlerin baskısı altında yaşayan öz kardeşlerini yakındantanımalıdır. Bu Millet olabilmenin ve Millet olarak kalabilmenin ilk ve temel şartıdır.
Yunanistan'da yaşayan Batı Trakya Türkleri hemen sınırlarımızın ötesinde bulunduğundan bizim için çok önemlidir. 1913 Balkan Harbinde " Batı Trakya Hükümet-i Müstakilesi" Hükümeti kuruluna kadar tek bölge olarak anılan Trakya; Karadeniz, Marmara Denizi ve Balkan-Rodop dağları arasında kalan arazi parçasının tümünü içermekteydi. Günümüzde ise Trakya; Doğu ve Batı olmak üzere iki kısma ayrılarak tanımlanıyor. Doğu Trakya,Türkiye'nin Avrupa kıt'asındaki arazisini teşkil eder. Bunun dışındaki kısmı ise tamamen Yunanistan sınırları içinde kalan Batı Trakya'dır." Batı Trakya Hükümet-i Müstakilesi" hudutları esas alındığında ise, Bulgaristan'ın Rodop Dağları güneyinde kalan bölümlerini de Batı Trakya olarak kabul etmek gerekir. Gelelim BatıTrakya Türklerinin hikayesine; Balkanlardaki bilinen Türk varlığı şu andaki bilgilerimizin ışığı altında milâttan hemen önceki yıllara kadar uzanmaktadır. Balkanlardaki Türk kültürel varlığı ise bölgeye iki koldan gerçekleşen kitlevi göçler sonucunda oluşmuştur. Kuzeyden Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak göçleri, güneyden de Oğuz Türklerinin göçleri ve yerleşmeleriyle Balkanlar Türkleşmeye başlamış, 14 ve 15. Yüzyıllarda da tamamen Türk Kültürünün hakim olduğu, müreffeh ve mutlu insanların yaşadığı bir bölge haline gelmiştir.
İkinci Viyana Kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanmasını takiben Balkan Türkleri için kötü günler başlamıştır. Fransız İhtilâlinin yarattığı Milliyetçilik Akımları Osmanlı'yı tarihe gömmek isteyen hasımlarının işine yaramış ve öncelikle Avrupa coğrafyasında yaşayan Gayri Müslim toplumlar birbiri peşisıra istiklâl mücadeleleri içine sokulmuştur. Kapitalizm ve Sosyalizmin ekonomik alanda hakim olması, kuzeyde Slav kültürünün gelişmesi ve yayılmasını destekleyen Rusya'nın doğudan, dünyanın en büyük sömürge devletini kurmuş olan İngiltere'nin batıdan sürdürdüğü baskı politikaları sonucunda Osmanlı Devleti, Avrupa'dan adım adım geri çekilmeye başlamıştır. 1912 Balkan Savaşları'na gelindiğindebugünkü Türkiye'nin batı sınırlarına yani Meriç Nehrine kadar olan topraklar boşaltılmıştır. Yükselme devrinde batı istikametinde olan Türk göçleri bu defa tersine dönmüştür.
Bugün Yunanistan topraklarında yer alan Vardar Nehri doğusundan Meriç Nehrine kadar olan uzanan ve Türk Toplumu'nun çoğunlukta bulunduğu Batı Trakya'nın yakın tarihini iyi bilmediğimiz için, Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ün doğduğu ve yetiştiği bu topraklarda yaşayan soydaşlarımıza milletçe lâyık olduğu desteği verebilmiş değiliz. Ve bu toplumun Lozan Antlaşması ile karşılıklı olarak garanti altına alınmış haklarınınYunanistan tarafından defalarca ihlal edilmesine de bu yüzden seyirci kalmaktayız.
Batı Trakya Türk Toplumunun varoluş mücadeleleri Balkan Harbi ile başlar.İşte size tarihi roman gibi gerçek bir milli mücadele ve kahramanlık hikayesi: Bulgarlardan Edirne'yi kurtaran ordunun Kurmay Başkanı Kaymakam Enver Bey (Enver Paşa) , Batı Trakya Türklerini Bulgar mezalimine karşı korumak üzere 16 Subay ve 100 seçme erden oluşan küçük bir müfrezeyi, 15 Ağustos 1913'de, Eşref Kuşçubaşı Beykomutasında Batı Trakya'ya gönderir. Edirne'den Ortaköy'e gelen müfreze 1200 kişilik Bulgar çetesi tarafından vahşice şehit edilen 400 Türk'ün cesetleriyle karşılaşır.Müfreze Komutanı Eşref Kuşçubaşı Bey tamamen kendi inisiyatifini kullanarak, yani emir almadan bu çete üzerine yürümeye karar verir. 16 Ağustos 1913 günü KOŞUKAVAK civarında katliâmları yapan Bulgar çeteçiler bulunur ve şiddetle çeteyesaldırılır.Bulgar çetesinden 5'i subay olmak üzere 95 kişi esir alınır ve çete tamamen dağıtılır. Çeteden ele geçirilen 1200 tüfekle, Koşukavak Türk Taburu kurulur. EşraftanKamber Ağa isimli bir zat Koşukavak Hükümet Başkanı olarak tayin edilir.
Yerli halkında katılımı ile güçlenen Osmanlı Müfrezesi ilerlemesine devam ederek, 18 Ağustos'ta Mestanlı'ya çatışmasız olarak, Kırcaali'yi ise 19 Ağustos'ta bir Bulgar süvari alayı ile yapılan şiddetli bir çatışmadansonra ele geçirir. Kırcaali'de de 600 kişilik bir Türk Taburu kurulur. Aynen Koşukavak'ta olduğu gibi Kırcaali ve Mestanlı'da da yerli halktan birer yerli Hükümet Başkanı tayin edilerek bu üç kazada yaşayan halkın can ve mal güvenlikleri fiilen sağlanır. Merkezi otoriteden emir almadan tamamen kendi değerlendirmelerine göre hareket eden Eşref Kuşçubaşı Bey'in bu davranışları İstanbul yönetimi tarafından hoş karşılanmadı. Ve hemen halen bulundukları yerde kalmaları, ileri harekatı durdurmaları için emir verildi. Eşref Bey, aldığı bu emir üzerine Edirne'de bulunan ve bu faaliyetler için doğrudan emir aldığı Enver Beyle (Paşa) görüştü. Enver ve Kuşçubaşı Eşref Beylerinbaşbaşa görüşmesinden İstanbul'un emrinin dinlenmemesi ve bütün Batı Trakya'nın işgal edilmesi kararı çıktı.
İşte bu tarihi görüşme ile Batı Trakya Türk Toplumunun mücadelesine yeni bir dönem başladı. Enver Beyin desteğiyle Batı Trakya'ya bir miktar daha birlik ve subay gönderilmesi sağlandı . Gönderilen yeni takviye personel arasında,sonradan kurulacak Teşkilatı Mahsusa'nın Başkanlığını yapan ve 1nciDünya Savaş'ında Irak Cephesinde çok önemli görevler üstlenenyapan Süleyman Askeri Bey de bulunuyordu.
Takviye olarak gönderilen seçkin subay ve erlerden oluşan iki bölüğünde gelmesiyle güçlenen Batı Trakya Müfrezesi tekrar ileri harekata başlayarak Batı Trakya'da işgal altında bulunan bölgelerin kurtarılmasına devam etti. Bulgar kuvvetleri ile kısa bir çarpışmadan sonra 31 Ağustos 1913'teGümülcine, 1 Eylül 1913'de İskeçe kurtarıldı. Ferecik ve Sofulu civarında Bulgarlarla şiddetli çarpışmalar yapıldı. Meriç boyları tamamen Bulgarlardan temizlendi. Yunanistan'ın denetiminde bulunan Dedeağaç hariçbütün Batı Trakya milli kuvvetler tarafından kısa sürede kurtarıldı ve kontrol altına alındı.
1 Eylül 1913'de Gümülcine'nin kurtarılmasıyla beraber GARBİ TRAKYA HÜKÜMETİ MUVAKKATESİ ( Batı Trakya Geçici Hükümeti ) kuruldu. Reisliğine de Müderris Salih Hoca seçildi. Ayrıca bütün kazalarda da GeçiciHükümet Başkanları atandı.Bu Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi'nin üstünde "Garbi Trakya Hükümeti İcraiyesi" oluşturuldu. Bu heyetin başında da ayni zamanda Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenen Süleyman Askeri Bey bulunmaktaydı. Batı Trakya'nın Bulgarlara karşı emniyetini sağlamak için doğrudan Gnkur. Bşk. Süleyman Askeri Bey'e bağlı cephe komutanlıkları kuruldu. Böylece Batı Trakya'nın bütün yürütme kuvveti Süleyman Askeri Bey'de toplanmış oldu. Batı Trakya'daİstanbul Hükümetinin bilgisi ve denetimi dışında sürdürülenişgal altındaki bölgelerin kurtarılması ve bölgesel bir hükümetin kurulması, İstanbul'da ve Sofya'da tedirginlik doğurdu. İstanbul Hükümeti nezdinde sürdürülen baskılar giderek arttı. Dış baskılar nedeniyle başlangıçtan beri bu işe olur vermeyen İstanbul HükümetiBatı Trakya'da bulunan bütün askeri personele yurda dönmeleri için emir verdi. Batı Trakya yöneticileri, 'Geri Dön' emrini dinlemediler. Osmanlı Devletiyle ilişkilerinikestiler. Ve Muvakkat Hükümetin adını da " GARBİ TRAKYA MÜSTAKİL HÜKÜMETİ " olarak değiştirerek 12 Eylül 1913'de Batı Trakya'da yeni bir Türk Devletini daha tarih sahnesine çıkardılar.
Batı Trakya Türk Devleti'nin kuruluş ve yıkılış öyküsünü bilmeden günümüzde Kıbrıs'ta dönen oyunları anlamamız mümkün değildir. Bu bakımdan olayların tarihi gelişimini anlatmaya devam ediyorum. Süleyman Askeri Bey tarafından 12 Eylül 1913'de Batı Trakya'da kurulan "GARBİ TRAKYA MÜSTAKİL HÜKÜMETİ"ni Yunanlılar büyük bir memnunlukla karşıladılar. Derhal işbirliği talep ettiler ve askeri yardım vaadinde bulundular. Bölgenin Bulgarların elinden kurtarılmasını kendi menfaâtlerine uygun buldular ve ellerinde bulundurdukları Dedeağaç şehrinin yönetimini 2 Ekim 1913 'de, Batı Trakya Müstakil Hükümeti'ne devrettiler.
Gümülcine kurulan yeni Türk Devleti'nin başşehri olarak kabul ve ilan edildi.Ay yıldızlı, Yeşil- Beyaz-Siyah renkli özel devlet bayrağı resmi binalara çekildi. Pasaport sistemi oluşturuldu. Posta teşkilatı kuruldu ve pul bastırıldı. Genç Türk Devletinin sesini dışarıya duyurmak için Batı Trakya Ajansı kuruldu. Türkçe ve Fransızca " Independant " adlı bir gazete çıkarılmaya başlandı. Devletin kuruluşu ile ilgili temel faaliyetler sürdürülürken Batı Trakya topraklarının Bulgaristan'a karşı savunulması için kuzeye yönelik savunma planı hazırlandı. Mevcut askeri birlikler ve milis güçleri hazırlanan bu planlara göre yeni garnizonlara yerleştirildi. İstanbul'dan 3.000 tüfek, 500 sandık tüfek mermisi getirilerek bölgenin savunması güçlendirildi. Yeni hükümet öncelikli olarak milli bütçesini hazırladı. Buna göre 61.000 kişilik bir silahlı kuvveti besleyecek harcama kalemleribütçeye dahil edildi.
Yeni oluşturulan 30.000 kişilik Silahlı Kuvvetlerin sadece 6000 kadarı Osmanlı Ordusunun personeliydi. 24.000 kişisi ise bölge halkından askere alınnan personeldi. Batı Trakya Müstakil Hükümeti, tarihte eşine ender rastlanan kısa bir süre içindedevlet çarkının dönmesi için gereken bütün organlarını tesis etti. Hatta bizzat Devlet Başkanı Süleyman Askeri Bey tarafından yazılan Milli Marşını dahi yürürlüğe koydu. Ayrıca "Özgür" adını verdikleri Resmi Gazetelerini dahi yayınlamaya başladılar.
Bütün iyi niyetli çabalar ve insanüstü gayretlere rağmen Batı Trakya Müstakil Hükümeti' in siyasi ömrü uzun sürmedi. Bulgarlar kendilerine bırakılan topraklar üzerinde müstakil bir Türk Devletinin kurulmasını kabullenemediler. Başta Rusya olmak üzere diğer büyük devletlere şikayetlerde bulundular. Bunların Osmanlı Devletine baskıları sonucu, yeni devletin bekası tehlikeye düştü. Rusya, bu devlet söndürülmediği takdirde, Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurdurmak için faaliyete geçeceği yolunda Osmanlı Devletine baskı yaptı. Bu baskıların dozajı giderek arttı.
SonundaBulgarlar, Balkan Harbi sonunda çok zayıflayan Silahlı Kuvvetleri ile Batı Trakya'yı alamayacaklarını gördüler ve sorunu Osmanlı Devleti ile anlaşarak çözme yoluna gittiler. Osmanlı Devleti ile siyasi yakınlaşma başlattılar. Siyasi ortam oluştuktan sonra anlaşma yoluna gittiler.29 Eylül 1913'de, OsmanlıDevleti ve Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Andlaşma'sında bütün Batı Trakya'nınBulgaristan'a bırakılmasını kabul eden maddeleri koydurmayı başardılar. Osmanlı Hükümetinin, İstanbul Andlaşma'sıyla Batı Trakya'yı bırakması, Batı Trakya Türk Toplumu üzerinde tam bir şok tesiri yarattı. Batı Trakya yöneticileri direnmeye ve yeni devletin devamlılığını sağlamaya kararlıydı. FakatBatı Trakya Hükümetinin başındakileri ve bölge haslkını, Bulgarlara karşı silahlı mukavemetten vazgeçirmek ve teskin etmek üzere, andlaşmanın yapıcılarından olan Miralay Cemal Bey ( Bahriye Nazırı Cemal Paşa- günümüz Milliyet Gazetesi yazarlarından olup Kıbrıs'taki VER-KURTUL cephesinin basınımızdaki baş aktörlerinden Hasan Cemal'in dedesi ) Ekim 1913 başlarında, İstanbul'dan Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe'ye gitti. Cemal Paşa'nın israrlı çabaları ileBulgarlar kan akıtmadan Batı Trakya'yı işgal ederek bölgedeki Türk hakimiyetine son verdiler. Ekim 1913 ortalarında başlayan Bulgar işgali, olaysız olarak 30 Ekim 1913'de sona erdi. Batı Trakya Müstakil Hükümeti de 25 Ekim 1913'de kendini feshetti. Hükümet ileri gelenleri ile subaylar ve birlikler İstanbul'a geri döndüler. Mevcut silah ve cephane, ileride yine Batı Trakya davası için kullanılmak ümidiyle halk tarafından saklandı.
Böylece büyük ümitlerle ve insanüstü gayret ve kahramanlıklarla kurulan bir Türk Devleti daha 55 günlük siyasi bir ömürden sonra tarih sahnesinden çekildi. Bu 55 gün'ün Batı Trakya Türk Toplumu üzerindeki etkisi geçen 90 yıla rağmen hiç sönmemiştir. Süleyman Askeri Bey Batı Trakya Türk Toplumu için hâlâ unutulmaz bir halk kahramanıdır. O günlerin özlemi şiirlerde ve dilden dile dolaşan halk efsanelerinde yaşatılarak günümüze kadar devam etmiştir. Batı Trakya'nın durumu, 28 Ocak 1920'de son Osmanlı Meclisi Mebusanı tarafından kabul edilen ve Cumhuriyet Hükümetleri tarafından da israrla takip edilen Misakı Milli'de şu şekilde yer almıştır.
"Türkiye sulhüne bırakılan Garbi Trakya vaziyeti hukukiyesinin tespiti de, sekenesinin (oturanlarının), kemâli hürriyetle beyan edecekleri ârâya (oylar) tebaan vaki olmalıdır." Yani, 'bölge toprakların siyasi geleceğinin ancak bölgede yaşayan halkın serbest iradesine göre tesbit edilmesi gerektiği' vurgulanmıştır.
Fransızların Ekim 1919'da Batı Trakya'yı işgâlleri sırasında faaliyetini ve merkezini, İstanbul'dan Gümülcine'ye nakleden Batı Trakya Komitesi; Batı Trakya'nın Yunanlılar tarafından işgali üzerine Gümülcine'nin kuzeyindeki Hemitli nahiyesine yerleşti ve27 Mayıs 1920'de, BATI TRAKYA MİLLİ HÜKÜMETİ'ni kurdu.Bu hükümet Yunan işgaline rağmen varlığını Lozan Andlaşma'sına kadar sürdürdü. Halkı teşkilatlandırıp silahlandırdı. Yunanlılara karşı silahlı mücadeleyi aralıksızyürüttü.
Batı Trakya Milli Hükümeti bütün zorluklara rağmen Ankara ile irtibatını hiç kesmedi. TBMM'den aldığıaldığı talimatlara göre hareketini yönlendirdi. Ankara hükümetinin bütçesinden Batı Trakya için tahsisat ayrıldı ve bütün yokluğa rağmen bu tahsisat aksatılmadan gönderildi. Yönetimde iki Bulgar üye bulunuyordu ve Bulgarlar Yunanlılara karşı mücadelede Türklerin yanında yer aldılar. Gerilla taktiği kullanılarak yapılan muharebelerdeAnadolu lehine Yunan Kuvvetleri bu bölgeye bağlandı. Ayrıca yapılan gerilla savaşlarında Yunanlılara ciddi kayıplar verdirildi.
Anadolu ile birlikteBatı Trakya'da milli mücadele devam ederken, 25 Nisan 1922'de İstanbul'da, "Garbi Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti" kuruldu. Bu teşkilâtın amacı; doğuda Meriç, batıda Ustruma, kuzeyde 1912 Balkan Savaşından önceki Türk Bulgar hududu vegüneyde Ege Deniziyle çevrili Batı Trakya topraklarında yaşayan halkın reyine müracaat etmek suretiyle bölgenin siyasi mukadderatının tayin ve tespiti idi.
Bunun gerçekleşmesi için Lozan görüşmeleri öncesinde ve esnasında hem TBMM Hükümeti, hem de Avrupa ülkeleri nezdinde girişimlerde bulundular. Muhtıra gönderdiler, raporlar sundular. Ne yazık ki Türkiye'nin büyük gayretlerine rağmen Lozan'da bölgenin tamamı Yunanistan'a bırakıldı. Fakat Batı Trakya'da yaşayan Türkler ile Türkiye'de yaşayan Rumlar Lozan maddeleri ile karşılıklı olarak önemli ayrıcalıklar sağladılar.
Lozan Antlaşması ile Batı Trakya'da plebisit yapılması mümkün olmayınca, "Garbi Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti" faaliyetlerini durdurmadı. Cemiyet, maksadına bir an önce ulaşabilmek için Sovyetler Birliğine işbirliği teklif etti. 19 Eylül 1924'de Sovyet Büyükelçiliğine verdikleri bir muhtıraile; Sovyet yardımıyla, Bulgaristan elinde kalan Batı Trakya bölgesinde 15.000 kişilik silahlı kuvvetoluşturmak istediklerini, bunun için mali desteğe ihtiyaçları olduğunu bildirdiler.Ancak Sovyetlerden müsbet bir cevap alamadılar. Bu şekilde Cemiyetin dış destek ve yardım ümitleri de sönünce Batı Trakya'yı silahla kurtarma düşüncesi de akamete uğramış oldu.
Bugün 180 Türk köyünde ve 58 karma köyde bekalarını devam ettirmeye çalışan Batı Trakya Türkleri, II. Dünya Savaşında Yunan Ordusuna 16.500 asker verdiler ve topraklarınıİtalyan ve Alman ordularına karşı savunmak için kahramanca çarpıştılar. Bu çarpışmalarda 5000 kadar batı Trakyalı Türk kardeşimiz hayatını kaybetti.
İkinci Cihan Harbinde önce Alman ve bilahare Bulgar işgali ile birlikteBatı Trakya'da Bulgar vahşetini yeniden yaşayan Türk Toplumu varlığını korumak için adeta ölüm-kalım mücadelesi verdi. Çileleri bununla da bitmedi. Dünya Harbini müteakip başlayan Yunan İç Savaşı esnasında Türkler Kralcıların en güvenilir elemanı olarak görüldüler ve Yunan komünist çetelerine karşı ön planda savaşa sürüldüler. 1946'dan 1949'a kadar Yunan hem Bulgar komünistlerine karşı çarpıştılar. Kayıplar hiç durmadan devam etti.
Yunan İç Savaşı 1949'da komünistlerin yenilgisi ile bitti. Ama Türklerin savaşı bitmedi. Şimdi de yaşam savaşı başlamıştı. Bu defa da Lozan Antlaşmasının Türk Toplumuna verdiği haklar unutuldu. Ve bölgedeki Türkler tekrar ikinci sınıf vatandaş gözüyle görülmeye başlandı. Sonundaaşama aşama bugünkü durumlara getirildiler. Yani Avrypa Birliği ülkesinde ve Avrupa normlarının çok altında yaşayan ikinci sınıf Yunan vatandaşları. 1950'li yıllardan sonra Türkiye'deki siyasal değişime paralel olarak uygulanan yanlış devlet politikaları sonucunda Balkanlardan Türkiye'ye göçler büyük ölçüde devam etmiştir. Balkan göçmenlerini oy deposu olarak gören siyasi partilerimiz ne yazık ki bu davranışları ile Balkanlardaki Türk kültür varlığının budanmasınave azalmasına yol açmışlardır.
Balkanlardaki Türk Toplumunun hakları bulundukları ülkeler nezdinde korunacağı yerde, işin kolayına kaçılmış yapılan baskılardan bunalan soydaşlarımıza Türkiye'nin kapıları ardına kadar açılarak ata yadigarı sahip oldukları toprakları yok pahasına ellerinden çıkartarak Türkiye'ye gelmelerine imkan hazırlanmıştır. Bütün bu menfi gelişmelere ve planlı olarak yapılan baskılara rağmen Balkanlardaki Türk varlığının bugün oniki milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Balkan Türkleri arasında demokratik bir Avrupa ülkesinde yaşamalarına ve ayrıca Avrupa Birliği vatandaşı olmalarına rağmen en fazla ezilenlerin başında ne yazık ki Batı Trakya Türkleri gelmektedir. Yunanistan, Batı Trakya'daki Türk varlığını, 1950'li yılların başından beri daima inkar etmiştir. Yunan Yönetimleri hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin Türk Toplumu üzerindeki asimilasyon politikalarını aynen sürdürmekte kararlı bir tutum izlemişlerdir. Yunanistanyöneticileri, Lozan Anlaşmasını hiçe sayarak bölgede Türk varlığını kabul etmemektedir. 'Batı Trakya Türkleri' yerine 'Yunanistan Müslümanları' tanımını israrla vurgulayarak bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir Türk kültürünü yok farzetmektedir.
50 yıldır sürdürülen bu politika çerçevesinde Yunan mahkemeleri; Türk Öğretmenler Birliği, İskeçe Türk Birliği gibi teşkilatların "Türk" kelimesini kullanmasını yasakladı. 1991 Nisan ayında da Yüksek Mahkeme'nin 1729/1987 sayılı kararıyla isimlerinde "Türk" kelimesi bulunan derneklerin kapatılması onaylandı. 1999'a gelindiğinde Yunanistan Yönetimi ile Batı Trakya Türkleri arasında mücadele ciddi boyutlara vardı. Türk olduklarını açıklayanlar hapsedilerek malları elinden alındı, işten atıldı ve çeşitli bürokratikbahanelerle Yunan vatandaşlığından çıkarıldı.
Avrupa Birliği üyesi ve Avrupa İnsan Haklarının savunucusu rollerini daima vurgulayan Yunan Yönetimi bu konuda Türklere hayat hakkı tanımamakla kendi kendini ve Avrupalı kimliğini de fiilen inkar etmiş olmaktadır. Nitekim isimlerinde 'Türk' bulunan dernekleri yasaklama cüretini gösteren Yunan yönetimi; Batı Trakya Türkleri'nin, Lozan Antlaşması uyarınca müftülerini özgür iradeleriyle seçmelerineengel olmakta da bir sakınca görmemiştir.
Bin yıldır tapu sicilleri Türklere ait bulunan en değerli arazilere; üniversite, okul, hapishane, askeri kışlalargibi devlet tesisleri kurma bahanesiyle hiçbir hak tanımadan el koymaktadır. Ayrıca Türk vakıflarına ait bulunan gayri menkuller ise sudan sebeplerle ve bürokrasi oyunlarıyla adeta yağmalanmaktadır. Aslında Yunanistan Yönetimi bu vahşi ve çağdışı uygulamayı sadece Türk Toplumuna değil, Arnavut ve Makedon kökenli azınlıklara da uygulamaktadır. Kendilerini insanlığın kültür havarileri olarak gören ve bu vasıfları ile Avrupa'nın şımarık çocuğu tavrını sürdüren Yunanlı, sürdürdüğü kaba ve çağdışı ırkçı politika ile dünya insanlığına büyük darbeler indirdiğinin farkında dahi değildir. Avrupa Parlamentosu tarafından 2003 yılında hazırlanan bir rapor ile Yunanistan; mültecilere ve azınlıklara yönelik işkence ve kötü muamele konusunda ciddi şekilde eleştirilmiştir. Hem Avrupalı hem de AB Dönem Başkanlığını yürüten bir ülkenin, Batı Trakya'da yaşayan Türkler'in 'Yunanlı Müslümanlar', Makedon'ların ise 'Kuzey Yunanistan'a göç etmiş Slavlar' olduklarını iddia ediyor olması küreselleşen dünya için utanılacak bir durumdur. Bu utanılacak durum kendilerini medeni olarak adlandıran batılı ülkelerce yapılınca nedense görülmüyor veya görülmek istenmiyor.
Türkiye'deki teröristlere arka çıkan, terör odaklarına destek vermek için İnsan Hakları İhlali gerekçesiyle Türkiye'ye savaş açan Avrupalı dostlarımızın gözleri önünde yaşanan insanlık dramına göz yummalarını anlamak mümkün değildir. Halbuki Yunanistan hukuk sisteminde 'bütün azınlıkların kendi dillerinde eğitim yapma ve ibadet edebilme hakları' yer almaktadır. Ancak Yunan yönetimleri, azınlıklara verdikleri bütün hakları, çeşitli baskı metotları uygulayarak ve çoğu zaman kuvvet kullanarak azınlıkların ellerinden almışlardır. Bütün bunları saklamamakta ve açıkça uygulamaktan da çekinmemektedirler.
Batı Trakya Türklerine karşı uygulanan en son asimilasyon örneklerinden biride ' Vatandaşlıktan Çıkarma ' politikasıdır. Vatandaşlıktan çıkarılanlar arasında, akrabalarını ziyaret etmek veya seyahat amacıyla Yunanistan dışına çıkan kişilerin çoğunluğu teşkil etmesi dikkat çekicidir. Avrupa Birliği üyesi bir ülke vatandaşı olarak çeşitli Avrupa ülkelerine çalışmaya gidenler ile Türkiye'deki akrabalarını ziyarete gelen Türklerin pek çoğu sınır kapılarına geri geldiğinde vatandaşlıktan çıkarıldıkları haberi kendilerine tebliğ edilmiş ve doğup büyüdükleri ata topraklarına sokulmamışlardır. Bu şekilde usulsuz ve gayri ahlaki bir uygulamaya tabi tutulanların sayısının3000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamlar ilk bakışta önemsiz gibi görülebilir. Fakat burada sayılara değil, gerçekleştirilen olayların arkasında yatan kötü niyete dikkat edilmelidir.
Bugün Batı Trakya'da Yunan Yönetiminin asimilasyon politikasına karşı Türk Toplumu büyük bir direnç göstermektedir. Yunanistan'ın seçim zamanlarında oy toplamak için bölgeye gelerek tebessümler dağıtan iki yüzlü politikacıları; Türklerin direncini kırmak içinTürk Toplumunu kendi içinde birbirine düşürerek bölmeye ve parçalara ayırmaya başlamıştır. Devlet eliyle Türk Kültür varlıkları yokedilip zayıflatılmaya çalışılırken; Batı Trakya; Türk, Pomak ve Çingene olarak toplum üç ana kültür grubuna bölünmüştür.
Türk Toplumunu Türk Kültürü'nün yanında ayakta tutan en önemli unsurlardan biride Müslüman olmaları ve bu dinin sağladığı birleştiricilik vasfına anlamıyla sadık kalmalarıdır.Lozan Antlaşması; Batı Trakya Türk Toplumuna kendi Müftülerini özgür iradeleriyle seçme hakkı tanınmıştır. Bu uygulama 1990 yılına kadar devam etmesineve müftüler Türk Toplumu tarafından seçilmesine rağmen, bu tarihten itibaren alınan bir kararla Türk Toplumunun kendi din adamlarını seçmesi uygulaması kaldırılmıştır. İlk olarakGümülcine ve İskeçe MüftülüklerineYunanlı yöneticilerin tayin ettiği ve Türkler tarafından tasvip edilmeyen kişiler getirilmiştir. Yani Lozan parça parça edilmiştir.
Bir diğer insanlık dışı uygulama da Batı Trakya Türklerinin ellerindeki topraklara çeşitli bahanelerle el konulmasıdır. Devletin Resmi kayıtlarına göre, Lozan Antlaşması imzalandığı yıllarda Batı Trakya topraklarının yüzde 84'ü Türk Toplumuna aitti. Fakat son elli yılda sürdürülen politikalar sonucunda 2004 Mayıs ayında Türkler'in elinde kalan topraklaryüzde 25'e düşmüştür. Yunan Yönetimi bunu bilinçli ve planlı olarakyapmaktadır. Asırlarca Türkler'e ait bulunan en değerli arazilere; üniversite, hapishane, kışla, okul, hastane gibi devlet daireleri kurma bahanesi ile sahiplerine hiç bir hak tanınmadan ve adeta bedava denilebilecekfiyatlarla zorla el konulmuştur. Bunun yanında Türk Kültür varlıklarının bu topraklardaki bin yıllık geçmişini silecek şekilde Türk Vakıflarının taşınmaz mallarına da el konulmaktadır.Türk Toplumunun yaşadığı bölgenin simgesi durumundaki tarihi camilerin onarılmasına izin vermeyerek, bu eserleri harabe haline getirip çökmeleri beklenirken, bu bölgedeki Türk varlığının delili olan Mezarlıklar park yapılacak bahanesi ile ortadan kaldırılmaktadır. Türk geçmişi silinmektedir.
Yunanlılaştırma politikasının diğer bir hedefini de "eğitim" oluşturmaktadır. Lozan Antlaşması'nın 40 ıncı Maddesi;'Müslüman Türk azınlığa, masrafları kendilerine ait olmak üzere ana dilinde eğitim yapacak öğretim kurumları kurmak hakkını' tanımaktadır. 41 inci Maddeise Yunan Hükümetine;'Müslümanların çoğunlukta bulundukları bölgelerde ilkokul eğitimi yapacak Türk çocukları için okullar açılmasını' öngörmektedir. Oysa Yunanistan, 1976 ve 1977'de çıkardığı iki kanunla Türk okullarını kendi kontroluna almıştır. Bu okullara kendi politikasıgöre yetiştirdiği Selanik Pedagoji Akademisi mezunu öğretmenleri atayarak bilinçli bir şekilde Türk Toplumunu Yunanlılaştırma politikası uygulamaktadır. Yetişmiş Türk öğretmenleri, özellikleöğretmenlik görevine atamayarak diğer meslek dallarına kaymalarına zemin hazırlamış ve bunları eğitimden uzaklaştırmıştır.
Sonuç olarak; Üye olabilmek için binbir takla atarak kapılarında beklediğimiz Avrupanın gayri medenive ortaçağ kafalı devleti Yunanistan; Lozan ile hakları güvence altına alınan Batı Trakya Türkleri'ni asimile etmek için akıl almaz baskılar uygulamaktadır. Bu toprakların bin yılllık sahibi Batı Trakya Türk Toplumu'nun karşı karşıya oldukları problemler; toprak ve arazi gasplarından, seyahat hürriyetinin kısıtlanmasına, tedhiş ve saldırı olaylarına kadar uzamaktadır.21 inci Yüzyılda demokrasinin beşiği olduğunu savunan ve kendisini Avrupanın Kültür zengini kabul eden bir ülkede yaşananlar tam bir insanlık ayıbıdır. Bu ayıp ne yazık ki medeni alem olarak bildiğimiz Avrupalıların desteği icra edilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti olarak Lozan Antlaşması hükümlerine göre bu soydaşlarımız üzerinde haklarımız vardır. Hukuken gerçekleştirebileceğimiz yaptırımlarımız vardır.Karşılıklı hediye verilmesi, elele tutuşup öpüşülmesi, sirtaki oynayıp Yunan müziği ile göbek atılması Batı Trakya dahil olmak üzere Türk-Yunan sorunları örtmeye yetmiyor. Yunan rakısı ve müziği dostluğunun artık bir kenara bırakılması ve sorunlara aklıselim ile kesin çözümler bulunması gerekmektedir. Batı Trakya Türk Toplumu'nun sorunları bizim sorunlarımızdır. Yunanistanın iç meselesidir diyerek gözardı etme lüksümüzyoktur. Bugün Yunanistan Megal-i Ideası; Avrupa Birliğini kullanarak Kıbrıs Rum kesimini Avrupa Birliğine dahil ederek bir bakıma dolaylı ENOSİS'i( Kıbrıs'ın Yunanistana ilhakı) gerçekleştirmiştir. Şimdi karşımızda Avrupa Birliğini yanına alarak bizimle mücadele edecek iki devlet vardır. Yunan halkının 'Türk Düşmanlığı' ile yıkanan beyinlerinin hemen değişmesini beklemek safdillik olur. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ikilisinin 'Dostluk ve kardeşlik' sözlerine daima şüphe ile bakılmalı ve arkasındaki dolaplar öğrenilmeye çalışılmalıdır. Tek taraflı dostluk gösterilerinin hep aleyhimize ceryan ettiği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Tarih bilenler yönetimde olduğu sürece tarihtekerrür etmez. Biz tarihçilere düşen görev de yöneticilerimizi uyarmaktır. Eğer biz ,Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Balkanlarda Türk varlığının devamını istiyorsak, harekete başlayacağımız yer Batı Trakya olmalıdır. 70 Milyonluk Türkiye'nin 10 Milyonluk Yunanistan'a karşı uygulayabileceği pek çok stratejisi olduğu unutulmamalıdır. Belirlenen bu stratejiler ciddi bir devlet anlayışıyla ve karşı tarafın anlayacağı dille devreye sokulmalıdır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 11 Mayıs 2004 Salı |
|
|