Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
Annan Planında BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sorumluluğunu aramak doğru değildir. Plân onun adına temsilcisi Alvara De Soto ve ona yardımcı olan İngiliz, Amerikan temsilcileri ve Rum Başsavcı Markides’in katkıları ile meydana çıkmıştır. Plânı bize kabul ettirmek için yapılan baskılar karşısında direnmemiz halkımızdan aldığımız güç ve Anavatan ile işbirliği sayesinde olmuştur. (Rauf Denktaş)
Türkiye’nin Aralık ayında AB’den gün alabilme bahanesinin arkasına sığınarak dış politikada yaptığı tarihi yanlışlar Yavru vatan KKTC halkı ile birlikte 70 milyonluk Anadolu Türk Toplumunu da huzursuz etti. Halkımız, KKTC’nin kendi elimizle HELENİZM’e teslim edilmesini ve bu şekilde Yunanistan Megal-i Idea’sının bir hedefinin daha elde edilişini dehşetle izliyor. Oynanan çirkin oyunları anlamaya çalışıyor. Kıbrıs’ göz göre göre gideceğini görüyor ve bundan sonra elimizden nelerin gideceğini konuşuyor. Büyük bir çaresizlik ve şaşkınlık içinde gelişmeleri takibe çalışıyor.
21 Şubat 2004 akşamı Ceviz Kabuğu programına konuk olan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş; 200 000 Kıbrıslı Türkü temsilcisi olarak ben bir şey yapamam. Beni dikkate almazlar bile. Ama ben 70 milyon 200 bin kişinin temsilcisi olarak kendimi görüyorum. İşte bunun için çok güçlüyüm" diyor.
Doğrusu budur. Sayın DENKTAŞ 40 yıldır verdiği mücadelede kendisini sadece KKTC’nin değil, bütün Anadolu Türk Halkının desteklediğini bilerek konuşuyor. Bu büyük güç inşallah önündeki bütün engelleri aşacaktır. Kıbrıs Rum Kesimi görüntüsü altında bütün dünyaya karşı verilen emsalsiz mücadeleden muzaffer çıkılacaktır.
Temennimiz budur. Milletçe Olmazsa olmazımız da budur. Bu milletin en zayıf göründüğü anlarda bile büyük atılımlar ve büyük başarılar gösterdiğini tarihçiler iyi bilirler.
Düne kadar bir avuç beyni satın alınmış medya mensubu ile bürokrat eskisinin her kanaldan ve her taraftan saldırıları ile beyni karma karış olan halkımız, Rauf Denktaş’ın açık ve veciz ifadeleri ile ne dolaplar döndürüldüğünü yavaş yavaş anlamaya başlamıştır.
Önümüzdeki günlerde DENKTAŞ konuştukça arkasındaki kitlelerin Kıbrıs’tan taşacağını, önce Anadolu’yu ve giderek Türk dünyasını kaplayacağını birlikte göreceğiz. Şehit kanı ile alınan toprakların birilerine peşkeş çekilmesine de asla izin vermeyeceğiz. Açıkçası yeniden bir milli mücadele yapacağız.
Sayın Denktaş 80 yıllık ömrünün tamamını Kıbrıs Türk Toplumunun hür ve müstakil yaşaması için adamış bir milli kahramandır. Bir Mücahittir. Halkının hakkını en iyi bilen bir kişidir. İşte bunun için Denktaş’ın söylediklerine kulak verilmelidir.
Rauf Denktaş ilerlemiş yaşına ve önemli sağlık sorunları olmasına rağmen büyük bir gayretle milletine ve toprağına sahip çıkmaya çalışıyor. Çağrılan her yere, her platforma gidiyor. Bıkmadan, usanmadan anlatıyor. Onu susturmaya çalışıyorlar. Küresel güçlerin çekim merkezindeki bu küçük toprak parçasında Türkleri istemeyen küreselleşme mimarları kendisini büyük engel olarak görüyorlar. Bir lidere yapılabilecek en büyük kötülüğü yaparak kendi halkının liderlerine saldırması için bütün yolları deniyorlar. Bunda başarılı da oluyorlar. Çıkan manzarayı keyifle seyrediyorlar. Ama bu ihtiyar delikanlıyı yıldıramıyorlar. Geri adım attıramıyorlar.
Şimdi toplumuna sahip çıkmak için her platformda konuşan Sayın DENKTAŞ’ın 6 Mart 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kıbrıs konusunda son sözü söyleyerek Kıbrıs Türk Halkı ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de geleceğini belirleyecek olan millet vekillerimize yaptığı veciz konuşmadan bazı bölümleri aşağıya alarak hafızaları tazelemek istiyorum.
Yapacakları tarihi görev için millet vekillerimizi uyarmak istiyorum. Haberimiz yoktu gibi mazeretlerin arkasına sığınmamaları için bu hatırlatmayı bir ödev olarak kabul ediyorum.
Şimdi söz sırası Sayın Denktaş Bey’de. Tarih: 6 Mart 2003. Yer: TBMM Kürsüsü.
Sayın Başkan, Sayın milletvekilleri; Türk Ulusunun iradesine ışık tuttuğunuz, parlattığınız bugünlerde, Kıbrıs meselesinin her zamanında mert sesinizi duyurduğunuz bu binada sizlerle bir arada olmanın mutluluğunu yaşamaktayım. Bana bu güzel fırsatı verdiğiniz için sizlere en içten duygularla teşekkür ediyorum.
Bu kez Ankara’ya gelişimizin nedeni, uzun süren görüşmeler sürecinden sonra, Sayın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan’ın önümüze koymuş olduğu planıdır. Bu planı her yönüyle incelediğimizde, kabul edilebilmesi için büyük ölçüde tadilat yapılması gerektiğini görüyoruz. Bu görüşümüzü Ankara ile paylaşmak istedik.
Biraz önce Çankaya’da yapmış olduğumuz görüşmede, planın olduğu şekliyle kabul edilebilirliği şüpheli göründü, değiştirilmesi gerektiği üzerinde mutabık kalındı; bu, bizi sevindiren bir durumdur. Çünkü, plan olduğu şekliyle kaldığı takdirde, Barış Harekâtıyla kendini zor kurtarmış olan Kıbrıs Türkü yeniden daha zor koşullar içerisine itilmektedir. Sanki Barış Harekâtını cezalandırıyorlarmış gibi, Barış Harekâtıyla elde etmiş olduğumuz huzur kaynağı; yani iki kesimli coğrafyamız, bu kez, 60 000 Rum’un içeriye süzülmesiyle bozulmaktadır.
İki kesimlilik 1977’den beri gündemde duran bir kriterdir, bir esastır. Bunu, Genel Sekreterin hangi düşüncelerle bozmaya yeltendiğini bilemiyoruz; fakat, plana baktığınızda, Rum tarafında yüzde 100 Rumlardan oluşan bir küçük devlet, kuzeyde, adına kurucu devlet denilen; fakat, devlet olmayan bir karma devlet görürsünüz. Bu, dengesizliktir; bu, haksızlıktır ve bu, huzurun kaynağı olan iki kesimliliği ortadan kaldırmaktır, huzursuzluğu artırmaktır ve -çok korkuyoruz, Rumları çok iyi bildiğimiz için- 1963, 1974 olaylarına gebe bir durum hâsıl olmaktadır ve olacaktır.
Yine, yapılan bir haksızlık: Rum tapu belgeleri geçerli; ama, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin vermiş olduğu tapu belgeleri geçersiz addedilmekte ve Rumlara, kişisel müracaatla, tapu haklarını alma yolu açılmaktadır.
Klerides, bu plana baktığında, kendi halkına, geçenlerde, seçim esnasında şöyle dedi: Avrupa Birliğine giriyoruz, planı imzalasanız da, imzalamasanız da Avrupa Birliğine girdik addedilir; ancak, bu plana niye karşı geliyorsunuz? Bizim bunca yıllık hedefimiz, Türk askerini Ada’dan çıkarmak değil miydi; bu plan bunu başarıyor; Türk askeri, zaman içerisinde, tümüyle Ada’dan çıkmış olacaktır. Yine, göçmenlerimizin yerlerine dönmesini istemiyor muyduk; dönüş haklarını, mülkiyet haklarını istemiyor muyduk; bu plana bakınız, bu plan bunu da başarıyor, bunu da veriyor. O halde tedirginliğiniz niye?
Hakikaten, biz de bu plana baktığımızda, Klerides’in, gerçekleri söylediğini görüyoruz. Plan, Kıbrıs Rumlarına, Barış Harekâtında kaybettikleri toprağın büyük bir kısmını vermekle kalmıyor, Rumlara, kişisel tapu hakkı tanımak suretiyle, onların, içimize -eskiden olduğu gibi- yayılmasına da yolu açıyor. Dolayısıyla, bu plan, Kıbrıs meselesini halletmiyor, Kıbrıs meselesini, yeni bir satıhta, yeni maceralara sürükleyecek bir zemin hazırlıyor; böyle düşünüyoruz.
Maalesef, Sayın Genel Sekreter Bu plan, çok güzel dengeler, hassas dengeler üzerine kurulmuştur, onun için bunu artık değiştiremezsiniz demek suretiyle bir dayatma yönüne gitmiştir. O kadar ki, mesela, planda öngörülen üç yabancı yargıç –hâkim var- var bu yargıçların falan gün, falan saate kadar üçünün ismini bana veriniz, aksi takdirde, ben tayinleri yaparım diyebilecek bir duruma gelmiş oluyor.
Bizim görüşümüz, bu davranış, bu yaklaşım, iyi niyet göreviyle bağdaşmamaktadır ve Kıbrıs’ı yeniden Rum hegemonyası altına vermektedir. Bize, idarede verdiği çok kısıtlı haklarla, zaman içerisinde, bizi, korunmaya alınmış bir azınlık durumuna düşürecek bir plan olarak değerlendirmekteyiz. Bunun için, tadilatını istiyoruz ve tadilatında ısrarlıyız.
Rum tarafı, yeni Başkan Papadopulos demiştir ki: Lahey’e ben gelirim; ancak, evet mi hayır mı diyeceğim, planı referanduma göndermek konusunda henüz karar vermedim. Temaslarımı yapacağım, ona göre Lahey’de size cevabımı veririm Halbuki, davet Lahey’e geliniz ve bu planı referanduma göndereceğiniz konusunda taahhüdünüzü veriniz. Türkiye ve Yunanistan da (İngiltere ile birlikte) bunun altını garantör devletler olarak imzalasın şeklindeydi.
Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’ta kendi kendine kurulmuş bir cumhuriyet değildir. Uluslararası anlaşmalarla kurulmuştur ve bu anlaşmalar -1960 anlaşmaları- Türkiye'ye gayet somut haklar vermiştir. Eğer, biz bu planı kabul edersek, bu haklar ortadan kaldırılmış olur. Dolayısıyla biz diyoruz ki: Bunu yapmak hakkımız yoktur; yani, bizim 134 000 kişinin yarıdan çok oyuyla, Türkiye’nin,kendi güvenliği açısından, güvenliğimiz açısından elde etmiş olduğu, uluslararası anlaşmalarla teyit edilmiş olan hakkını, referandumla ortadan kaldırma hakkımız yoktur. Bu konuda, Türkiye, tabiatıyla, kendi yasaları çerçevesinde durumu değerlendirecek ve ona göre cevabını verecektir.
Biz, temas ettiğimizde, Papadopulos evet veya hayır mı olduğunu Lahey’de size söyleyeceğim dediğinde, benim bu plana iyi bakmadığımı, değiştirilmesini istediğimi bilen Genel Sekreter bana döndü ve sen ne yapacaksın diye sordu; dedim ki:"Hayır demek için Lahey’e seyahat boşuna; burada De Soto’ya söyleriz, size yazar, nedenlerini bildiririz; yani, bu seyahati yapmayalım. Ancak, Genel Sekreter, herhalde, eli boş dönmemek için canım, hayır diyecekseniz dahi, Lahey’e geliniz, orada anlatınız derdinizi demiştir.
Böylelikle, Lahey’e gideceğiz. Ancak, Ankara’da yapmış olduğumuz temaslar neticesinde güçlü olarak gideceğiz, iyi niyetli gideceğiz ve bu planı değiştirme yollarını arayacağız. Rum lideri Papadopulos, eğer, hakikaten değiştirilmesini istediği birçok kısım varsa, bana açıkça söylemelidir; ben, ona söyleyeceğim. Sayın Papadopulos, iki tarafın mutabık kalmadığı, içerisinde beğenmediğimiz, değiştirilmesini istediğimiz birçok husus olan bir planı sanki mutabık kalmışız gibi, bütün Kıbrıs’ın anayasası, bütün Kıbrıs’ın teşkilatı olarak nasıl referanduma göndeririz ve halk, bu yarı buçuk, tamamlanmamış plana evet derse, bunu tamamlama yöntemi ne olur; yeniden kavga ben, burasını değiştirecektim, beğenmiyorum, ben, bunu kabul etmiyorum, ben de bunu beğenmiyorum diye yeni kavgaların başlamasına yol açacak değil miyiz? Bunu kendisine soracağım.
Şimdi, dünyanın hiçbir yerinde, bir ülke için, dıştan böyle bir plan yapılıp, zorla dayatılmış ve empoze edilmiş değildir diye düşünüyorum. Belki Filistin’i örnek olarak göstereceksiniz. Filistin ve İsrail liderleri, bu anlaşmayı yaptıkları için, bildiğiniz gibi Nobel ödülünü de almışlardır; ama, bu yapay anlaşma tutmamış ve hâlâ, Filistin’de kan gövdeyi götürmektedir. Bizim korkumuz da odur. Türk askerî, ikide bir gelip, bizi kurtarmamalıdır, buna ihtiyaç olmamalıdır.
Biz, sağlam, kalıcı bir anlaşma istiyoruz; 1960 Anlaşması gibi, sadece kâğıt üzerinde bir anlaşma değil. Yırtılıp atılacak ve ben beğenmedim, artık hükümet benim, siz azınlıksınız denilebilecek bir anlaşma istemedik, istemiyoruz.
Anlaşmanın, egemenliğimize dayalı olmasını istiyoruz. Egemenliğimiz var mı yok mu tartışmasını kabul etmiyoruz; çünkü, biz, egemenliğimizi Rum’dan kurtardık, devletimizi kurduk -yirmi sene bekledikten sonra- ve Türk Cumhuriyeti, bu devleti tanımıştır. Bu Mecliste tanıdınız. Evlatlarınızı feda ederek bizi kurtardıktan sonra, barış görüşmelerinin her safhasında fedakârlıklar yaparak ve yaptırarak, barışı temin edebilmemiz için bize destek oldunuz, yardımcı oldunuz. Barış yapamadık, uzlaşma olmadı. Sebebini sorunuz diyoruz. Tek bir sebebi var; Makarios, eli kanlı Makarios. Kıbrıs’ın Miloseviç’i dediğimiz Makarios bizi toplu mezarlara gömerken, Güvenlik Konseyinde kendisini meşru Kıbrıs hükümeti olarak tanıdılar. Uluslararası bir anlaşmanın yerle bir edildiğine bakmadılar, Türk halkına yapılan zulme bakmadılar meşru Kıbrıs hükümeti ve sen de, onun Cumhurbaşkanısın dediler. O andan itibaren, Makarios’un, Kıbrıs meselesini halletmek için herhangi bir nedeni kalmadı.
Size, anayasal haklar veriyoruz bu teşkilatın içerisinde; daha ne istiyorsunuz? diyorlar. Anayasal haklar; yani, 1960’ta verilmiş olan güçlü haklar yerine, şimdi, daha zayıf, ama, güya kurucu devlet seviyesinde!.. Bu devletin fizikî hududu yok; belediye hududu gibi hudutları tanınacak. Bu devletin içine, Rumlar, istedikleri gibi, istedikleri kadar girecekler...
Kıbrıs konusundaki hararetli münakaşalarınız, bize daima destek olmaktadır. Unutulmadığımızı görüyoruz; kimsesiz olmadığımızı, yetmiş milyonluk yüce bir ulusun ayrılmaz ve kopmaz bir parçası olduğumuzu görüyor, hissediyor ve gurur içerisinde, direnişimizi yürütüyoruz. Sizlere, bu düşüncelerle, en içten duygularla teşekkür ediyorum.
Desteğinize muhtacız, devam ediniz. Sağ olunuz.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 24 Şubat 2004 Salı |
|