Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan süreçte Kuzey Irak’ın siyasi geleceğinin nasıl dizayn edileceği mevcut etnik yapısı ile içinden çıkılmaz bir muamma halini aldı. ABD’nin Birinci Körfez Harbini müteakip geçen 10 yıl içinde BARZANİ ve TALABANİ aşiretlerine dayanarak Kuzey Irak’ta kurdurduğu Kürt Devleti sadece bölgede yaşayan Türkleri değil, Araplarla birlikte diğer Kürt unsurlarını da rahatsız ediyor.
Bölgenin 1000 yıllık gerçek sahibi olan Irak Türkleri ise, ABD desteği ile şımaran Kürt Peşmergeler yüzünden son derece rahatsız. Şu anda yönetim açısından büyük bir kargaşa içine sürüklenmesi kaçınılmaz olan Kuzey Irak’taki huzur ve güven ortamı bölge sakinleri kadar bizi de çok yakından ilgilendiriyor. Irak Türkleri Türkiye’nin kendilerine sahip çıkmamasından rahatsızlar ve bunu artık yüksek sesle her platformda dile getirmekten de kaçınmıyorlar.
Türkiye’nin Kuzey Irak politikalarındaki belirsizliğe adeta isyan ediyorlar. Bilindiği gibi Musul kuzeyinden başlayarak, Kerkük, ve Bağdat’a kadar uzanan bölge en az bin yıldır Türk ülkesidir.
Bölgede yaşayan Türkler, Türkiye Türklerinin de büyük çoğunluğu gibi Türkmen / Oğuz kökenlidir “Türkmen” demek Türk demektir. Irak’ta sayıları, resmen iki milyon olarak gösterilse bile Kerküklü Türkler bunun en az üç buçuk milyon olduğunu söylüyorlar. Yani mevcut Irak nüfusunun %15’inden fazla bir toplum. Hem de okumuş ve kültür seviyesi en üst düzeyde olan medeni bir toplum oluşturuyor Irak Türkleri. Binbir çeşit baskılar ve asimile çabaları bu toplumu yıldıramamış. Bilakis güçlendirmiş ve takviye etmiş. Birlik ve bütünlüğünü ayakta tutmak için büyük mücadeleler verilmiş. Şehid ve gazilerinin sayısı artarak devam etmiş.
Irak Türkleri sadece kendilerine yapılanı değil, Osmanlı’nın mirasını paylaşan ülkelerdeki Türk nüfusa uygulanan haksızlıkları görüyorlar. Yaşanılan akıl almaz mezalimi ve binlerce yıllık bir kültüre sahip Türklerin eski Türk topraklarında yok olması için oynanan oyunları çok iyi anlıyor ve biliyorlar. Ama onlar kendilerine yapılan haksızlıklarla mücadele ederken en büyük desteğin Türkiye’den gelmesi gerektiği bilincini kaybetmiyorlar. Bu bilinç ile isteklerini her fırsatta, Balkanlardakiler olsun, Irak’taki olsun, Türkiye’nin, oralardaki Türklerin durumunu, uğradıkları haksızlıklar ve mezalimi, sürekli olarak uluslararası kuruluşlar nezdinde dünya kamuoyunun gündemine getirmesi gerektiğini belirtiyorlar. Bunu yazıyorlar, TV’lerde ve radyolarda haykırarak dile getiriyorlar. Ama bir noktadan sonra kendilerini düşmanın yaptıkları değil, Türkiye’nin yapmadıkları ilgilendiriyor ve artık tepkilerini Türkiye’ye yöneltmeye başlıyorlar. Türkiye’nin Atatürk sonrasında Irak Türkleri başta olmak üzere Türk Dünyasına olan ilgisizliğini ve kendilerini adeta yok farzetmelerini bir türlü hazmedemiyorlar.
Spiker Televizyonda konuşuyor;“Talabani liderliğindeki Kürtlerin ABD tarafından verilen sözlere rağmen Kerkük’e girmesi Türkiye’yi endişelendiriyor. Bunlar şimdi Petrol kaynaklarını ele geçirir ve ayrı devlet olurlar; bu sefer Türkiye’deki Kürtler de bağımsızlık isterler diye”. Bunlar söyleniyor. Buraların asıl sahibi Irak Türklerinden tek kelime yok. Canlı yayına bağlanan çok üst düzey bir bürokratımız açıklıyor; “ABD Dışişleri Bakanı Povel bize söz verdi, ‘Kürtleri Musul-Kerkük’e sokmayacağız’ dedi. Biz ABD’ye güveniyoruz ve bekliyoruz.”
Televizyonda Kerkük’ün yağmalanması görüntüleri var. Bu arada özellikle bölgenin Türklüğünü ispat edecek TAPU SİCİL DAİRESİ’nin yağmalanması görüntüleri ekrana taşınıyor. Yetkili ve etkili bürokratlarımızdan yine çıt yok. Türk ve Türkmen sözcüğü hiç ağıza alınmıyor. Varsa da yoksa da Kürt Devleti kurulması veya kurulmaması. Konunun özü bu. Oysa bu devlet zaten 10 yıldır fiilen kurulmuş. “Daha ne olması bekleniyor. Akıl alır gibi değil” diyor Kerküklü Türk kardeşimiz. Ve devam ediyor;
“Her zaman olduğu gibi gene bizimkilerin ağzından da bir tek ‘Türkmen’ sözcüğü çıkmıyor. Dahası, bizimkilerin dedikleri hep Batılı’nın dediğini teyit edip düşmanın ekmeğine yağ sürer mâhiyettedir. Onlar zâten özellikle 70’lerden beri Kürtler konusunda Türkiye’ye iftiralar atıp durmuyorlar mı? Sen de tutup ‘Kürtlerin bağımsızlığı bizi endişelendirir’ deyip duruyorsun. Pes yahu ! Aklınız mı eksik, Türklük bilinciniz mi? Öyle geveleyip duracağınıza, altmış yıldır ‘dışarıdaki Türkmenlerin, Türklerin hakları’ deyip duracaktın. Hâlâ dilin dönmüyorsa, demek ki…..”
Bu arada Beyaz Saray sözcüsünün Pentagonda yaptığı açıklama ekrana geliyor. “Sayın Colin Povel öyle bir şey demiş olabilir; ama devletimizin Türkiye’ye verdiği hiçbir resmî teminat yoktur.”
Bu arada ekrana gelen Ortadoğu haritasında Türkiye’nin bütün doğusunu içine alan Kürdistan Haritası gözümüzün içine batırılarak bölgede oynanan büyük oyun sürüyor. Bu haritalar açıkça batı ülkelerinin resmi makamlarının ellerinde dolaşır ve iş yerlerine asılırken neden acaba Türkiye, bu bölgelerde Türklerin de yaşadığından söz etmez?
Neden, hiç bir yetkilimiz çıkıp da, “Hayır orası Kürdistan Değil Türkiye’dir” demez ? Neden, Türkiye’de hangi ırk ve dine mensup olursa olsun sadece Türkler yaşar diyemez ? Niye, Atatürk’ün ölümünden beri bir tek“Türk”sözcüğü kullanılmaz? Kosova’da Bosna Hersek’te yıllarca süren katliamların tek hedefi vardı. O’da Avrupadaki Türk varlığını kesinlikle bu topraklardan kazımaktı. Bütün uygulamalar bunu teyid eder şekilde devam eder ve katliam derecesinde cinayetler işlenirken Batı Medyası ve onların güdümünde olmayı görev edinen Türk Medyası sâdece Arnavutlardan, Sırplardan, Hırvatlardan ve başka bir millet zannettikleri Boşnak’lar bahsetmiştir. Saldırı hedefinin, Balkanlardaki Türk varlığına son vermek olduğu bilinmesine rağmen Türkiye’den resmen bir kınama dahi yapılmamıştır.
Dünyanın neresine giderseniz gidin. Yıllardır yabancılarla konuşan Türklere sorulan ilk soru Kürtlerin ve Abdullah ÖCALAN’ın durumudur. Siz istediğiniz kadar anlatın. “Türkiye’de kim Kürt, kim Türk ayırt edemezsiniz . Bizde zaten böyle ayrıcalıklar yoktur. Onlar bizim bin yıldır içiçe yaşadığımız kardeşlerimizdir” deyin. Kimseyi inandıramazsınız. Yabancılar nereden bilsin ki. Onlar Türkiye ile ilgili veya Türkiye’den, hiç bir Türk lâfı duymuyorlar ki. Türkiyede Türklerin yaşadığından dahi haberleri yok.
1984 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi müdavimi iken arkadaş olduğum Kara Harp Akademisinde okuyan Amerikalı bir Binbaşının kullandığı Türkiye haritası beni çılgına çevirmişti. Aslında bu haritayı ABD’de her hangi bir kırtasiyeciden almak mümkünmüş. Yurtdışına çıkan her ABD subayına gidecekleri ülkelerde hangi tiplerle karşılaşacağını belirten, sadece bilgi vermek amacına yönelik masum(!) bir harita imiş. Renkli Türkiye haritası üzerinde yüze yakın mahalli giysileri içinde görünen insan fotoğrafları vardı. Bu insanlar Türkiye’nin hangi bölgelerinde yaşıyorlarsa bu figürler oralara konulmuştu. Resimlerin altlarında da bu ırklar ile ilgili aydınlatıcı basit bilgiler vardı. Dünyaca meşhur Natıonal Geography Dergisinin hazırladığı bu Türkiye haritasında ne yazık ki hiç Türk yoktu. Türkler dışında bütün etnik unsurlar vardı. Böyle bir mozayık yapıda nasıl birlik ve bütünlük içinde yaşadığımıza bir türlü akıl erdiremeyen Amerikalı binbaşıya kim olduğumu anlatmak için hayli zorlandığımı hatırlıyorum.
Ben Türküm derken, o inatla bana bu resimdekilerden hangisi sensin? diye soruyordu. İşte bu gibi şartlanmış beyinlerle nasıl mücadele edilecektir? Bunun usul ve metotları bizlere öğretilmemektedir. Sadece kızıp bağırmak ve inkar etmek yetmiyor ve sorunu çözmüyor. Bunun mücadelesi ancak ayni silahla, yani eğitimle verilebilir. Ama nerede, kim tarafından ve nasıl bir eğitim ? İşte cevap bekleyen büyük sorunda budur.
Türkiye, bu yıl birinci geldiği Eurovision Şarkı yarışmalarına kendi diliyle değil, İngiliz dili ile katıldığı için ilgiyi çekmiş ve birinci olmuştur. Bundan sonra hiçbir güç, sanatçılarımızı Eurovision’a Türkçe şarkı ile katılmaya ikna edemez ve zorlayamaz.
Turizm Bakanlığı “tanıtım” diye Türkiye “Hiristiyanlık haritaları”nı dağıtır. Bir iki basın organında konu dile getirilince . “Ya öylemi. Yanlış yapmışız” denilir. Ve haritalar toplatılmaya çalışılır.
Türkiye’ye gelen yabancılar eğer İngilizce biliyorlarsa ülkemizde hiç yabancılık çekmezler. Çünkü ülkemiz artık Sayın Turgut Özal’ın dediği gibi “Küçük Amerika” haline dönüşmüştür. Bu küçük Amerika’da Türkleri bulmak çok zorlaşmıştır. Çünkü bütün ülke çapında cadde ve sokaklarımızda, işyerlerimizde, tabelalarımızda Türkçe tedavülden kalkmıştır. Geçerli dil İngilizce’dir. Özellikle, “Türkiyeye geldik. Dünyaca meşhur Türk Mutfağından leziz Türk yemekleri yiyelim” derseniz sorun yaşarsınız. Çünkü Türk Mutfağı bulmak için zorlanırsınız. Çok aramanız gerekebilir. Mc Donalds, Burger King, Kentucky Fried Chicken gibi FAST FOOD’ların arasına serpiştirilmiş Meksika, İtalyan, Çin ve Japon Restaurantları arasından Türk Restaurantlarını(?) bulmanız maharet haline gelmiştir.
İlkokuldan başlayarak üniversitelerimize kadar bütün saygın ve geçerli eğitim kurumlarımızda derslerimiz artık İngilizce verilmektedir. Türk vatandaşları evlâtları İngilizce öğrenerek iyi yetişsin diye birbirleriyle kıyasıya yarışmaktadır. Bunun için varın-yoğunu ortaya koyarak avuç dolusu para harcamaktadır.
Okullarımızda kendisine düşen her türlü gayreti göstermektedir. Ve İngilizceyi iyi öğretmek için bu okullarımızın kitapları da büyük fedakârlıklarla yurtdışından orijinal olarak getirilmektedir. Yani evlâtlarımız için büyük özveri yapılmakta ve onlara gerçek İngilizce öğretilmektedir. Yine bu yabancı dil ile eğitim verilmesi için okullarımızda yeteri derecede ana dili İngilizce olan ABD, İngiltere, Pakistan, Avustralya ve Kanada’lı öğretmenler getirilmiştir. Bu eğitim sisteminin kökleşmesi için ithal edilen kitaplarla Türk çocukları öncelikle ABD gelenek ve göreneklerini eksiksiz ve en doğru şekilde öğrenmişlerdir. Yani ABD’ne gittiklerinde hiç bir yabancılık çekmeyeceklerdir.
Şimdi siz yanılıpta çocuklarınıza Türklerle ve Türk Kültürü ile ilgili şeyler sormayın. Çünkü sevgili yavrularınızı utandırır ve güç duruma düşürürsünüz. Kısacası ülkemize gelen bir yabancının yolu kazara okullarımıza düşse, İngilizce ve Türkçe arasında kalarak kültürünü kaybeden milletimize acır. Buralarda artık Türk kalmamış sözünün geçerliliğine kendiside inanır. Gazetelerimizin İnsan Kaynakları ekleri ise Küreselleşme boyutlarının ülkemizde aldığı mesafeyi çok güzel yansıtmaktadır.
Türklerin Türkiye’de istihdam edilecekleri İş İlanlarının yarıdan çoğu İngilizce’dir. Özgeçmişlerin yerini CV(sivi)’ler almıştır. Televizyon ve radyo kanallarımız ise özellikle seçtikleri çarpıcı İngilizce isimlerle ve Türkçeyi İngilizce aksanı ile konuşan ANCHORMAN’ları ve DJ’leri (dijileri) vasıtasıyla birbiri ile RATING yarışına girmişlerdir. SHOW TV(şov tivi), STAR TV(star tivi), CNN TURK(sienen Türk), SKY TV (sıkay tivi), NTV( entivi), CBBC-e(sienbisi-ey), EXPO CHANNEL (ekspo çanal), NR1 (numberone tivi) gibi isimler Türk Kültürünün vazgeçilmez yaratıcıları arasında yerini almıştır. Emeklemeyen bebeler ‘anne’ ve ‘baba’dan önce COLA’yı ve COKOMILK’i öğrenmektedir.
SSCB’nin dağılacağını daha 1930’larda görerek milletine ve yöneticilerine ; “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez... Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapacağını bilmelidir…
Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır ? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür…Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların(Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekmektedir” tarihi emrini veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ bugün Türk Cumhuriyetleri ile ilgili politikalarımızın bulunduğu durumu görseydi acaba neler düşünürdü?
Atatürk;SSCB’nin kurulduğu yıllarda kullandıkları Arap Harflerini terkedip Latin Alfabesine geçen Orta Asya Türk Devletleriyle bağımızın kopmaması için 1928 yılında Harf İnkilâbını yaparak Latin Alfabesini kabul ettirmiştir.
1920’lerde daha kendi istiklalimizi kazanmadan en iyi subaylarını Afganistana göndererek Asya-Avrupa arasında kültür köprüsü kurmaya çalışan Atatürk; bugünkü Türk Dünyası ve Avrasya politikalarımızı acaba nasıl değerlendirirdi?
Kuruluşlarının ilk yıllarında özlemini çektikleri Türk Kültürünün dünyadaki tek temsilcisi konumunda gördükleri Türkiye’ye dört elle sarılan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri uygulanan yanlış politikalardan,( burada yanlış yapılanlardan değil, yapılması mümkün olupta yapılmayan uygulamalardan bahsediyorum) dolayı bugün bizden süratle uzaklaşarak Rusya’nın, Çin’in ABD’nin ve hatta Avrupa’nın güdümüne girmektedirler.
Ortada bir gerçek vardır. Bu gerçek; sömürgecilere karşı tarihte ilk defa muhteşem bir Kurtuluş Savaşı vererek istiklâlini kazanan Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti; bugün hâlâ büyük çoğunluğu yabancı bayraklar altında esaret hayatı yaşayan Türk Topluluklarının gözlerini dikip, istiklal umudunu yeşerten ve ayakta tutan tek devlettir.
Bu söylediklerim “Biz onlar için savaşalım ve istiklâllerini kazanmalarına yardım edelim.Onları alıp buraya getirelim. Veya birleşelim ve büyük bir Türk Devleti olalım.” anlamında gelmez. Onlar kendi vatanlarında kalacaklar. O ata topraklarında çoğalacaklar ve ata yurtlarına sahip çıkacaklardır. Onların bizim tankımıza, topumuza ihtiyaçları da yoktur.
Onlar bizden sadece KÜLTÜR BAĞI ve MANEVİ DESTEK istiyorlar.Onlar bizi KÜÇÜK AMERİKA ve AB’nin bir EYALET DEVLETİ olarak değil, TÜRK KİMLİĞİ içinde görmek istiyorlar. Bizim gücümüzün, onları bulundukları devletler içinde güçlü kılacağını biliyorlar. Ben inanıyorum ki, ülkemizin bugün içinde bulunduğu kültür yozlaşmaşı ve Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içinde Türkün giderek yok olması, bizim dışımızdaki Türk Dünyasını bizden daha çok kahretmektedir. Hayata olan bağları ve gelecek güzel günlere olan umutları giderek azalmaktadır.
Yanlışlıklarımızı görmek için uzağa gitmeye gerek yoktur. 1974 yılında Makarios ve Eoka Albayı Grivas tarafından yokedilme aşamasına gelen Kıbrıs Türklerini can vererek, kan dökerek kurtaran Türkiye Cumhuriyeti’nin adadaki varlığı bugün bizzat Türk Toplumu tarafından sorgulanmaktadır. 29 yıl sonra kendisini kurtarıp özgürce yaşamlarını sağlayan Türkiye’ye saygısızca saldırarak işgalci ve sömürgeci olarak niteleyenTürklerin fazla suçu yoktur. Bana göre gerçek suçlu; geçen 29 yılda bu insanlara parasal destekten önce ihtiyacı oldukları Türk Kültürü ve Türk Tarihi desteğini yapamayan,Türk Kimliği’nden ve Türklük Şuurundan uzaklaşmalarına göz yuman Türkiye Yöneticilerinindir.
60 yıl İngiliz Kültürü altında kimlik mücadelesi veren Kıbrıs Türklerine geçen 29 yılda okullarda neden Türk Kültürü verilmemiştir? Bir uçtan diğer ucuna bir saatte ulaşılabilen 150.000 kişilik bir ülkede bu nasıl eğitim politikasıdır ki, Türkler,Türkleri işgalci olarak görebiliyor. Aslında bu konunun çözümü çok zor da değildir. Aklı başında en fazla 10 öğretmen ile bugün KKTC sıkılmış yumruk gibi Türklüğün gururu haline getirilebilirdi. Bugün 35000 askerle kurmaya çalıştığımız güvenlik sistemini biz sadece birkaç vatansever öğretmenle kurabilirdik. Ama olmadı. Olamadı.
Türk Milleti; Kimliğine, Kültürüne, Türk Diline, Gençliğine, Milli değerlerine, Atatürk’üne, Yunus’una, Mevlana’sına, Hacı Bektaş Veli’sine, Aruzuna, Hecesine, Müziğine, Mutfağına, Gelenek ve Göreneklerine, Türk Aile Yapısına, Fatih’ine ,Kanuni’sine, Atilla’sına, İbni Sina’sına, Sünni’sine, Alevi’sine, yani kısaca milli kimliğine sahip çıkmalıdır.
Türk Milleti; sanayiinden, tarımından, halkının refahından, gıdasından, vatan topraklarından, ve bayrağından vazgeçmemelidir.
Türk Milleti;diliyle, târihiyle, sanatı ve âbideleri ile, dünyaya ışık tutmuş insanlık anlayışıyla Türk adını, varlığını en zor şartlarda dahi korumalı ve ilelebet yaşatmalıdır.
Sonuç olarak; Türkiye’yi her alanda özgür ve bağımsız hale getirmeden Türk Milli Stratejisini tesbit etmek ve uygulamak çok zordur. Bunun için öncelikle iç dinamiklerimize dönerek kaybettiğimiz Milli değerlerimizi yeniden kazanmalıyız. Kaybolan Türklük Şuurunu canlandırıp kendimize güveni sağlamalıyız. Türkü ve Türk Kimliğini geri getirmeliyiz.
Eğer biz bunu Türkiye Cumhuriyeti içinde yapmaz isek yazımızın başlığında da değindiğimiz gibi “TÜRKLER NEREDE?” sorusunu önce kendimize sormamız gerekecektir. Atatürk’ün dediği gibi; öncelikle kendi milli gücümüze dayanarak ayakta kalabileceğimiz asla unutulmamalıdır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 30 Mayıs 2003 Cuma |
|
|