Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
Fransa, başörtüsünü yasaklamakla yanlış yapıyor |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
"Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur." (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk)
11 Eylül saldırılarının ardından Başkan Bush’un İslam dinini terörist yetiştiren bir din olarak nitelendirerek İslami Terörün üzerine yürüyerek kökünü kazıyacaklarını bildirmesi üzerine dünyada dinler arası kutuplaşmalar arttı. Dengeler değişti. Ayni ırka, ayni milli kültüre sahip milletler kendi içlerinde dahi, dini inanışlarından ötürü birbirlerine şüphe ile bakmaya ve düşmanca davranmaya başladılar.
Kendi içindeki Müslümanlar ile Müslüman ülkelerden gelen kişilere potansiyel terörist muamelesi yaparak, adeta İslam dünyasına savaş açan Amerika’nın bu tutum ve davranışı, “Ben İslami davranışı cezalandırıyorum” şeklindeki bir anlayışla Afganistan ve Irak’ın işgaline kadar gitmiştir. Bu ülkeler güçlü ABD askerlerine kendi Silahlı Kuvvetleri ile bir şey yapamayacaklarını görerek kısa sürede teslim olmuşlardır. Teslim olma işgali çabuklaştırmış fakat bu ülkelerdeki milli direniş hareketleri arttırmıştır. Bu milli direniş hareketleri satın alınarak yönlendirilen küresel medya vasıtasıyla İslam teröristleri olarak nitelendirilmiştir. Ve İslam dini bütün unsurları ile terörist potansiyeli çağrıştırmaya yönlendirilmiş ve Hıristiyan devletlerce düşmanca görülüp tedbir alınmaya zorlanmıştır.
Fransa’da Cumhurbaşkanı öncülüğünde “Laikliği korumak” bahanesi ile başlatılan İslama yönelik faaliyetler işte bu yanlış anlayışın ürünüdür. Sun’i olarak yaratılan dinler arası düşmanlık giderek büyümektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a göre, Fransız okullarındaki Müslüman kızların başörtüsü takmaları “toplumsal barışa ve Fransa'nın ulusal uyumuna yönelik tehditten başka bir şey değildir. Ve bu kızlar başörtü takmakta ısrar ettikçe İslami tehdit büyümektedir. Başörtüsü takmakta ısrar etmenin tehdidin büyümesi ile olan ilgisini anlamak mümkün değildir.
11 Eylül ile birlikte dünyaya pompalanan “İslami Terör” kavramının yer küreyi sarması sonucunda Fransa’da 14 yıldır sessiz sedasız sürdürülen Fransız anayasasına ait değişiklik çalışmaları hız kazanmıştır. Sonunda, “Fransız olmanın tanımı ve Avrupa'nın en büyük Müslüman azınlığına sahip Fransa'nın 3.7 milyon Müslüman'ı nasıl 'entegre edip Fransızlaştıracağı”konusu bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ana gündem olarak ortaya konulmuştur. Aslında bu tartışmalarda Fransa içinde çok kültürlü bir yapıyı içeren bir Fransız toplumu değil, aslen Fransız olmayan milletlerin entegresi (yani asimilasyonu) konu edilmekte idi. Bu sömürge zihniyetinin yaşatılma çabasından başka bir şey değildir.
Fransa’da getirilen “okullardaki başörtü kullanma” yasağının giderek bütün resmi kurumları da kapsayacağı şimdiden görülüyor. Oysa Fransa Anayasası, vatandaşlarına karşı davranışlarında Fransa Devletine tam bir tarafsızlık içinde davranma yükümlülüğü getiriyor.Buna yükümlülüğe rağmen Cumhurbaşkanı Chirac’ın, resmi bir komisyon raporuna dayanarak parlamentodan 'belirgin dini sembollerin' yasaklanmasını öngören bir yasayı geçirmesini isteyebiliyor olması dikkat çekiyor...
Olay son derece karmaşık. Fransa’da Fransızlar ile Müslümanlar arasında başlayan bu kutuplaşmanın giderek büyüyeceğini Avrupa sınırlarının da aşarak çatışmanın küresel alanda devam edeceğini şimdiden söylemek mümkün. Oysa Fransa’daki Müslüman toplumun başörtüsünden çok daha önemli ekonomik, sosyal ve kültürel sorunları olduğu saklanamayan bir gerçektir. Peki bu durumda, neden Fransa böyle bir tartışmayı başlatmıştır ? Bu tartışmaların Fransa’ya ne gibi kazanımlar sağlayacağı hakkında sağlıklı bir fikir öne sürülebilir mi? Bunların kesin cevapları şimdilik yoktur.
Sanıyorum şu sıralarda Fransa’da bir kimlik sorunu yaşanıyor. Bilindiği gibi din, insanların hür iradelerine göre seçebilecekleri bir inanç sistemidir. Aklı başında sağduyu sahibi her kişi kendi isteği doğrultusunda bir dini seçebilir ve bu dinin kurallarına göre yaşamını düzenleyebilir. Bu tamamen iradi bir husustur.
Oysa bir millete mensup olmak, mesela Fransız olmak sizin kendi elinizde değildir. Siz anne ve babanız, yani atalarınız Fransız olduğu için Fransız oluyorsunuz. İnsanların milliyetlerini isteseler de değiştirebilme şansları yoktur. Bu demektir ki Fransız olmak ile Müslüman veya Hıristiyan olmak çok ayrı unsurlardır. Birbirinden tamamen ayrı olan bu unsurları ayni kavramlar olarak mütalaa ederseniz yanılırsınız. Ve bunun sonunda toplumsal çalkantılar ile büyük sosyal patlamalara sebep olursunuz.
İşte şimdi Fransa bunu yapmıştır. Yarın bütün Avrupa’da benzeri davranışları görürsek şaşırmamak lazımdır. Onlar Hıristiyan olduklarını biliyorlar. Kendilerine benzemeyen Müslümanların ezanlarından, kurbanlarından ve diğer pek çok dini vecibelerini yerine getirmelerinden son derece rahatsızlar. Bunu saklamaya da lüzum duymuyorlar. Bu rahatsızlık giderek İslam üzerinde baskı yapmalarını sağlıyor. Sonunda baskıya maruz kalan kişiler birbirleri ile tesanüt içine girerek yeni birlikteliklere erişiyor, güçleniyor ve çoğalıyorlar. Çoğalan gruplar örgütleşiyor ve giderek siyasi güç haline gelmeye başlıyorlar. İşte bu güç yönetimlerin korkulu rüyası oluyor.
Bizim örnek aldığımız batı işte bu. Sahtekar. İki yüzlü. Bağnaz ve irticacı. Onlar 100 yıl önce tarihe karışan Osmanlı İmparatorluğundan bir nebze ders alsalardı, bugünkü yobaz davranışı göstererek İslam dünyasını karşılarına almazlardı. Sonuç olarak; Fransa çok yanlış yapmıştır. Bizzat bu yanlışı seslendirerek dünyaya yansıtan Cumhurbaşkanı Chirac’ın, yaptığı yanlışı derhal düzeltmekten başka çaresi yoktur. Bu yapılmazsa toplumsal huzur giderek bozulur. Bundan öncelikle Fransa Devleti ve Fransız halkı zarar görür. Papa dahil Hıristiyan din adamlarını göreve davet ediyorum.
Ve bu arada İslam’daki HOŞGÖRÜ’ NÜN neden yüzde birinin dahi medeni (!) Avrupalıya ulaşmadığını çok merak ediyorum.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 26 Aralık 2003 Cuma |
|
|