Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
KKTC'nin Türkiye'yi gösteren ucu Dipkarpaz bölgesinde neler oluyor? (KKTC-10) |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
“Efendiler! Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin (Akdeniz Bölgesi’nin) ikmal yollari tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.” (Gazi Mustafa Kemal Atatürk)
KKTC topraklarında Karpaz yarımadasının önemli bir yeri var. Bu topraklar bir elin işaret parmağı gibi Türkiye'yi gösteriyor. Adeta ben oraya aitim diye haykırıyor. Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattının tamamlanması ile dünyanın en önemli Petrol ihraç limanlarından biri haline gelecek olan YUMURTALIK bölgesine bakıyor. Bu bölgeye ulaşan deniz yollarını kontrol edecek bir konuma sahip.
İşte bu yüzden her üç ANNAN Planında bu bölge Rum kesimine bırakılacak topraklar içinde gösteriliyor. Bilinçli bir kafa bu topraklar üzerinde oynanan oyunları kolayca görebiliyor. Buna rağmen karşı taraf inatla bastırıyor. Bu bölge Rum toprağıdır. Size bırakmayacağız diyor.
Gerekçeleri hazır. Ve bu gerekçe görünüşte çok da insancıl. Karpaz yarımadası Rum Ortodoksları için kutsal bir bölge imiş. Karpaz Burnunda yer alan Apostolos Andreas Manastırı Hristiyanlar için çok kutsal imiş ve Müslüman Türklerin egemenliğinde bulunması da dinen çok sakıncalı imiş. Bu kutsal ve son derece doğal isteklerine kulak veren Kofi Annan'da inatla plânlarında bölgeyi Rumlara vermeyi aklına koymuş. Yunanistan'dan bilgilenen AB'de aynen Annan gibi düşündüğünden bu masum istek için inatla bastırıyor.
Bu ön bilgiler ışında Dipkarpaz Bölgesine gidiyoruz. Magosa'dan ayrılarak yeni ilçe yapılan İskele'den (Grivas'ın Köyü Trikoma) bölgenin en son yerleşim bölgesi olan Dipkarpaz'a doğru yol alıyoruz. Bir tarafta lacivert deniz ve altın kumlu sahiller diğer tarafta Keçiboynuzu bahçeleri. Yolda trafik çok az. Geçen her dört araçtan üç tanesi üç harfli Rum kesiminin araçları. Apostolos Andreas Manastırına gidiyorlar veya geliyorlar.
Cennet misali koylar bomboş. Bölgenin iklimi çok sıcak olan iç bölgelere göre daha düşük olduğundan sıcak yaz ayları için ideal bir tatil yeri olduğunu söylüyorlar.Tek tük villa tipi yapılaşma var. Gözümün önüne Türkiye'nin batı kıyılarındaki turistik tatil köyleri geliyor. Kaba bir hesaplama ile bütün bölgeyi YAP-İŞLET-DEVRET usulünü kullanarak hiç para harcamadan tatil beldeleri ile kaplıyorum. Mevsim şartlarınıda dikkate alarak asgari 2 milyon turist için beş yıldızlı tatil imkanı sağlanabileceğini düşünüyorum. Bu yapılaşma ile doğal çevreyi korurken asgari 50.000 Türk ailesine iş sağlıyorum.
Bu arada bir de Turizm Meslek Lisesi açıyorum. Hayâllerim devam ediyor. Birbirinden güzel bomboş koylara balık çiftlikleri kuruyorum. Koyların ağızlarını kapatarak Ortadoğu'nun en büyük yat limanlarını kuruyorum. Buralarda sunulacak hizmetler içinde en az 20.000 aileye daha iş imkanı sağlıyorum. Sonunda bugün KKTC'nin en fakir ve yoksul olan bu bölgesinde dünyanın en zengin 200.000 insanının müreffeh yaşadığı bir beldeyi hayâlimde kuruyorum.
Benim hayâlimdekilerin gerçekleşmesi aslında çok kolay. Ortam hazır. Sadece karar verecek beyinlere ihtiyaç var.Bu beyinler olmadığından bölge halkı sefalete teslim edilmiş. Her türlü ihtiyaçlarının temininde merkezi yönetimin yardım ve desteğine muhtaç hale getirilmiş. Bunu nasıl başarmışlar işte bunu anlamakta zorlanıyorum.
Dipkarpaz Köyüne Cuma namazı saatinde ulaşıyoruz. Köy meydanındaki Kilisenin arkasındaki tepede inşa edilen Camide çoğunluğu Karadenizden gelen Türklerden oluşan cemaat ile birlikte Cumayı kılıyoruz. Rumlara verileceği varsayılan topraklardaki ezan sesinden duygulanmamak mümkün değil.
Köyün ana caddesinin adı Recep Tayyip Erdoğan. Rum yapısı olduğu belli olan tadilat halindeki Belediyeyi ziyaret ediyoruz.1600 Türke karşılık 350 Rum bu köyde yaşıyor. Sipahi köyünde yaşayan 100 kişi ile birlikte toplam Rum nüfusu 450'ye ulaşıyor. Rumların seçme ve seçilme hakları yok. Beş derslikli ilkokullarında iki öğretmenleri var. Orta öğretim içim Rum Kesimine gidiyorlar. Kiliseleri, kahveleri ve kendilerine ait dükkanları var. Kendi hallerinde ve bölgedeki Türk ailelerle uyum içinde yaşıyorlar.
KKTC Milli Eğitim Bakanlığının anlaşılmaz bir uygulaması nedeniyle Dipkarpaz'lı Türk çocukları okumak için Yenierenköy'e gidip geliyorlar.
Belediyenin hiç bir etkinliği yok. Çünkü ellerinde sadece bir kamyonları var. Vidanjör, ambülans, kepçe, greyder vs gibi gerekli araçları yok. Neden belediye teşkilatı kurulduğunu anlayamıyorum. Sonra aklıma merkezi hükümetin bölge halkının siyasi tandanslarını takip için kurulan bir sistem olduğunu keşfediyorum.
Kıbrıs gibi yazları ısının 50 derece olduğu bir beldede partizanca davranışlarla birçok evin elektiriğinin aylardır kesik olduğunu öğreniyorum. 21 inci asırda elektrik olmayan bir ev halkının psikolojisini okurlarımın takdirine bırakıyorum.
Dipkarpaz halkının Rumların milliyetçiliğine hayran olduğunu belirten ifadeleri beni derinden yaralıyor. Anlatılanları duyunca onlara hak veriyorum. Buraya güney kesimden her gün kafilelerle Rumlar akın ediyor. Kumanyaları ile birlikte geliyorlar. Bölgede tek kuruş harcamıyorlar. Araçların içinde bulunan kilise temsilcileri tek tek gelenleri kontrol ediyor. Türk dükkanlarından alış veriş etmeleri şiddetle yasak, çünkü güneyde cezalandırılıyorlar. Bir tek Rum kahvesinde ve dükkanında uzun kuyruklar oluyor. Bir sandalye kapabilmek için ayakta sıra bekleyenler Rum kahvesine bitişik Türk Kahvelerindeki bomboş masalara gitmiyorlar.
Türk esnaf Rumca bilmelerine, dükkanlarına Rumca tabelalar asmalarına ve kendilerini Rum olarak takdim etmelerine rağmen hiç bir Rum kendilerinden alışveriş etmiyor. Benzini biten arabasına 5 milyon liralık benzin alan Rum ailenin 10 yaşlarındaki çocuğunun babasını azarlar bir şekilde "Baba sen ne yapıyorsun bu verdiğin para ile Türkler bizim için mermi satın alacaklar" dediğini unutamıyorlar.
Apostolos Andreas Manastırı gerçekten Hristiyan alemi için önemli bir dini ören yeri. Buraya giderken yolda başıboş dolaşan eşek sürüleri ile karşılaşıyoruz. Köylüler bu eşeklerin başlarının belası olduğunu, tarlalarını ve ekinlerini mahvettiğini, buna rağmen doğal hayatı koruma teşkilatlarının bunlara dokununca dünyayı ayağa kaldırdığını,eli kolu bağlı olarak geçimlerinin eşeklerin insafına kaldığını anlatıyorlar. Bunu da anlayamıyoruz. Eşekler sahipli. İnsanlar sahipsiz.
Carette kaplumbağalarının yavruladığı ender kumlara sahip Altınkum Plajı kilometrelerce uzanıyor. Yok mu benden yararlanacak Turizm yatırırımcısı diyerek bomboş bekliyor.
Çok yaşlı bir temizlikçi kadın, kısaboylu ve şişman bir zangoç, bir papaz ve yüzlerce başıboş dolaşan kediden oluşan maiyeti ile Apostolos Andreas Manastırı özellikle bakımsız bırakılmış. "İşte görüyorsunuz.Türkler burayı bu halde tutuyor ve dinimize hürmet göstermiyorlar" diyerek bizi Hristiyan dünyasına şikayet ediyorlar. Manastırın papazını sorguluyorum.
Neden bu manastır böyle perişan ve bakımsız? Buraya ibadet için gelenlerin kaldıkları tesisler beş yıldızlı otel görünümünde. Bu yaptığınız maksatlı ve kasıtlı değil mi?
Kilise bölümündeki oturma bankları dahi kırık dökük. Ama 50 metre gerideki tesislerdekiler pırıl pırıl. Neden? Efendim onları BM yaptı? Peki BM neden önce Manastırdan tamirata başlamadı? Cevap veremiyor. Kafasını önüne eğiyor.
Görülen o ki, buralara devletin eli uzanmamış veya uzanmak istememiş. Akşam Sipahi köyünde katıldığımız Karadenizli bir ailenin düğünündeki milli coşku ve heyecan bizi duygulandırdı. Kemençenin kıvrak nağmeleri ile pisti doldururak horon tepen genç-yaşlı köy halkının coşkusu sabahki düş kırıklığımızı ortadan kaldırdı. Yeniden ümitlenerek geç vakit Girne'ye döndük.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 30 Ekim 2003 Perşembe |
|
|