13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Filistin'de neler oluyor?
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 8 Aralık 2001 Cumartesi 

11 EYLÜL'den itibaren dünyayı önce terör ve sonra savaş dalgaları kaplamaya başladı. Bilindiği ateş ateşi ,kan kanı çoğaltır. Nitekim bu düşüncemi bu sayfalarda sizlerle defalarca paylaştım. Afganistan veya herhangi bir ülkeye saldırmanın terör ateşini söndürmeyeceğini, bilakis ateşe benzin dökerek bu faciayı giderek tırmandıracağını vurgulamaya çalıştım.

İnsanların birbirlerini boğazlamakla kazanacakları hiç bir olumlu sonuç yoktur. İnsanlar arasında olan anlaşmazlıklar, toplumlar ve nihayet devletler arasında da devam eder. Bu çok doğaldır. Fakat çözüm daima ne istediğini karşısındakine anlatabilmekten geçer. Yani dialog sorunların çözümünde tek ve en etkili yoldur. Bana göre;

MİLLETLER VE ÜLKELER ARASINDAKİ EN İYİ İLİŞKİLER, HERİKİ TARAFINDA BİRBİRİNDEN BİRŞEYLER ALDIĞI İLİŞKİLERDİR...

Nitekim Terör sonunda boyut değiştirerek her an patlamaya hazır bir bomba niteliğindeki ORTADOĞU'ya sıçradı. Başlıktanda anlaşılacağı gibi konumuz Filistin-İsrail Çatışması.

İsrail'de geçen hafta sonu 25 kişinin ölümü ile sonuçlanan Hayfa ve Kudüs'teki intihar saldırıları, Filistin Lideri Yasser Arafat ile hem İsrail yönetimini ve hem de başta Hamas Örgütü olmak üzere Filistinli örgütleri karşı karşıya getirdi.

İsrail bu saldırılara beklenen ve hiç taviz vermeden uyguladığı bilinen Kısasa-Kısas politikası ile derhal hava ve kara kuvvetleri ile yaptığı karşı bombalama ile cevap verdi. Bu arada Yasser Arafat'ın evi ve çalışma yerleri de bu bombalamadan nasibini aldı.

Basın-Yayın organları, gerginliğin giderek tırmanacağını bildiriyorlar. Sanırım buradaki çatışmalar bölge sathına yayılacak ve IRAK'a karşı yapılacak bir saldırı ile devam edecek.

Bu sıcak gelişmelerin neden ve nasıllarını bilmek için bölgeyi tanımak gerek. Türkiye'nin bölgedeki önemi ve oynayabileceği görevleri iyi tayin etmek gerek. Şimdi çok kısa olarak bu konularda bir hatırlatma yapmanın yararlı olacağına inanıyorum.

Filistin çok özel bir yer. HRİSTİYANLAR, MÜSLÜMANLAR ve MUSEVİLER için kutsal ve herne sebeple olursa olsun vazgeçilemeyecek topraklar. Kudüs başta olmak üzere her üç din için özellik arzeden yerler bu bölge sınırları içinde. Filistin'in gerçek halkı olarak bugün ne arapları ve nede yahudileri gösterebiliriz. Bölge bugün inanç, kültür ve ırk olarak belkide dünyanın en karmaşık ve renkli yerlerinden biri.

Bölge halkı daima birbirleri ile çatışma içinde olmuş. Bölgenin gerçek sahibinin kendileri olduğu savına şiddetle sahip çıkan toplumların, diğerleri üzerinde üstünlük kurmaya çalışması ile başlayan çatışmalarda asırlardır Filistin halkı daima kan ,gözyaşı ve şiddet görmüştür.

Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi ile 1517 'de tamamen Türk hakimiyetine giren bölgede tam dörtyüz yıl gerçek bir barış yaşanmış, bölge insanı her alanda zengin ve müreffeh bir yaşam sürmüştür. Her üç dine mensup halklar burada birbirleri ile aralarında en küçük bir çatışma olmadan sanki tek bir millet gibi yaşamışlardır.

OSMANLI İmparatorluğunun en zayıf devrinde Padişah II nci Abdülhamit'ten Osmanlı borçlarının karşılığı olarak Filistinden toprak talep eden yahudiler; Padişahın şiddetle karşı koyması üzerine bu hayallerini ancak İkinci Dünya Harbi'nin sonunda gerçekleştirdiler. İsrail Devleti'nin kurulması ile bölge halkının devamlı savaş ortamı içinde yaşaması olağan oldu.

İsrail; "BU TOPRAKLARIN KENDİLERİNE TEVRAT İLE VADEDİLMİŞ KUTSAL TOPRAKLAR OLDUĞU (ARZ' I MEVUD-MÜMBİT HİLAL)" Tezi ile " ÇUKUROVA DAHİL, ARZ'I MEVUD'UN GERÇEK SAHİBİ YAHUDİ MİLLETİDİR" demektedir. Bölgede asırlardır yaşayan Müslüman Filistinliler ise bunu kesinlikle kabul etmemektedir. Sonunda başlayan ARAP-İSRAİL KAVGASI neticesi gelmeyen çatışmalar haline dönüşmüştür.

Araplar gerek tek tek ve gerekse toplu olarak kurulduğu 1947 yılından başlayarak İsrail'i bu topraklardan atmaya çalışmışlardır. Fakat her defasında İsrail karşısında mağlup ve perişan halde dağılmışlar, şavaş ile beraber ellerindeki topraklarıda İsrail'e kaptırmışlardır.

Filistinin gerçek sahibi olduğunu iddia eden YASSER ARAFAT liderliğindeki FİLİSTİN KURTULUŞ TEŞKİLATI; Camp DAVİD Toplantılarının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine halkına verdiği sözü tutamamış geçen 15 EYLÜL 2000'de kuracağını iddia ettiği Bağımsız Filistin Devletini kuramamıştır. Bu şekilde ARAFAT; kendi halkının güvenini yitirmiş yarım asra yakındır devam eden mücadelesinin sonunu getiremeyen bir lider durumuna düşmüştür.

Daha öncede seyrettiğimiz Filistinin müslüman halkının İsrail işgaline karşı protestoları yeniden başlamış ve 15 EYLÜL beklentisinin şokunu yaşayan Filistin halkı yeniden sokağa dökülmüştür. Masum protesto gösterileri sonunda beklendiği gibi silahlı çatışmaya dönüşmüştür. Bu çatışmalar zaman zaman durmuş zaman zaman alevlenmiştir. Sonunda günümüze kadar ulaşmıştır.

Dışarıdan ne şekilde telkinde bulunulursa bulunulsun, İsrail'in ayaklanmalara karşı tavrı kesin ve açıktır. Şiddete daha büyük şiddetle karşı koymak . Bu O'nun temel politikasıdır. Dört bir yanı kendisini bu topraklardan atmak isteyen, kendisinden kat kat güçlü düşmanlarla çevrili bulunan İsrail'in bu politikası, hayatta kalması için kendisi açısından uygun görülebilir. Fakat " şiddetin daima şiddeti doğurduğu, akan kanın daha büyük kanların akmasına zemin hazırladığı" düşüncesinden hareket edildiğinde, İsrail'in bu politikasının günü kurtarmaktan başka bir işe yaramayacağı da açıkça görülmektedir.

7 Aralık 2001'de bölgedeki olaylar dünyanın gündemine oturmuştur. Büyük haber ajansları dakikası dakikasına akan kanların dünyaya birebir görüntüsünü yaymaktadır. Şimdi sonuç ne olacaktır. Onu irdeleyelim;

Kısa vadede Filistinli Arapların barış için hiç bir şansları görülmemektedir. Her defasında olduğu gibi İSRAİL; kendisi küçük ama etkisi büyük güçlü bir devlet olduğunu gösterecek, bütün dünyanın gözleri önünde hiç bir tenkid ve aleyhte fikri dikkate almadan silahlı gücü ile vede kanlı bir şekilde olayları bastıracak, bir dahaki ayaklanmaya kadar bölgede kesin hakimiyetini tesis edecektir. Bu şekilde bölgede barış değil, yakın bir gelecekte meydana gelecek kan, acı, ızdırap, terör, tedhiş ve kargaşa dolu günlerin hazırlık safhası başlamış olacaktır. Yani bu kavga hiç bitmeyecek, nesiller boyu sürüp gidecektir.

 * Peki bunun çaresi yokmudur ?
 * Bölge insanı neden barışa kavuşamıyor ?
 * Bu kin ve kanı durdurmanın yolları yokmudur ?

Şimdi de bunu irdeleyelim. Öncelikle işin esasını bulalım. Bu topraklar Filistinlilerindir. Filistinliler; yahudidir, müslümandır, hristiyandır. İNANÇLARI FARKLI BİLE OLSA, AYNİ ORTAK VE YAKIN KÜLTÜRE SAHİP BİRBİRLERİ İLE KAYNAŞARAK BİNLERCE YIL BİRLİKTE YAŞAMIŞ AYNİ HALKTIR. Aralarındaki ayrılık sun'idir. Bu halklar bir büyük üst yönetim (otorite) altında binlerce yıl birarada yaşayabileceklerini isbat etmişlerdir. O halde yine yaşayabilirler. Bu ise halklar ve halkları temsil eden liderler arasında çok büyük bir uzlaşı ve dialoğu gerektirmektedir.

Bu büyük uzlaşının gerçekleşme yeri; CAMP DAVİD, LONDRA, BERLİN, PARİS değildir. Bu merkezler bu bölgeye daima kan, şiddet ve gözyaşı getirmişlerdir. Bu çok doğal bir gelişmedir. Bölgenin; KARIŞIK, KARMAŞIK VE BULANIK GÖRÜNTÜSÜ ONLARIN MİLLİ MENFAATLERİ İCABIDIR. ONLAR BARIŞTAN YANA DEĞİL DAİMA SAVAŞTAN YANADIRLAR. Bunu tarih ilmine biraz ilgi duyanlar kolaylıkla görüp anlayabilirler.

ŞİMDİ MESELENİN BİR DİĞER ÖNEMLİ CEPHESİNE GÖZ ATALIM;

1991'den itibaren fiilen dünyanın en büyük gücü konumuna geçen, ve dünyanın Jandarması rolünü üstlenen, ülkelerin büyük ağabeyi ABD; bilindiği gibi ülkeler arasındaki sorunları kendi milli çıkarları doğrultusunda çözümlemek için uygulanabilecek her türlü metodu başarıyla uyguluyor. Bu şekilde büyük devlet olduğunu her fırsattan istifade ile milletlerin kafasına çakıyor.

Amerika'nın uyguladığı metotların başında CAMP DAVID çalışmaları geliyor. Adı ile meşhur yerler arasına giren bu bölgede problemli ülke liderlerinin birararaya getirilerek " KARŞILIKLI UZLAŞMA TOPLANTISI " adı altında kendilerine dikte ettirilen konuların bir ortak metinde toplanması ve ABD'ninde bu metinde yazılanlara garantör sıfatıyla kefil olduklarının açıklanması ile oyun sona eriyor. Bütün bu faaliyetlerin tamamen insancıl duygularla dünya ve bölge barışı adına yapılması'da işin kamuflajı oluyor.

Burnumuzun dibinde 50 yıldır birbiri ile çatışan, bizim iki eski tebamız olan, ve bizim ağabeyliğimizi çok iyi tanıyan iki millet var. Biz bunları asırlarca kendi aralarında hiç bir çatışma olmadan ve refah içinde yönettik. Neden bizi doğrudan ilgilendiren bir barış sürecinin başlatılmasında hiç bir katkımız olmadı . Veya olamadı..!

Amerika; okyanus ötesinden buradaki üç kuruşluk milli menfaaati için geliyor. Çaba harcıyor. Uğraşıyor. Bizim bu konuda iki dost ve kardeş millete arabuluculuk yapabileceğimiz aklımıza dahi gelmiyor.

ORTADOĞU-BALKANLAR-KAFKASLAR gibi sorunlar yumağı bir bölgede yer alan Türkiye; bölgede barış , huzur ,güvenlik ile ülkelerarası kooardinasyon ve uzlaşıyı temin edecek yegane devlettir.. Bunu en iyi şekilde yerine getirecek potansiyele sahiptir.Yeterki sınırların dışını görebilecek kadar öngörüye sahip yöneticilere sahip olalım. Gönlüm artık bölgemize ait ve bizi doğrudan ilgilendiren sorunların çözümünde ABD, BM,AB gibi ülke ve kuruluşların değil ; TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'nin etkin rol almasını istiyor. Yeterli gücümüz ve etkimiz var olduğuna da inanıyorum.

Konuya bu açıdan baktığımızda Ortadoğudaki bütün olaylar bizi doğrudan ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Bu bakımdan bölgedeki bütün olayların çözüm ANKARA'dır. Ankara; bölgedeki güç dengeleri ile ,tutarlı ve tarafsız bir politika uygulayarak barışı sağlayabilecek, uzlaşmayı gerçekleştirecek yegane güçtür. Çünkü bölgedeki istikrar ve huzur ortamı en çok Türkiye'nin menfaatinedir. ANKARA; kendisinden beklenen bölgesel güç özelliğini kullanarak daha fazla kan dökülmeden derhal devreye girmeli ve bölge politikalarını kendisi yönlendirmelidir. Tabiidir ki, ANKARA'nın bunun için kendi yerini ve konumunu yeniden değerlendirmesi gerekmektedir. Yakın tarihimizde yediğimiz dost kazıkları sayılamayacak kadar çoktur. İşte bir kaçı;

 * Kıbrıslı soydaşlarımızın katliamını önlemek için anlaşmalara uygun olarak yaptığımız Barış Harekatı sonucunca ayni pakt içinde bulunduğumuz dostlarımızın her alanda ambargo uygulaması ile karşılaştık, 27 yıldır çözüme kavuşturamadık.

 * ABD'lerinin emir ve talimatlarına aynen uyan; her çeşit istek ve öneriyi harfiyen yerine getiren bir ülke olarak; Körfez Krizindende en büyük dayağı yedik ve en zararlı çıkan ülke durumuna düştük. Bütün ülkelerin saldırdığı IRAK'ın ekonomisinden daha kötü ekonomik şartlara sürüklendik..

 * Bugün yakın dostumuz ve müttefikimiz batılı ülkeler parlamentolarında Ermeni Soykırımı masalına kanılarak , olmayan hayaller olmuş gibi gösterilerek, Türkiye'ye adeta sopa üzerine sopa atmanın yolları araştırıldı. Daima soykırım iddiaları ile tehdit edildik.

Günümüzde sıcak olarak devam eden Araplar ile İsrail arasındaki anlaşmazlık ve çatışmalar bölgede en fazla yine Türkiye'yi etkileyecektir. Oysa Türkiye'nin bugün hem kendi içinde ve hemde çevresinde istikrar ve huzura ihtiyacı vardır. Bunun için hiç kimseden fikir ve icazet almaya ihtiyacı da yoktur. Yeterli devlet tecrübesi ve istediklerini yapabilecek potansiyel gücü vardır. Sayın yöneticilerimizin artık kendi güçlerini görme ve kendi başlarına desteksiz yürüyebileceklerini anlamaları zamanı gelmiştir ve geçmektedir.

21 nci asrın Türk Asrı olması, öyle durup dururken gerçekleşmez... İşte size fırsat. Girin araya. Gidin Ortadoğuya. Çağırın tarafları masaya. Hazırlayın BOĞAZİÇİ KAMPINI. Kurtarın milletleri kan ve gözyaşı deryasından. Kurun bölgesel istikrarı.

Türk Halkı yöneticilerinden bunu bekliyor. Umuyor. Ümid ediyor. Devlet gibi devlet olmamızı arzuluyor. İleriyi göremeyen, kendi değerini ve gücünü bilemeyen sayın yöneticilerime diyecek bir söz bulamıyorum. Onlara sorarsanız; " bölgede arabuluculuk yapabilmek için büyük devlet olmak lazım " diyeceklerini duyar gibi oluyorum.

Peki sorarım size biz küçükmüyüz? Lütfen biraz sınırlarımız dışına çıkın ve komşularımızdan başlayarak her ülke halkına sıra ile sorun. "BİZ KÜÇÜK MÜYÜZ?" diye sorun. Bütün milletler; bugünkü aciz ve korkak görüntümüze rağmen TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'ni dünyadaki 200 devlet arasında en güçlü ilk 10 içine koyduklarını görecekler ve şaşıracaklardır.

SAYIN YÖNETİCİLERİMİZ;
Dünyamız ve bölgemiz bizim aleyhimizde gelişeceği açıkça belli olan olaylarla kaynıyor.Millet olarak siz devlet büyüklerimizin artık kış uykusundan uyanmanızı ve aktif rol almak için faaliyete geçmenizi bekliyoruz..

Biraz hareket.. . Biraz ruh ve heyecan. Biraz kendine güven ile atacağınız bütün adımlarda bu asil ve necip milletin büyük desteğini daima yanınızda göreceksiniz.

NEREDEN Mİ BİLİYORUM? Halkımdan biliyorum. Çevremdeki sade vatandaşlarımdan biliyorum. Efendiler; bırakın birbirinizle kavgayı. Çıkın sokağa. Sorun insanlarınıza . Bakın size neler söyleyecekler. Size düşünemediğiniz ne dersler verecekler. Ama siz sokaktaki insanı ancak seçim zamanlarında oylarını almak için gördüğünüzden onların böyle ince ve derin devlet işlerinde fikri olmadığını zannediyorsunuz. Ama yanılıyorsunuz.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
8 Aralık 2001 Cumartesi

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale