12 ARALIK 2024 ÇARŞAMBA

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Türkiye'nin Avrasya politikaları nasıl olmalıdır?
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 13 Mayıs 2003 Salı 

"Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez... Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür... Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların(Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekmektedir."
(Gazi Mustafa Kemâl Atatürk)

Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün bu çok önemli ve 60 yıl ilerisini aynen görerek söylediği sözlerin üzerinden tam yetmiş yıl geçti. Bugün bu sözlerin anlamını ve derinliğini ancak idrak edebiliyoruz. Peki bu sözlerde söylenenleri gerçekleştirebildik mi ?

İşte bu sorunun cevabı da şimdilik HAYIR. Ne yazık ki biz; ne bu sözleri anlayabildik ve ne de gereğini yerine getirebildik. Eğer biraz daha vurdum duymaz ve gevşek davranırsak bu Cumhuriyetlerin yavaş yavaş eski durumlarına döneceklerini söylemek yanlış bir değerlendirme olmayacaktır.

1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasını müteakip pek çok Türk boyu Rusya Federasyonu toprakları içinde kalırken, bağımsızlıklarını ilan etme imkanı bulan Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Azerbaycan gibi Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bağımsızlık ve özgürlük ortamının verdiği şevk ve heyecan ile süratle kalkınma ve demokratikleşme çabalarına girdiler. Uzun bir süre Sovyet yönetiminde kalan ve son altmış yıl içinde sürdürülen planlı asimilasyon politikaları karşısında milli benliklerini ve kültürlerini korumak için büyük bir çaba gösteren bu ülkelerin yeni düzene alışmaları ve müstakil birer devlet olarak sağlıklı bir yönetimi devam ettirmeleri kolay olmadı.

Nitekim, bu kardeşlerimize ilk kuruluş günlerinde Türkiye dost ve ağabey devlet olarak her alanda yardım elini uzattı. Bu ülkeleri ilk tanıyan ve karşılıklı Büyükelçiliği ilk açan ülke de Türkiye oldu.

Jeopolitik Teorilerden Dünya Adasını kuşatan Kenar Kuşak üzerinde bulunan ve dünya hakimiyeti için son derece kritik bir konumda yer alan bu Türk Cumhuriyetleri, ayrıca sahip oldukları enerji kaynakları ve doğal zenginlikleri ile dünya hakimiyetine oynayan güç merkezi ülkelerin ilgisini hemen üzerlerine çektiler. Aslında bu ülkelerden kalkınma ve modernleşme çabalarını kendi başlarına sürdürmelerini beklemek hayalcilik olurdu. Mutlaka gelişmiş ve demokratik ülkelerle sıkı bir işbirliği içinde bulunmaları kaçınılmazdı. Nitekim beklenen sonuç kısa sürede gerçekleşti. Dünyanın bu önemli merkezinde yer alan Türk Cumhuriyetleri kısa bir zaman dilimi içinde bölgesel ve dünya güç merkezi olmaya çalışan RUSYA, AB, ÇİN , ABD ve TÜRKİYE’nin yönlendirdiği organizasyonların içine dahil oldular. Fakat birbirleri ile güç mücadelesi yaparak dünya dengeleri üzerinde etkili olmaya çalışan bu organizasyonlara ayni anda katılmanın kolay olmadığını da yaşayarak öğrenmeye başladılar.

Orta Asya Türk Cumhuriyetleri öncelikli olarak SSCB’nin mirasını devralan Rusya Federasyonu tarafından büyük bir baskı altına alındılar. Parçalanmayı önleyemeyen Rusya Federasyonu ilk şoku atlattıktan sonra, bütün ekonomik zorluklarına ve yeniden yapılanma şartlarının verdiği sıkıntılara rağmen bu eski SSCB ülkelerinin bağımsızlıklarını hazmedemedi ve peşlerini hiç bırakmadı. Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında oluşturduğu organizasyona bu ülkeleri zorla dahil etti.

Gerek idari, gerek sosyal ve gerekse ekonomik gerekçelerle her alanda Rusya’ya bağlı olan bu ülkelerin birden bire bu bağı koparmaları zaten mümkün değildi. Çünkü onlar bu topraklarda asırlardır Rus idaresi altında ve onların kendilerine biçtiği role göre yönetilmekte idiler. Ve Ruslar bu ülkeler ilerde ellerinden kaçmasın diye her türlü tedbiri önceden almıştı. Misal verecek olursak, Petrolü A devletinde çıkarmış, işlemesini B devletine vermişti. Buğdayı C üretirken , D devletinde buğday işleme tesisleri kurulmuştu. Ve bütün bunlar son derece akılcı bir planlama ile aynen bir bütünün içinde yaşayabilmelerini sağlayacak tarzda dizayn edilmişti.

Türkiye’nin bu ülkeler nezdindeki yakın ilgisi ve büyük desteği neticesinde Türk Cumhuriyetleri; 1964 yılında RCD adı altında Türkiye, İran ve Pakistan’ın oluşturduğu KALKINMA İÇİN BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI’nın 1985 yılında dönüştüğü EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI(ECO)’na ortak oldular.

Merkezinde Türkiye’nin bulunduğu 8 Milyon Kilometrekaralik bir alana ve 350 Milyon nüfusa sahip bu teşkilat içinde Türkiye , İran, Pakistan,Tacikistan ve Afganistan ile birlikte her alanda büyük bir işbirliği içine girdiler. İran, Afganistan ve Tacikistan’da bulunan Türk nüfusu da dahil ettiğimizde toplam 175 milyonluk bir Türk kitlesini barındıran; dünyanın en zengin enerji kaynaklarını üzerinde taşıyan; Doğu ve Batı ülkeleri arasındaki tarihi İpek Yolu’da dahil olmak üzere bütün ticaret yollarına hakim konumda olan; Karadeniz, Akdeniz, Hazar Denizi ve Hint Okyanusuna çıkışı bulunan; tamamına yakını ayni ortak dini kültür değerlerini paylaşan insanların meydana getirdiği böyle bir teşkilâttan gelecek için güzel şeyler beklemeye hakları olduğunu düşünüyorlardı. Doğru olanı yaptılar ve gelecekleri için bu organizasyon içinde aktif olarak yer aldılar.

Bağımsız Devletler Topluluğu ile Ekonomik İşbirliği Teşkilâtına üye olan stratejik değerdeki Türk Cumhuriyetlerini Avrupa Birliği hemen farketmiş ve bu gücü rakiplerine kaptırmak istememiştir. AB ülkeleri ile teker teker ikili ilişkiler geliştirilirken hiç bir ilgisi olmamasına rağmen 1973 yılında 35 ülkenin katılımıyla Helsinki'de faliyete başlayan ve kısaca AGİT olarak bilinen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na 1994 yılında SSCB’nin dağılması ile ortaya çıkan Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya, Ukrayna, Litvanya, Letonya, Estonya, Ermenistan, Gürcistan, Moldova ile birlikte Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan’da dahil edilerek üye sayısı 54’e ulaştırılmıştır. Bilindiği gibi AGİT; 1975 yılında 10 temel prensip içeren Helsinki Nihai Senedi ile yeniden şekillenmiştir. Güvenlik, İnsan Hakları ve Ekonomi olmak üzere üç temel konuda koyduğu prensipler ile dikkati çeken bu teşkilâta katılmaları ile Türk Cumhuriyetleri bir bakıma Avrupalı vasfını kazanmışlardır.

Türk Cumhuriyetlerinin cazibesi ve çekim gücü bununla sınırlı kalmamıştır. Dünya hakimiyetine oynayan ve son 15 yılda ekonomisini hızla geliştirerek artık bende dev bir ülkeyim diyen ÇİN’in oluşturduğu ve aynen AB benzeri bir amaçla Asyada Siyasi birliktelikler yaratarak bir dünya gücü olmak için meydana getirilen BOAO FORUMU’ndaki 26 ülkenin arasında Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin de yer aldığını görüyoruz.

Son yıllarda ABD ve Avrupa Birliği’nin ardından dünyanın en önemli üçüncü ekonomik gücünü oluşturan Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri arasında bölgeselleşme süreci giderek hız kazanmıştır. Geçen yirmi yıl içerisinde bölgede kurulan siyasi ve ekonomik örgütlere sıradan bir katılımcı olarak iştirak ederek gözlemcilikten başka faaliyeti izlenmeyen ÇİN'in artık işlevini değiştirdiği, bölgesinde siyasi ve ekonomik ağırlığını hissettirebilmek ve belirlediği stratejik hedeflere ulaşabilmek için bu defa kendisinin önderliğinde çok önemli girişimlerde bulunduğu görülmektedir.

26-27 Şubat 2001'de Çin'in Hainan eyaletinin Boao şehrinde gerçekleştirilen BAF( BOAO ASYA FORUMU) bu etkinliklerden sadece bir tanesidir. Burada Çin, Güney Kore, Moğolistan, Malezya, Filipinler, Japonya, Singapur, Endonezya, Tayland, Bruney, Vietnam, Nepal, Sri Lanka, Kamboçya, Laos, Hindistan, Pakistan, Nepal, Birmanya, İran, ve Avustralya ile birlikte Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan’ın da dahil olduğu ve sekretaryasını Çin'in üstlendiği önemli bir bölgesel güç meydana getirilmiştir. Çin'in tarihi ve siyasi misyonuna uygun olarak önayak olduğu ve gerçekleşmesi için büyük çabalar harcadığı BOAO ASYA FORUMU'nun ilk toplantısına katılan delegelerin üzerinde anlaştıkları ve yayınladıkları ortak fikir özetle şu şekildedir;

“ASYA ülkelerinin dünya ekonomik küreselleşme sürecinin dışında kalmalarına karşı önlemler alınması için, bölgenin çıkarlarının korunması ve birbirine destek verilmesi gereklidir. Geleceğe yönelik büyük ve güçlü bir Asya’nın yaratılması için birlikte çaba harcanacaktır."

Eğer yukarıda belirtilen bu “Büyük ve Güçlü Asya” tam olarak oluşturulabildiği takdirde dünya hakimiyetine oynayan ABD, AB, ve RUSYA Federasyonu’nun önündeki en büyük engel olacağı söylenebilir.

Bütün bu gelişmeler olurken 1991’den beri tek kutuplu dünyanın tek ve vazgeçilmez hakimi ABD’de, Avrasya’nın belkemiğini teşkil eden Türk Cumhuriyetleri gerçeğini keşfetmiş ve bu kardeşlerimizin kontrol ve denetimini kimseye bırakmak istememiştir. 11 Eylül baskınını müteakip El Kaide’yi ve Usame Bin Laden’i barındırdığı gerekçesi ile Afganistan’ı işgal edecek ABD ordularına bu insancıl görevi yaparken yardımcı olmaları dileklerini kırmayan Türk Cumhuriyetleri topraklarını açmışlar ve kendilere üsler ile askeri kolaylıklar temin etmişlerdir. Bu şekilde ABD;Taliban yönetiminin kaldırılması, Afganistan halkının kurtarılması ve uluslararası terörizmle mücadele bahanesi ile Azerbaycan dışındaki Türk Cumhuriyetlerine yerleşmiştir. Afganistan işgâlinin tamamlanması ile birlikte ABD birlikleri bölgedeki konuşlanmalarını daimi kılacak plânlı bir çalışma içine girmiştir.

Ortaya çıkan manzara gerçekten çok gariptir ve düşündürücüdür. 10 yıl öncesine kadar S.S.C.B’ne bağlı Özerk devletler durumundaki Türk Cumhuriyetleri bugün görünürde hür ve bağımsızdırlar. Fakat birbirine karşı güç mücadelesi veren beş ayrı büyük organizasyona üye olarak büyük bir emperyalist baskı altına girmişlerdir.

Dünya hakimiyetine oynayan süper dünya güçleri ABD, Rusya, ÇİN ve AB; çok hayati bir bölgede yer alan bu dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip Orta Asya Türk Cumhuriyetleri içinde etkili olabilmek için var güçleri ile çalışmaktadırlar. Bu durumda Türkiye’nin Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (ECO) vasıtasıyla yaptığı girişimlerin muhtemel başarısı üzerinde soru işaretleri vardır. Kuruluşlarının ilk yıllarında hiç bir ayırım yapmadan kendilerine büyük destek verdiğimiz bu Cumhuriyetler henüz üzerlerinde oynanan emperyalist oyunların farkında dahi değillerdir. Fakat ortada bilinen ve görünen bir gerçek vardır. O’da bu kardeş ülkeler bizden süratle uzaklaşmaktadır. Bunda yukarıda saydığım dört dünya devi ülkenin önemli rolleri vardır ve bu roller küçümsenemez. Fakat asıl suçlu tarafın Türkiye olduğunu söylememiz yanlış olamayacaktır.

Tam yetmiş yıl önce bugünleri görerek hazırlanın talimatını veren Gazi’nin direktifleri ne yazık ki gözardı edilmiştir. İstiklâllerini kazanır kazanmaz her alanda Türkiye’yi örnek alan, bize inanılmaz bir sevgi ile bağlanan ve güvenen bu ülkelerle ayni milli kültürden gelen sağlam bağlarımız maalesef ilişkilerin geliştirilmesine yeterli olamamıştır. Kendi iç meselelerimizin yoğunluğu bu kardeş ülkelerle olan kuvvetli bağlarımızı her geçen gün inceltmektedir. Bizden yeterli desteği göremeyen bu devletler giderek geleceklerini ve güvenliklerini başka yerlerde aramaya başlamışlardır. Beş ayrı güç merkezi ile ayni anda işbirliği içinde bulunmak bu ülkelerin çıkarına değildir. Bu durum ancak güçlerin menfaat çatışmalarının kıyasıya sürdürüldüğü istikrarsız bir çatışma ortamı yaratır ki, bu da bölge insanının sadece acı ve gözyaşı getirir.

Geleceğin dünyasında Asya’nın önemli bir yer tutacağı kesin olarak görülmektedir. Türkiye’ye düşen görev; Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerini her alanda masaya yatırarak yeni bir TÜRK DÜNYASI STRATEJİSİ belirlemektir. Bu Stratejinin merkezinde bu ülkelerin eşit temsil edileceği Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın güçlendirilmesi yer almalıdır.Türkiye bütün gayretini bu ülkeleri kuşatan emperyalist çemberi kırmaya ve kendisinin merkez olduğu bir yapı içinde Türk Cumhuriyetlerini birleştirmeye harcamalıdır. Bu yapılmaz ise ne olur? İşte o zaman bulunduğumuz coğrafyada güçsüz, yönetemeyen ve kendisi yönetilen, rol dağıtmayan, birilerinin verdiği rolleri yapmaya çalışan bir uydu ülke haline geliriz. Trenin lokomatifi değil yolcusu oluruz. Karar vermek sayın yöneticilerimizin: Bize sadece uyarı hizmetimizi yerine getirmek düşer.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
13 Mayıs 2003 Salı

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale