Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
Titina Loizidou davası ve Annan Planı ilişkisi |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
"Annan Planında BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sorumluluğunu aramak doğru değildir. Plân onun adına temsilcisi Alvara De Soto ve ona yardımcı olan İngiliz, Amerikan temsilcileri ve Rum Başsavcı Markides’in katkıları ile meydana çıkmıştır. Plânı bize kabul ettirmek için yapılan baskılar karşısında direnmemiz halkımızdan aldığımız güç ve Anavatan ile işbirliği sayesinde olmuştur." (Rauf Denktaş)
Türkiye bir süredir AB tarafından Kıbrıs Davası ile ilgili olarak köşeye sıkıştırılmak istenmektedir. Bu konuda her alanda büyük baskılar birbirini takip eden müthiş bir sağanak halinde tepemizde patlamaktadır. Bunlar arasında iki önemli unsur ön plana geçmektedir.
Bunlardan birincisi Birleşmiş Milletler kaynaklıdır. Kıbrıs’ın tamamını Türklerden arındırılmış olarak Avrupa Birliğine sokmayı hedef alan ANNAN Planı ile ilgili çalışmalardır. Çalışma alanı Türkiye ve KKTC topraklarıdır. Bu konuda AB ülkeleri bütün unsurları ve en üst düzey yöneticilerin de devreye girmeleri ile aralıksız görev yapmaktadır. ABD ise Kıbrıs Rum kesiminde konuşlanan Büyükelçiliği ve bizzat Beyaz Saraydan talimatlı Özel temsilcileri vasıtasıyla Annan Planının kayıtsız şartsız kabulü için her türlü baskıyı yapmaktadır. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi kendi milli hedefleri olan bu konuda ellerinden gelen her türlü gayreti göstermektedir. Ayni konu üzerinde KKTC’de bulunan üç muhalefet partisi bu ülkelerden aldıkları maddi ve manevi destek ile büyük bir güç birliği içine girerek 500 yıla yakın adada bulunan Türk egemenliğini kaldırmak için verilen emirler doğrultusunda çalışmalarını sürdürmektedir.
İkincisi unsur ise Avrupa Birliği kaynaklıdır. AB ülkeleri Kıbrıs’ın kendilerine teslim edilmesi için hukuki alanda Türkiye’yi sıkıştırmak için her yolu denemektedir. Avrupa’nın siyasi sistemleri kullanılarak adını LOIZIDU Davası olarak bildiğimiz bir uluslararası bir hukuk skandalı ile Türkiye köşeye sıkıştırılıp diz çökmeye davet edilmektedir. Birbirinden ayrı gibi görünen ama birbirini tamamlayan bu iki hususu birlikte okumak ve birlikte düşünmek gerekmektedir. Çünkü hedefleri tektir ve aynidir.
Hedef ;Türk varlığının Kıbrıs’tan mutlaka çıkartılmasıdır. AİHM’nin Madam Titiana Loizidu için verdiği karar, “Tüm Rum göçmenlerinin KKTC topraklarındaki yerlerine dönmeleri ve de mal ve mülklerini yeniden sahiplenmeleri” mantığına dayanmaktadır. Aslında bu karar kabul edilip istenen tazminat tarafımızdan ödendiği takdirde, ANNAN Planında yer alan Mal-Mülk değişimi ile ilgili olarak getirilecek düzenlemelerde toptan ortadan kaldırılmaktadır. Ve neredeyse KKTC’nin bütününün güneye teslim edilmesinin yolu açılmaktadır.
Şimdi oynanmak istenen oyunu biraz açalım. Bunun içinde Annan Plânının Anayasa ile ilgili maddelerine bir göz atalım. Madde aynen şöyle; “Bu anayasanın hiçbir hükmü Avrupa Birliğine üyeliğin getirdiği yükümlülüklerin gerektirdiği hiçbir ortak devlet veya parça devlet yasasını veya düzenlemesini geçersiz kılamaz . Veya Avrupa Birliğinin veya kurumlarının yasalarının veya düzenlemelerinin tüm Kıbrıs’ta geçerli hukuk olmasını engelleyemez.”
Yani Annan Plânını meydana getiren bütün unsurlar, “Avrupa’dan gelecek bütün kararlar karşısında geçersizdir” denilmektedir. Daha açıkça söyleyelim. Burada; “Ey Kıbrıslılar. Siz Kıbrıs’ta ne karar alırsanız alın. AB, alacağı yeni kararlar ile bunları kendi menfaatleri doğrultusunda ve istediği şekilde değiştirebilir. Ve sen de buna uymak zorundasın” denilmektedir.
İşte bu yüzden ben diyorum ki, AİHM’ nin aldığı Titiana Loizidu kararı aslında tamamen siyasidir. Bu mahkeme kararlarında ne yazık ki uluslararası hukuku değil, AB’nin siyasi çıkarlarını ön plana almaktadır. Alınan bu siyasi kararları uygulama görevi de Avrupa Birliğinin siyasi karar organlarına düşmektedir. İşte bu yüzden alınan Loizidu Kararının da “Türk tarafını Kıbrıs konusunda geriletmek amacını güden bir planın bir parçasıdır” diyebiliriz...
Bu karar K.K.T.C ’de olup bitenlerin tümünden Türkiye’yi ve Türk askerini sorumlu tutuyor. Ve bu gerekçe ile Titiana Loizidu isimli Rum madamının mal ve mülküne gidememesinden, bu mal ve mülkünü kiralayıp değerlendirememesinden Türkiye’yi suçluyor ve cezalandırıyor. Türkiye’nin bu karar uyarınca bu madama ödemesi gereken ceza miktarı ise faizleri ile birlikte bir milyon dolara ulaşıyor. Karara göre ödenecek bu tazminat sadece Loizudu hanımın malının “kullanım kaybı” içindir. Yoksa adı geçen malların sahibi yine Loizidu hanımındır. Karara karşı Türkiye’nin tepkisi, “Biz bu parayı ödeyelim ama, bu karar arkadan gelecek müracaatçılar için emsal oluşturmamalı ve bundan sonraki başvuranlar iç hukuk yollarının tüketilmesi için K.K.T.C’ ye yönlendirilmelidir.”şeklindedir.
Aslında Türk tarafının bu önerisi iyi niyetli bir öneridir. Gel gör ki risklidir ve de son tahlilde, meseleyi başladığı noktaya yeniden geri döndürecek niteliktedir. Çünkü burada hukuk değil, siyasi kriterler geçerlidir. Siyaset, zaman ve mekana göre daima değişebilir. Bizi başladığımız noktaya döndürebilir. Verilen kararlar yeni gelen siyasiler tarafından tanınmayabilir.
Bundan sonra AİHM bu Türk tezini kabul etse bile ve bu yolda bir karar alsa dahi artık ok yaydan çıkmıştır ve Türk makamlarına başvuracak Rumlar için bu fahiş tazminat daima ölçü olacaktır. “Loizidu’ya ödediğiniz miktara yakın bir miktar bizim için de geçerli olmalıdır !”diyeceklerdir. Sonunda Türkiye’den sadece malların kullanılması karşılığı alınacak bedelin 30 Milyar dolarlara ulaşacağı dile getirilmektedir.
K.K.T.C ile uzlaşamayacakları şimdiden belli olan bu durumlarda ise Rumlar koşa koşa yeniden AİHM’nin yolunu tutacaklardır. Böylelikle de başa dönülmüş olacaktır. Başa dönüldüğü durumda da bizimle pazarlık yapıp da tatmin olmayan Rumlara, bu tarafta bıraktıkları mallarının değeri bir ise, “kullanım kaybı şu kadar” diyerek biz bu defa değerinin birkaç misli tazminat ödemek durumunda kalacağız. Dolayısıyla Türkiye ‘nin bu parayı Titiana Loizidu ‘ya ödemesi fevkalade yanlış ve geri dönülemez bir çıkmaz yol olarak önümüzde durmaktadır. Peki ne yapabiliriz. ? İşte şimdi bu sorunun cevaplarını bulmaya çalışalım...
Annan Planı ve Loizidu Davasında Türkiye ve KKTC yönetimi birlikte hedef alınmaktadır. Bunun için iki ülkenin birlikte tek vücut halinde güç ve fikir birliği yaparak haklarını korumaları gerekmektedir. Bugün KKTC Milletvekili seçimleri bahane edilerek bir taraftan Annan Planı dayatılırken, diğer taraftan AB ülkeleri Loizidu davası gerekçesiyle bütün hatlarıyla saldırmaktadır. Konunun doğrudan tarafları olarak ABD, AB, İngiltere, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi ortak ses verip ortak davranış biçimi sergilemektedir. Bu ortak tavır karşısında Türkiye’nin de kendilerine “Evet” demesi beklenmektedirler.
AB Memuru Verhaugen Efendi, hiç utanmadan ve sıkılmadan;“Kıbrıs sondur.Başka bir şart öne sürmeyeceğiz!” diyerek Türkiye’yi açıkça tehdit edebilmektedir. Adamlar biraya gelmişler. Türkiye’nin bugüne kadar gösterdiği uyumlu, sessiz, kabul edici, baş eğici ve teslimiyetçi davranışını görerek adeta “kasaptan bir kilo et ister” gibi Türk tarafının Kıbrıs’ı kendilerine vermesini istemektedir. O halde gelinen noktada Türkiye de artık susmamalı son sözünü söylemelidir.
Loizidu davasında Türkiye, “Bizim kimseye borcumuz yok ama alacağımız çok ” demelidir. “Kıbrıs’taki hesap bir topyekün hesaptır. Ve son kırk yılın hesabı bize, yani mağdur olana tarafa kesilmektedir. Bunu kabul etmiyoruz.”demelidir.
Çünkü Türkiye tam 29 yıldır Kıbrıs’ı kana bulayanlardan Kıbrıs halkını kurtarmış ve adaya 29 yıllık mutlak barışı getirmiş, toplu mezarların çoğalarak bütün adayı kaplamasını önlemiştir. Türkiye 29 yıldır 40 bin kişilik askeri güç ile tüm Kıbrıs’ta barışın bekçiliğini yapmaktadır. Kıbrıs’ta barışı korumaya gelerek yapılan toplu katliamlarda ve vahşette sadece seyretmekle yetinen BM Barış Gücünün yapması gereken insanlık görevini Türkiye tek başına üstlenmiştir. Bunun bir bedeli vardır ve bu bedel sanıldığı kadar küçük değildir. Bu bedel Loizidu davasından medet umarak Türkiye’yi maddi ve manevi alanda çökertmek isteyenlerin akıllarının alamayacağı kadar yüksektir. İşte şimdi bu kabarık hesabı ödemenin cezasını Türkiye’yi Kıbrıs’a gelmeye mecbur edenlerin çekmesi zamanı gelmiştir. Bunun ceremesini artık Türkler değil, karşı taraf ödemelidir.
Türkiye’nin kaybının yanında Kıbrıs Türklerinin de kaybı dikkate alınmalıdır. Makarios’un siyasi ayak oyunları, Yunanistan’ın Enosis hayalleri uğruna Kıbrıs Türkü tam 40 yılını yitirmiştir. Bunun hesabının da mutlaka sorulması gerekmektedir.
Özetle, Türkiye artık silkinmelidir. Türk gibi düşünmelidir. Bu kendini bilmez gafiller sürüsüne onların anladıkları dilden hitap etmelidir. Ver Türk tarafı artık bu işte bedel ödeyen taraf değil, bedel tahsil eden taraf olmalıdır.
Nitekim AB Türkiye’nin tutumundaki kararlılığı yavaş algılamaya başlamıştır. Loizidu Davasının şu andaki durumu da karmaşık bir hal almıştır. Avrupa Konseyi'nin büyükelçiler düzeyinde toplanan delegeler komitesi, Titiana Loizidu davasıyla ilgili olarak açıklaması beklenen kararını bir hafta daha ertelemiştir. Delegeler komitesinde yapılan toplantıda, “taraflar arasındaki görüş ayrılıkları giderilemediği” gerekçesiyle konunun gelecek hafta görüşülmesi kararlaştırılmıştır.
Bilindiği gibi Komite, geçen hafta yaptığı toplantılarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), Loizidu'ya tazminat ödenmesini öngören kararını yerine getirmesi için Türkiye'ye son kez bir hafta ek süre vermişti. Maddi tazminatı ödemeye hazır olduğunu belirten Türkiye, AİHM'nin, Loizidu'nun evine ve topraklarına geri dönmesinin garantiye alınmasını talep eden genel hükmüyle ilgili olarak, uygulamanın 2005 yılı sonundan itibaren yapılacak öneriler doğrultusunda ele alınmasında ısrara devam etmişti..Türkiye, “AB tam üyelik müzakereleri ve Kıbrıs'la ilgili herhangi bir bağlantının kurulmaması için AİHM kararında yer alan genel hükmün uygulanması konusunun dondurulmasını” isterken, Yunanistan ve Rum kesiminin buna karşı çıkmaları da AB içinde siyasetin hukuka ne kadar bulaştığını göstermektedir.
Şimdi Türkiye’nin yapacağı şey karşı atağa geçmek olmalıdır. Türkiye ve KKTC’de oynanan haçlı oyunlarını görmeli ve hukuken haklı olduğu Kıbrıs davasında karşı atağa geçmelidir. Tam otuz yıldır Uluslararası hukuk kurallarına göre bulunmak zorunda kaldığı Kıbrıs’ta uğradığı maddi ve manevi kayıpların karşılığını önce İngiltere ve Yunanistan’dan resmen talep etmelidir. Bilahare bu iki ülkenin oyunlarına alet olarak Türkiye’ye baskı uygulayan ve ambargolar getiren ABD ve AB ülkelerinden bu iki ülkenin yasadışı davranışlarına destek oldukları gerekçesi ile ek tazminat talebinde bulunmalıdır.
Bu düşüncelerime bizim kalemleri ve beyinleri satın alınmış ve şartlandırılmış aydın takımımızın rahatsız olacağını ve hemen saldırıya geçerek “ABD ve AB gibi dünya devlerine karşı bizim gibi küçük ve borçlu ülkelerin seslerini çıkartmalarının ne kadar ayıp ve boş bir şey olduğunu” haykıracaklarını şimdiden duyuyorum. Ama AKP hükümetine “artık onları değil hukukun ve Türk Halkının sesini dinlemeleri zamanının geldiğini” hatırlatmayı da bir ödev olarak görüyorum.
Sonuç olarak; Türkiye Kıbrıs Davasında hukuken haklı ve mağdur edilmiş taraftır. Davamız meşrudur. Bugüne kadar sesini çıkartmamış olması, Türkiye’nin haksızlığının değil uluslararası hukuka olan saygısının bir tezahürüdür. Fakat bu saygı hasımlarımız tarafından acizlik olarak algılanmış ve her alanda saldırıların devamından başka bir işe yaramamıştır. Şimdi inisiyatif ele alınmalı. Ve her alanda karşı saldırıya geçilmeli, haklı olduğumuz bu milli davada haklarımız sonuna kadar müdafaa edilmelidir.
Bu milletçe ayakta kalma savaşıdır. Bu savaşta bütün milli güç unsurları birlikte kullanılmalıdır. Halkımız yönetimin atacağı dirayetli adımları her zaman desteklemeye hazırdır. Yeter ki kendisine doğrular anlatılsın ve desteği istensin. Türk tarihi yeniden yazılıyor. Ben bu günleri de başarı ile atlatacağımıza inanıyorum.
ÖNEMLİ NOT:BİZ BU ÜLKENİN AYDINLARI OLARAK DOĞRU BİLDİKLERİMİZİ SÖYLEMEK VE TARİHE İBRET ALINACAK DURUMLARI İLETMEKLE YÜKÜMLÜYÜZ. BU YAZININ YAYINLANDIĞI GÜN TÜRK HÜKÜMETİ BAYAN LOİZIDU'YA TAM 1.120.000 DOLAR TAZMİNAT ÖDEDİ . SONUNDA BUNU TÜRK DIŞ POLİTİKASININSON YILLARDAKİ EN BÜYÜK ZAFERİNDEN BİRİ OLARAK TAKDİM ETTİ. KARAR MİLLETİN...
Dr. Tahir Tamer Kumkale 4 Aralık 2003 Perşembe |
|
|