04 EYLÜL 2023 PAZARTESİ

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM......

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Irak'la savaşa HAYIR kampanyasını başlatıyoruz
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 30 Aralık 2002 Pazartesi 

Büyük Türk Milleti Irak'la Savaş İstemiyor. İnsanlık Aleminin Bütün Uygar Fertlerini IRAK’ TA SAVAŞA HAYIR Kampanyasına Katılmaya Davet Ediyorum.

Ömrünün büyük bir kısmını savaş meydanlarında geçirmiş olan önderimiz Atatürk'ün savaş ile ilgili değerlendirmeleri bütün insanlığa ışık tutacak kadar açık ve anlamlıdır.

"Harp zarurî ve hayatî olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ÖLDÜRECEĞİZ diyenlere karşı ÖLMİYECEĞİZ diye harbe girebiliriz. Lâkin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça HARP BİR CİNAYETTİR." (1923)

Evet. ZARURİ ve de HAYATİ değilse, ve milletin hayatı tehlikede değilse HARP BİR CİNAYETTİR. Cinayeti caniler işler. Biz cinayet işleyenlere KATİL diyoruz. Onları her yerde lanetliyoruz ve cezalandırıyoruz.

Atatürk 30 Ağustos 1924'te yaptığı konuşmada Savaş' ı şöyle tarif ediyor; "Harp; yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Harp; Milletlerin bütün varlıklarıyla, bilim ve teknoloji alanındaki seviyeleriyle, ahlâklarıyla, kabiliyetleri ile, erdemleriyle, kısacası bütün güçleri ve varlıkları ile her türlü araç ve imkanları ile çarpıştıkları bir sınav alanıdır."

Bu tariften de anlaşılacağı gibi günümüzde milletler artık belirli savaş meydanlarında değil, bütün varlıkları ile her alanda birbirleri ile kıyasıya savaşmaktadır. Bu savaşın etkilerinden ülkenin bütün toprakları ve insanları eşit olarak etkilenmektedir. Yani mücadele milletçe topyekün olarak verilmektedir. Yine sonuçlarına da milletçe katlanılmaktadır.

Peki Türkiye’nin bu gün içinde bulunduğu durumda komşusu IRAK ile ancak savaş yaparak çözülebilecek hayati bir sorunu var mıdır?

Yoksa bizim milli çıkarlarımız asılarca bir arada huzur ve güven içinde yaşadığımız bu komşumuzla dostane ilişkileri devam ettirerek mi sağlanır? Bu sorunun cevabı doğal olarak, ayni coğrafyayı ve benzer kültür zenginliklerini yaşadığımız komşularımızla dostane ilişkilerin devam etmesidir. Normal olan budur.

O halde Türkiye’ye ne oluyor? Aylardır IRAK ile SAVAŞ konusu Türkiye'nin gündeminin birinci maddesini oluşturuyor. Son bir aydır Savaş Paranoyasına tutulan görsel ve yazılı basınımız bin bir çeşit senaryolarla, adeta savaş çığırtkanlığı yaparak halkımızı galeyana sürüklüyor. Sanki birilerince para ile tutulmuş reklâm şirketleri misali milyarlarca dolarlık öldürücü savaş araçlarının reklâmı yapılıyor.
 Oysa Türkiye’nin gündemi savaş değildir. Bizim ne içerde ve ne de dışarıda milletimizi savaşa sürükleyecek ölçüde bir meselemiz yoktur.

- Peki nedir bu olanlar? Savaş çığlıkları atan ve bağıra bağıra savaşı davet eden bu insanlar ne yapmak istiyorlar?
- Bu zavallı çığırtkanlar davet ettikleri savaşın ne olduğunu biliyorlar mı?
- Döne döne gösterdikleri her biri Milyarlarca Dolar değerindeki savaş araçlarından atılan tanesi bilmem kaç milyon dolar değerindeki bombaların hedeflerinin Allah’ın yarattığı en üstün varlık olan insan olduğunu biliyorlar mı?
- Bu bombaların düştüğü yerde meydana getirdiği maddi ve manevi yıkımı tahayyül edebiliyorlar mı? Kendilerini atılan bombaların altında bulunan insanların yerine koyup düşünebiliyorlar mı?
- Yıkılan ve yakılan yerleşim birimlerinde on binlerce masum ve korumasız insanın vahşice katledildiğinin farkındalar mı?
- Aylardır tepelerinden ne zaman bomba yağacağını bekleyen IRAK halkının psikolojik yıkımını tasavvur edebiliyorlar mı?
- Yaralı bir balinayı hayata döndürmek için aylarca çaba harcayan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi hazırlayarak bunlara bütün insanlığın uymasını isteyen ve kendilerine Medeni Alem adını veren vahşiler sürüsünün yakmakla, yıkmakla, parçalamakla insanlığın sonunu hazırladığını bunların reklâmını yapan gafiller düşünebiliyor mu?

Bu soruları uzatmak mümkündür. Fakat cevapları aynidir. 1991 sonunda tek kutuplu hale gelen dünyamızda tek hakim güç olduğunu her fırsatta göstermeye çalışan ABD daima haklıdır. Çünkü o çok güçlüdür. Bu yüzden istediği herkesi dövme hakkına sahiptir. İşte mantık budur.

Yani bu; “Ben Türkiye Boks şampiyonu isem. Benden güçsüz olan herkesi dövme hakkına da sahibim” mantığı ile eş anlamlıdır. Evden çıkıyorum. Kuralları, yöntemleri belirli bir hukuk devletinde yaşamama rağmen önüme gelen herkesi kadın, çocuk, hasta, ihtiyar gözetmeden kıyasıya dövüyorum. Pencerelerden seyredenler bana "Aman ne güzel de dövüyor. İstediğinin kafasını koparıyor. İstediğinin kolunu kırıyor. Aferin adama ne kadar da güçlü "diyorlar. Sıranın kendilerine geleceğinden habersiz reklâmımı yapıyorlar. Kanun uygulayıcıları benden korktukları için hiç bir şey yapamıyorlar. “Güçlüdür döver” diyorlar. İşte bu söylediklerim ne kadar mantıksız ise, bugün ABD'nin IRAK ve Saddam ile ilgili tutum ve davranışı da o kadar mantıksız ve kuralsızdır.

Bilindiği gibi askerlerin son noktayı koymak için devreye girdiği Sıcak Savaş Süreci; ülkeler arasındaki sorunların diplomasi ile halledilemediği yerde başlar. Bu savaşın Nihai Hedefi; hasım tarafın savaşma azim ve iradesinin yıkılmasıdır. Yani düşman taraf pes edip yeter sen haklısın deyince savaş sona erer. Hernekadar Cenevre Antlaşması ile Sıcak Savaş’ ın kuralları belirlenmiş ve bütün ülkelerce uygulanacağına dair imzalar atılmışken bugüne kadar antlaşma şartlarının uygulandığına tanık olunmamıştır. Kuvvetli olan taraf karşı tarafı elindeki her türlü fiziki gücü kullanarak hasmını yenmeyi hedef almıştır.

Nitekim 2 nci Dünya Harbinde galip durumunda bulunan Japonya; Nagazaki ve Hiroşima'ya atılan yeni ve o güne kadar bilinmeyen Atom Bombası yıkımı karşısında kayıtsız şartsız teslim olmuştur.

Savaş her iki taraf içinde gerçek bir yıkımdır. Kazanan da bu savaş sonunda büyük maddi ve manevi kayıplara uğrar. Savaşın tek galibi vardır. O' da silah tüccarlarıdır. Çünkü silah sanayii savaş esnasında baş döndürücü bir hızla üretir. Kendini geliştirir. Yeni silah sistemleri ve savunma sistemlerini devreye sokar. Meydana getirilen bütün bu teknoloji harikası gelişmiş silahlar yakmak, yıkmak ve parçalamak üzere insanlar üzerinde denenir.

Sonunda milyarlarca aç insanın bulunduğu dünyada onların tamamını yıllarca besleyecek kadar para bir kaç silah tüccarının cebine girer. Bu süreç durmaksızın devam eder.

Son günlerde E-Mailler ile elden ele dolaştırılan Harper’ s Magazine’ in Kasım 2002 sayısında Joy Gordon imzasıyla yayınlanan “Eskimiş Savaş” başlıklı yazıda Irak’taki savaşın gerçek yüzü vurgulanmaktadır. Buna göre;

“Batılılar 12 yılda 500 bin Iraklı çocuğu öldürdü. Üstelik bu çocuklar beş yaşın altındaydılar. Bu korkunç rakam ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombaları sonucu ölen insan sayısının üç katını oluşturuyor. Çocuk katliamına gösterilen gerekçe de ‘Saddam rejimini çökertmekti’. Ama Saddam hâlâ dimdik ayakta! Hayatta kalabilen çocukların % 23’ü gelişme ve büyüme bozukluğu gösteriyor. Ayrıca her gün bu ülkede olumsuz şartların etkisiyle ortalama 250 kişi hayatını yitiriyor.

ABD’nin öncülüğünü yaptığı, BM’nin de kararlılıkla uyguladığı ambargo artık bütün dünyanın tepkisini çekiyor. Uygulanan ekonomik ambargo ‘En öldürücü silahlardan bile daha tehlikeli’ olarak nitelendiriliyor. ABD yönetimi Irak’taki kitlesel katliamı yasal hale getirmek için BM nezdindeki girişimlerini artırarak devam ettiriyor” diyen Joy’un yazısında Ekonomik Ambargo açıkça “bir kitle imhâ silâhı” olarak nitelendiriliyor.

Bölgemizdeki sıcak savaşa fiziki olarak kayıtsız kalamayacağımız açıkça görülüyor. Şimdi çok yakınımıza gelen savaş ile ilgili yasalarımız ne diyor bunu görelim. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası 122 inci maddesinde belirtilen SEFERBERLİK VE SAVAŞ HALİ ile ilgili hususları düzenlemek üzere ve 4 Kasım 1983 Tarihinde 2941 Sayılı “Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu” çıkartılmıştır.

Bu Kanun; savaş durumunda neler yapılacağını, devlete ve millete düşen görevleri bütün detayları ile organize etmiştir. Kanun hükümleri Savaşın Atatürk'ün dediği gibi hayati ve zaruri olması halinde uygulanacağı varsayımına göre düzenlenmiştir.

Çünkü milletimiz bulunduğu coğrafyada savaşın bütün yıkımlarını birebir yaşamış ve büyük bir kurtuluş mücadelesi ile devletini oluşturmuştur. Seksen yıldır yakın çevresinde cereyan eden sıcak çatışmaların hiçbirine dahil olmadan bölgesinde huzur ve güvenin teminatı tek istikrarlı ülke olma vasfını sürdürmüştür.

Biz Milletçe bu istikrarın devamını istiyoruz. Savaşı ve savaşmasını çok iyi bilen bir millet olarak, dünyanın en savaşçı ordusuna sahip olmanın avantajı içinde bulunduğumuzu bilerek milletçe SAVAŞ İSTEMİYORUZ. BÖLGEMİZDE SAVAŞA HAYIR DİYORUZ.

Savaşı durduracak potansiyel güce ve millet iradesine sahibiz. Bütün uygar dünyayı ve insanlığı savaşa HAYIR demeye davet için yeterli sebebimiz vardır. BALKANLAR, KAFKASYA, ORTADOU gibi sıcak savaş alanlarının tam ortasında yer alan ve bugüne kadar bu coğrafyada meydana gelen çatışmalara katılmama başarısını göstererek buradan çıkacak savaş kıvılcımının dünyaya yayılmasını engellemeyi başaran Türkiye, bugün yine bunu başaracak tek ülke konumundadır.

Bizi düşürdükleri borç batağı yüzünden her dediklerine ‘EVET’ diyecek müstemleke devleti gibi gören ABD ve destekçisi AB ülkelerine HAYIR deme hakkımız ve gücümüz vardır.

Hergün yeni ve değişik bir istekle gelen ABD; IRAK ile yapacağı savaşta TÜRKİYE topraklarını savaş alanı haline getirerek adeta muhtemel yıkımın hesabını yapmaktadır. Silahlandırarak üzerimize saldıkları PKK'ya karşı benden satın aldığın silahı kullanamazsın diyen, Kıbrıs’taki soydaşlarının katliamını önlemek için Garantör Antlaşması ile Kıbrıs’a giden Türk ordusuna her sahada ambargo uygulayan sözde dostlarımız ekonomik darboğazımızı kullanarak bize baskı yapmakta köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır.

İşgâl orduları misali, hava alanlarımızı, limanlarımızı ve ordularının konuşlanması için topraklarımızı istedikleri yetmiyormuş gibi, kendi çıkarları uğruna ölmek üzere Mehmetçiklerimizi, yani evlatlarımızı istemektedirler.

Buna hakları da yoktur. Alacak güçleri de yoktur. Kendi gücünün farkında olmayan tecrübesiz AKP Yönetiminin kararsız tutum ve davranışı onların bu pervasız istekleri için baskı yapmalarına zemin hazırlamaktadır.
 - Irak'a asker sokmak için Trabzon ve Samsun limanlarının dahi bildirimsiz kullanıma açılmasını, 100.000 civarında ABD askerinin topraklarımızda konuşlanmasını isteyen ABD'nin hesabı acaba sadece Saddam rejimini devirmek midir ?
 - Yoksa Doğu Karadeniz’de kurulması plânlanan PONTUS DEVLETİ' nin, Doğu Anadolu’da kurulması tasarlanan BÜYÜK ERMENİSTAN' ın, ve nihayet Güneydoğuda kurulması düşünülen KÜRDİSTAN' ın kurulmasına yardım ve destek için midir ? Bunun olmayacağını nasıl garanti edeceğiz.
 - En az beş yıl burada kalacağı bildirilen ABD birliklerini bu topraklardan çıkarmak üzere ayrıca savaşmamız mı gerekecek ?
 Değerlendirmeme göre; bölgemizde bizim dışımızda çizilen senaryoların içinde hedef olarak IRAK ve SADDAM değil, aslında Türkiye vardır. Nitekim nereden geldiği belli olmayan Erken Seçim Kararı, sonuç çıkmayan Kopenhag Zirvesi ve Kıbrıs için her tarafı bin bir tuzak dolu Annan Planı üzerimizde oynanan oyunların bir göstergesidir.

Tecrübesiz AKP iktidarı bugün tarihi kararlarla karşı karşıyadır.

- Ya baskılara boyun eğerek, Türkiye’yi içinden çıkamayacağı zor şarlara sokacaklardır.
- Ya da milletinin sesine kulak verecekler. ‘Savaşa Hayır’ diyerek kendi çıkarlarımız doğrultusunda hazırlanacak Milli Planlarımızı uygulayarak bölgede inisiyatifin bizde olduğunu kanıtlayacaklardır.
- Bu bölgede biz olmadan bir şey yapılmasının mümkün olmadığını ABD ve AB' ülkelerine ispat edeceklerdir.
- Çözümün başkalarının dümen suyunda sürüklenmekten değil, bizim çıkarlarımızı gözeten kendi hazırladığımız planlarımıza onların uymasıyla gerçekleşeceğini göstereceklerdir.
- Bilim, fen, teknolojide sınırların aşıldığı 21 inci asırda Mahalle Kabadayısı gibi kuvvetlinin herkesi dövebildiği şartların değil, Uluslararası Hukuk Kurallarının geçerli olduğu dünyaya ispat ederek saygınlığımızı perçinleyeceklerdir.

Bu hükümet bunları yapabilir. Çünkü arkasında yeterli millet desteği vardır. Bu destek ABD'nin vereceği 20 milyarlık kredi desteğinden çok daha güçlüdür.

Borçlarımızın fazlalığı nedeniyle bizim bu devletlere bağlı olduğumuzu, onların istekleri dışında hareket etmemizin mümkün olmadığını savunan gafil kafalar şunu bilsinler ki bütün borçlar ödenir. Bu millet en zayıf olduğu devirde dahi Osmanlı'nın borçlarını ödemiştir.

Bu Devlet yarım akıllı, beyinleri satın alınmış aydınlarımızın dediği gibi yalnız değildir. Bu Devlet geri kalmış bir üçüncü dünya ülkesi hiç değildir. Mevcut potansiyeli, binlerce yıllık devlet kültürü ve yönetim tecrübesi, genç ve dinamik müteşebbisleri, zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları ve 70 milyon nüfusu ile kendine de yatar çevresine de yeter. Yeter ki yöneticilerimiz bu büyük gücün farkında olsunlar.

Sonuç olarak; ABD; dünyada tek güç olduğunu kanıtlamak, Ortadoğu’daki petrol rezervleri üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırarak Rusya-Almanya- Çin gibi güçlü rakiplerini ticari alanda kendisine bağımlı kılmak, Doğu-Batı arasındaki ticaret yollarını tam kontrol altında bulundurmak şeklindeki temel hedefleri dolayısıyla bütün zorluklarına rağmen Irak’a silahlı bir saldırı düzenleyecek rejimi değiştirmek bahanesi ile bu topraklarda kalıcı bir egemenlik kurmak istemektedir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ABD, İNGİLTERE, FRANSA, RUSYA ve ÇİN’ den oluşan beş daimi üyesinin tek tek onayı alınmadan bölgeye silahlı saldırı kararı çıkmayacağı bilinmesine rağmen, ABD sahip olduğu gücünü kurallardan üstün görmektedir. Dolayısıyla BM Kararı olmadan da bu saldırıyı yapma cesaretini göstereceği değerlendirilmektedir.

1991 yılında yapılan Körfez Harbinde, işgâl edilen Bağımsız Kuveyt’ten Irak’ın çıkartılması gibi çok meşru uluslararası sebep vardı. Savaşın Hedefi Kuveyt’in kurtarılması idi. Bu maksatla Arap ülkeleri dahil olmak üzere 38 ülkenin 624.000 askerle katıldığı muazzam bir BM Gücü oluşturulmuştu. Bu defa bunların hiçbiri yoktur. Yani savaşın başlatıcısı, hedefinin tayin edicisi ve bitiricisi olarak sadece ABD vardır.

Irak; dünyanın en eski yerleşim birimlerinden ve insanlık tarihinin çok önemli mirasını üzerinde taşıyan Mezopotamya ile dünya petrolünün ikinci büyük rezervine sahip( Amerika Kıtasındaki petrolün on katı) bir ülkedir. Burada meydana gelecek olumsuzluklar sadece bölge ülkelerinde değil dünyanın her köşesinde bire bir hissedilecektir.

Bölgedeki enerji kaynaklarının bölüşümü üzerinde yapılacak haksızlıklar belki de bir üçüncü dünya harbinin ateşleyicisi olabilecektir. Bunun şimdiden görülmesi ve açıkça gidildiği görülen sıcak savaşın mutlaka önlenmesi gerekmektedir. İşte bu savaştan en fazla etkilenecek ve galip gelse de yine en fazla zararla çıkacağı gün gibi aşikar olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne çok önemli görevler düşmektedir.

Başlıca görevimiz; sorunun savaş dışı usuller kullanılarak çözümlenmesi yollarının sonuna kadar denenmesini sağlamaktır.Türk Yönetimi önce kendisi SAVAŞA HAYIR demeli. Sonra 70 milyonluk Türk Halkı ile SAVAŞA HAYIR Kampanyası başlatarak milletinin savaş arzu etmediğini kararlılıkla göstermelidir.

Bilahare bölge ülkeleri yöneticilerini ve halkını SAVAŞA HAYIR sloganı ile arkasına almalıdır. Sonra bütün dünya devletlerini bu kampanyanın içine çekmelidir. Burada sivil toplum örgütlerine, üniversitelerimize, dernek ve vakıflarımıza, medya kuruluşlarımıza, parlamenterlerimize, savaştan en çok zarar görecek annelerimize ve gençliğimize önemli görevler düşmektedir.

Eğer bu başarılabildiği takdirde dünyada belki de bir dönüm noktası yaşanacaktır. Büyük umutlarla girdiğimiz MILLENYUM gerçek bir barış, kardeşlik, dostluk ve huzur ortamının yaratıldığı asır olarak anılacaktır. İnsanlığı yok etmek için silahlar üretmeye harcanan paraların, insanlığın karnının doyurulması, iş ve aş temini için harcanması ile insanlık için yeni umutlar açılmış olacaktır.

Bu ülkenin bir ferdi olarak uyarı görevimi yapıyorum. VATAN Gazetesi aracılığı ile SAVAŞA HAYIR KAMPANYASI’ nı başlatıyorum. Tüm Milletimizi IRAK İLE SAVAŞA HAYIR kampanyasına katılmaya davet ediyorum.

Bu kampanyanın sürdürülmesi için üniversitelerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın ve medyamızın organize bir şekilde insanlarımıza örnek olmasını istiyorum. On binlerin, yüz binlerin, milyonların caddeleri, meydanları ve bütün yurt sathını doldurarak bu insanlık dışı savaş vahşetini durdurmak için haykırdıklarını duymak istiyorum.

Ülkemizden başlayan SAVAŞA HAYIR çığlıklarının giderek bütün dünya devletlerinin semalarında yankılanmasını da duymak istiyorum.

Medyamızın biran önce savaş kışkırtıcılığı ve silah tüccarlarının parasız reklâmını yapmayı durdurmalarını ve halkımızın savaş karşıtı his ve düşüncelerini önce içeriye sonra bütün dünyaya yansıtmalarını istiyorum.

Bilim adamlarımız, entelektüellerimiz, sanatçılarımız, parlamenterlerimiz, üniversite öğretim üyelerimiz, dernek ve vakıflarımızın bu kampanyaya katılarak dünyada savaş karşıtı oldukları bilinen kitleleri harekete geçirmelerini istiyorum. Küreselleşme yolunda dev adımlar atılan 21 inci asırda uluslararası problemlerin halli için kuvvet kullanımın değil; akıl, bilim ve teknolojinin hakim olması için öncülük yapmamızı istiyorum.

Bütün dünyaya yayılmış Türklerin bu konuda insanlığa önderlik edeceğine inanıyorum. BU KAMPANYANIN TÜRKİYE’YE VE İNSANLIK ALEMİNE HAYIRLI OLMASINI DİLİYORUM.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Aralık 2002 Pazartesi

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale