10 EYLÜL 2024 SALI

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Suriye ile yakınlaşmaya EVET. Ama dikkati elden bırakmayalım
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 13 Ocak 2004 Salı 

"Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacı ile mütenasip olacaktır."
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk - 1923)

Suriye Devlet başkanı Beşşar Esad’ın, eşi Esma Esad ve birisi kundakta iki çocuğu ile yaptığı üç günlük resmi ziyaret gündemimizin ana maddesi oldu. Bu ziyaretten akılda kalanlar, Türkiye - Suriye ilişkilerindeki gelişmelerden çok, Bayan Esma Esad’ın zarafeti, güzelliği, cana yakınlığı ve sıcak gülücükler dağıttığı aktivitelerdeki gösterişli hali idi. Çünkü medyamız büyük ölçüde bayan Esad’ın peşinde idi. Bayan Esad’a ayrılan kareler göz kamaştırıyordu. İşin medyatik yanı bir tarafa Türkiye’nin bu ziyareti ne kadar önemsediği hususu dikkatlerden kaçmadı. Ziyaret dünya basınının da manşet haberleri arasında yer aldı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkileri daima problemli olmuştur. Ortadoğu ülkeleri ile Bağdat Paktı’nın, Balkan ülkeleri ile Balkan Paktı’nın kurulmasına önayak olan büyük önder komşuları ile olan ilişkilerini güvenlik altına alarak savunma harcamalarını asgariye indirmiş ve bunun katkısı ile çok kısa sürede ekonomik alandaki inanılmaz ilerlemelerini kaydetmiştir.

Suriye ile ilişkilerimiz geçen 50 yıllık soğuk savaş döneminde başlamak üzere daima kopuktur. Nedendir ve kim akıllarına koydu bilinmez Suriye HATAY ilimizi kendi topraklarında göstermek gibi gafil ve cahilce bir tutumunda ısrar ederek bugünlere gelmiştir. Bir ülke toprakları üzerinde hak iddia etmek için uluslararası hukuka dayanan sağlam ve kabul edilebilir gerekçeleriniz olması gerekiyor. Yada istediklerinizi kuvvet yolu ile elde edebilecek yeterli bir güce sahip olmalısınız. Bunun ikisi de Suriye’de yok.

Suriye kendisinden çok güçlü olduğunu bildiği Türkiye ile dostane ilişkiler kurmak mecburiyetindedir. Tarih, coğrafya ve Jeopolitik ilmi bunu gerektiriyor. Suriye’nin iç yapısı da çok karmaşıktır. Kendi halkının yüzde on beşinin desteğine sahip bir iktidar vardır. Ve bu iktidar ile 40 yıldır yüzde 70 çoğunluğa sahip Sünni, Müslüman Kardeşler Örgütünün mücadelesi kıyasıya devam ediyor. İktidar askeri gücüne dayanarak Şam ve Lazkiye ile sınırlı olan bir egemenliğini sürdürürken diğer bölgelerdeki başkaldırıları şiddetle eziyor.

Güneyde İsrail ile savaş halinde iken, kuzeyde ülkenin temel ihtiyaç maddesi olan suyu elinde bulunduran Türkiye’ye karşı hasmane tutum içine girmesi, Türkiye’den toprak talep etmesi, ve bu büyük güce karşı önce Ermeni ASALA örgütünü, bilahare PKK terör örgütünü beslemesi ve desteklemesi akıl kârı işler değildi. Bunlar ancak kendinde büyük güçler olduğuna vehmeden bağnaz bir diktatörün yapacağı şeylerdi.

Evet, Başkan Beşar Esad’ın babası Hafız Esad işte böyle garip davranışları olan bir diktatördü. Yıllarca milletini tam bir askeri istibdat ile ezdi. Komşuları ile çatıştı. İçeride kendi insanları ile çatıştı. Bütün bunları SSCB’nin askeri desteği ile devam ettirip tahtını koruyabildi. 1991 yılından itibaren Sovyet desteği kalkınca Suriye her alanda olduğu gibi askeri alan da da dibe vurdu.

Oğul Esad, gençliğinin ve aldığı iyi eğitimin etkisi ile gelir gelmez komşularıyla iyi geçinmenin önemini kavradı. Ama çok geç kalınmıştı. Çünkü ABD’nin bölgeyi yeniden yapılandırma projesi çalışmaya başlamıştı. ABD çok önceden planlarını yapmış ve Suriye’yi Teröre destek veren ülkelerin başına yerleştirmiş ve bununla mücadele için gerekli yasal dayanaklarını geçen haftalarda kendi kongresinden çıkartarak yasalaştırmıştı. Ortadoğu’nun yapılandırılmasında sıranın Irak’tan sonra Suriye’de olduğunu her fırsatta dile getiren ABD. şimdilik diplomatik alanda bilahare ekonomik alanda ve sonunda asker kullanarak bu ülkeyi işgale kararlıdır. Doğal müttefiki İsrail’de bundan yanadır ve ABD’ni bu yönde adeta kışkırtmakta ve hızlı hareket etmesi için zorlamaktadır.

İşte tam bu şartlar içinde sıranın kendisinde olduğunu iyice idrak eden Suriye’nin ayakları nihayet yere değmiş ve bölgede 400 yıl idaresinde yaşadığı Türklerle iyi geçinme zamanının geldiğini anlamıştır. Ve sonunda koşarak büyük ağabeyinin elini öpmeye ,bir bakıma günah çıkartıp af dilemeye gelmiştir.

Suriye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, yani yaklaşık 57 yıldır Türkiye'yi ziyaret eden ilk Devlet Başkanı Beşar Esad’tır. Suriye'nin simgesi diktatör baba Hâfız Esad'ın ölümünden sonra ülkede yürütme gücünü halâ elinde tutan BAAS Partisi yerine oğul Beşşar Esad'ı getirerek bir bakıma kendini emniyete almıştır. Batıda iyi bir öğrenim gören Beşşar Esad demokrasi taraftarı bir lider izlenimi vermektedir. İsrail ile Lübnan’da savaş halinde olmasına ve Irak Krizine rağmen, Suriye'yi demokratikleştirme yönünde önemli adımlar atmıştır.

Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'in 2000 yılında Hâfız Esad'ın cenaze törenine katılmış olması ve Abdullah Gül'ün ziyaret ve temasları, bugünkü olumlu ve arzu edilen Türkiye-Suriye yakınlaşmasını hazırlamıştır. Asıl olan bu yakınlaşmanın devamıdır.

Türkler bin yıldır Suriye topraklarında hükümran olmuşlardır. Türk kültür öğeleri altmış yıla yakın bir zaman asimle edilme çalışmalarına rağmen sayıları bir milyondan fazla olan Suriye Türklerinde ve bunların yakın çevresinde aynen yaşatılmaktadır. Halkın Türkiye’ye karşı saygısı ve duyarlılığı vardır. Hele sınır boylarında yaşayan halk tamamen birbirleri ile akrabadır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri, şimdiye kadar dış Türkler ile ilgili anlamsız politikalarına Suriye’de de devam etmişlerdir. Bugüne kadar Hafız Esad rejimi tarafından ezilerek Araplaştırılmaya çalışılan Suriye Türkleri için kıllarını dahi kıpırdatmazken; Suriye yönetiminin Hatay'daki Nusayrî asıllı vatandaşlarımızla çok yakından ilgilenmesine, Nusayrî nüfusunun artmasını teşvik etmek için çaba sarf etmesine seyirci kalmışlardır.

Bugüne kadar Türk dış politikası içerisinde Suriye hiç yoktu diyebiliriz. PKK terörünün tamamen Suriye destekli olduğu bilinmesine rağmen pasif dış politikamız bunun hesabını sormamızı 1999’a kadar engellemiştir. Suriye'nin aleyhimizdeki faaliyetlerini sadece seyretmekle yetinmişizdir. İlişki kurmamak için adete direndik. Ve iki ülke sınırında son derece mümbit çok geniş bir bölgeyi “mayınlı bölge” olarak tutarak bu ayrılığın pekişmesine adeta yardımcı olduk. Suriye geç de olsa hatasını idrak etmiş ve yaptığı en üst düzeydeki ziyaret ile bundan sonraki ilişkilerimizin geleceği açısından önemli bir adım atmıştır. Bundan sonra ne yapılabilir ve neler olabilir sorusunun cevabını yarın bulmaya çalışalım.

Suriye şu anda her yönden sıkıştırılmış durumdadır. Ciddi desteğe ve korunmaya ihtiyacı vardır. Beşşar Esad babasının aksine içeride ve dışarıda çok ılımlı bir politika izlemektedir. Fakat uzun yıllar süren bir dikta rejiminin etkilerini yıkmak ve yerine demokratik bir düzen getirmek kolay değildir. Hele kendisi bizzat bu diktatörün oğlu olunca kalıpları değiştirmek kolay olmayacaktır.

Ortadoğu barışının sağlanması temel mesele, ve bu barışın sağlanmasında rol oynayacak esas ülke Türkiye olunca Suriye Devlet Başkanının ziyareti daha da ciddiyet kazanmaktadır. Türkiye yıllardır uzak durduğu Suriye ilişkilerinin bundan sonraki yol haritasını yeniden değerlendirmek zorundadır. Burada başarı veya başarısızlık tamamen bizim tutum ve davranışımıza, yani izleyeceğimiz planlı ve tutarlı politikalara bağlıdır. Neler yapılabilir veya ne gibi gelişmeler beklenebilir ? konusunda sesli düşünecek olursak şunları söyleyebiliriz;

- Türkiye’nin Suriye ile çatışmaya değil, her alanda yakınlaşmaya ve bir vücut gibi birlikte hareket etmeye ihtiyacı vardır. (Doğal olarak diğer bölge ülkeleri ile de)

- İki ülke arasındaki ilişkiler her alanda sıklaştırılmalı, ilişkilerde araya üçüncü ülkelerin girmesi önlenmelidir. Suriye’ye her sahada destek olabileceğimiz imajı yaratılmalı ve uluslararası siyasi ortamda kendilerine daima destek çıkılmalıdır.

- Türkiye yönetim sistemleri açısından bölgesinde model bir ülkedir. Bu bakımdan Suriye’deki demokratikleşme çabalarına çok önemli katkılarda bulunmamız mümkündür. Gerek merkezi ve gerekse mahalli Suriye yönetimleri yapılandırmak için Suriye’ye uzmanlar gönderebiliriz veya Suriyeli yöneticileri eğitebiliriz.

- Suriye’nin Hatay ve Su Meselesi’ni gündeminden düşürmesinin iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi için şart olduğunu anladığı görülmektedir. Oysa uzun yıllardır Türkiye’ye karşı Suriye Yönetimi halkının beynini bu konularda Türkiye aleyhine yıkamıştır. Şimdi kendi kamuoyunda da hatasını anladıklarını ve yanlış yaptıklarını vurgulaması gerekir. Uzun süreli ve sağlıklı dostluk ortamı için bu şarttır.

- Türkiye, Suriye’nin ekonomik kalkınmasında çok önemli destek sağlayabilir. İki ülke ticareti her alanda geliştirilmelidir. Türk Ticaret ve Sanayi kuruluşları ile müteşebbisleri en kısa sürede Suriye pazarını keşfetmelidir.

- İki ülke arasında çok uzun bir kara sınırı vardır. Son derece mümbit bir araziye sahip bu bölge mayınlı olması dolayısıyla bugün atıl durumdadır. Bu bölge tamamen temizlenerek ekonomiye kazandırılmalıdır.

- İki ülke silahlı Kuvvetleri arasında önce eğitim ve öğretim bilahare bakım desteği sağlayacak askeri antlaşmalar imzalanmalı ve giderek müşterek tatbikatlar ile bölge savunmasında işbirliği içine girilmelidir. Bu husus çevre ülkelere ve bölgede menfaati olan güçlere göstere göstere yapılmalıdır.

- Suriye’nin ihtiyacı olan suyun mutlaka ve her şartta sağlanacağı garanti edilmelidir.

- Kuzey Irak’ta meydana getirilen Kürt Federasyonu çalışmalarının Suriye’yi de yakından ilgilendirdiği bilinmektedir. Bu konuda Suriye ile birlikte hareket edeceğimiz kamuoyuna deklere edilmelidir.

- PPK terör örgütüne karşı başlatılan mücadele sürecine birlikte devam edilmeli, bu tehdit bertaraf edilmediği takdirde kendilerine de döneceği hatırlatılmalıdır.

- Suriye Türklerinin haklarının korunması için Suriye Yönetimi ile işbirliği içine girilmeli, nasıl ve neler yapılabileceği hususları birlikte kararlaştırılmalıdır.

- Golan Tepeleri de dahil olmak üzere Suriye ve İsrail arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde bölge ülkesi olarak Türkiye’den başkasının etkili olamayacağı taraflara bildirilmeli ve derhal arabuluculuk çalışmaları için girişimler başlatılmalıdır.

Bütün bu saydıklarım hür ve müstakil iki ülke yönetiminin kendi inisiyatiflerini kullanarak birbirleri ile girecekleri ikili ilişkiler ile elde edebilecekleri kazanımlardır. Bu kazanımlar Bölge ve dünya barışı için önem arz ettiği kadar iki ülke halklarının refah ve huzurunun gelişmesine de katkıda bulunacaktır.

Fakat Ortadoğu’ya yerleşerek bölgeyi küçük devletçikler haline getirerek yenilip yutulacak hale dönüştürmeye odaklanmış ABD ile, bu büyük devin buraya gelmesini sağlayan İsrail bu işe ne diyecektir. Suriye’yi yutmak için bütün imkanlarını seferber eden elli yıllık müttefikimiz ABD bizim kendi başımıza ve bizim milli menfaatlerimiz uyarınca alacağımız yukarıdaki hareket tarzlarımızı uygulamaya koymamıza ne tepki gösterecektir? Kabul edecek midir? Bunun cevabı doğrudan doğruya ‘Hayır’ dır.

İşte burada Türk yönetimine büyük işler düşmektedir. Bölgeye sahip olmaya çalışan bir diğer dev Avrupa Birliğidir. Nitekim AB yetkilileri geçtiğimiz aylarda Suriye ile her alanda işbirliğini içeren bir çerçeve antlaşması imzalamışlardır. Ayrıca bölgedeki menfaatlerini sonuna kadar savunacak güçte bir İran vardır. İran gerek Filistin ve gerekse Lübnan’daki İsrail karşıtı güçleri destekleyerek doğrudan bölgenin yapılanma çabalarına doğrudan katılmaktadır.

Bir yanda daha yeni ilişkiler geliştirdiğimiz eski komşu Suriye, diğer yanda yarım asırdır dış politikamızı birlikte düzenlediğimiz ABD, öte yanda içine girmek için kırk takla attığımız AB vardır. Bizim tercimiz bunlardan herhangi birinin yanında olmak mı? yoksa aralarındaki dengelerden istifade etmek mi ? olacaktır. Bunun tespiti gereklidir. Burada önemli olan bu dengeleri kurabilmek ve yerine oturtabilmektir.

Şimdi bölgede ABD-İsrail, Türkiye-İran-Arap Ülkeleri ile AB’’nin oluşturduğu üç menfaat üçgeni vardır. Bu güçler arasında nasıl bir denge kurulabileceği ve muhtemel hareket tarzlarımızın nasıl olabileceği dikkatle planlanmalıdır. İç politika ve yerel seçimler gailesine düşmüş hükümetin bu konuya ayıracak zamanı yok gibi görülüyor. Fakat bölgenin yapılanmasında bizim dışımızdaki bütün çözümlerin aleyhimize olacağı unutulmamalıdır. ABD’nin Bulgaristan-Gürcistan-Ermenistan-Irak ve devamında Suriye’yi işgali ile Türkiye’nin durumunun ne olacağı dikkatle hesap edilmeli ve yeni politikalar üretilmelidir.

Ben Suriye-Türkiye yakınlaşmasının Türk dış politikaları için teslimiyetten kurtulmak, oyuncu değil, oyun kurucu olmak için bir başlangıç olmasını temenni ediyorum. Benim düşündüklerimi köklü ve geleneksel yapısı içinde çok değerli uzmanlara sahip Dışişleri teşkilatımızın da düşüneceğini değerlendiriyorum.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
13 Ocak 2004 Salı

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale