Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
DİYARBAKIR PETROLLERİNDEN PAY İSTİYORLARMIŞ |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
 |
Bizim telâkkimize göre, siyasi kuvvet, milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1930) |
DİYARBAKIR PETROLLERİNDEN PAY İSTİYORLARMIŞ ----------------------------------------------------------------------- 30 Martta Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olan BDP milletvekili Gülten Kışanak, Al Jazeera TV’na yaptığı açıklamada; “Diyarbakır petrollerinden pay istediklerini” bildirmiştir. Bununla da kalmamış özerkliğe giden yolda belediyeye düşen rolü de açıklamıştır. Konuya ilişkin olarak basında yer alan haberler özetle şöyledir.
- Tabii ki petrolden kesinlikle pay istiyoruz. Yereldeki tüm enerji kaynaklarından, yeraltı, yerüstü zenginliklerinden, ekonomik varlıklardan, yerelin pay alması lazımdır.
- Belediye Meclisi'nin kent parlamentosu işlevini görmesi gerektiğini düşünüyoruz. İlk toplantımızı yaptık, Meclis Başkanlık Divanı'nı seçtik. Komisyonlar kuracağız. Ekonomi, eğitim, sağlık komisyonları gibi. Belediye Meclisi'nin parlamento niteliğinde çalışmalarını yürütmesi ve güçlendirilmesi konusunda herkes hem fikir. Bunun için gayret edeceğiz.
- BDP olarak 2007’den beri bölgesel yönetimler üzerine kurulu demokratik özerklik projemiz var. Bu aslında kanton projesine yakındır. Rojava (Suriye Kürdistanı) bugün kanton tarzı bir örgütlenme esas aldı. Biz 2007’de benzer bir projeyi kamuoyuna sunmuş ve bunun politikasını yapmış, siyasi iradesini ortaya koymuştuk. Bizim önümüzdeki politik perspektif 2007’deki genel kurulda kabul edilen demokratik özerklik projesidir. “
Bu düşünceler bize ters gelse de Belediye Başkanı Gülten Kışanak’ın görüş ve düşünceleri kendi açısından haklıdır ve tutarlıdır. Çünkü Kışanak; demokratik bir zeminde yasaların kendilerine tanıdığı hak ve özgürlüklerden yararlanmaktadır. Çünkü AK Partinin 11 yıl önce kabul ettiği Uluslararası İkiz Yasalar; hem Kürtlere istedikleri Özerk Yönetimi kurmak için gerekli hukuki desteği vermekte, hemde yerel yönetimlerin kendi bölgelerinde çıkan doğal zenginliklerden öncelikle kendi bölge halkının hizmetine sunulması için yasal zemini sağlamaktadır.
Türkiye bu sözleşmeleri 15 Ağustos 2000’de imzalamış, fakat TBMM’de kabul edip yürürlüğe koymamıştır. Konu 3 yıl sonra AB uyum paketleri ile tekrar gündeme gelmiştir. “Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi” ile “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” 4 Haziran 2003 günü 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM’de kabul edilmiş, 17 Haziran 2003’de Cumhurbaşkanınca onaylanmış, 18 Haziran 2003 günü 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu vesile ile ülkemizin bölünüp parçalanmasına hukuki zemin hazırlayan İkiz Yasaları hatırlamakta yarar vardır. Bu yasalar yürürlükte kaldığı sürece uluslararası terör ile bölücülük faaliyetlerinin etki alanından kurtulamamız mümkün değildir.
Detayına girmeden İkiz Yasaların getirdiklerini birkaç cümle ile özetleyelim; Yıllardır “Halklara Özgürlük” sloganlarıyla kan gölüne çevrilen ve bir kardeş kavgası içine sokulan ülkemizde kabul edilen yasaların nın ilk maddeleri; “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler” ibaresiyle başlamaktadır. İşte bu tek cümle dahi kanunların içeriği hakkında yeterli bilgiyi vermektedir. Bu yasalar; ülkemizde yaşayan halklara, her türden etnik topluluklara, mezheplere, farklı toplumsal kökenlere, tarikatlara, cemaatlara ve yerel gruplara kendi statülerini özgürce tayin etme hakkı veriyor. Devletimiz, kabul ettiği bu sözleşmelerle tanıdığı “halkların kendi kaderini tayin hakkını” ve diğer hakları uygulamaya geçirmek için gerekli düzenlemeleri yapmayı açıkça taahhüt ediyor.
Bu yasalarla; ülkemizde yıllardır mücadele ederek binlerce şehit verdiğimiz bölücülük faaliyetlerine uluslararası hukuk açısından, her alanda destek veren bir hukuki zemin sağlandığı görülmektedir. Ulus millete dayalı üniter Türkiye’yi öngören TC. Anayasası da adeta geçersiz kılınmaktadır. İkiz Yasalar,küresel bütün süper güçlere uluslararası ve milli kanunlar çerçevesinde önemli imkan sağlayarak ülkeleri içeriden fethetme faaliyetini yasal hale getirmektedir.
Bu yasalarla; bölücü teröre verilen uluslararası dış destek yasal hale getirilmiştir. Bu yasalar Yugoslavya’nın parçalanmasında denenmiş ve bu ülke insanları birbiri ile kıyasıya çarpışarak bölünmüştür. Bu örneğe rağmen Türkiye’de de benzeri faaliyetlerin kolaylıkla organize edilebileceği bir zemin oluşturulmuştur.
Her iki yasanın en tehlikeli maddesi birinci Maddeleridir. Bu madde; “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir.” şeklindedir.
Yani bununla sadece ülke içindeki değişik millete mensup vatandaşlara değil, kendini bu topluma entegre edemeyen tüm topluluklara kendi siyasi kaderini tayin hakkı tanınmıştır. Atatürk 1930’larda, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir. Türkler demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir” derken bu günleri aklına bile getirmemiştir.
Sözleşmenin ikinci maddesinde; “Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan... kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.” denilmektedir. Devamla; “Sözleşme ile tanınan hakların, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeksizin uygulanacağını” açıklamaktadır.
Bu şekilde ülkede mevcut, mezheplere, tarikatlara, cemaatlere, aşiretlere, yerel gruplara da kendi statülerini özgürce geliştirme hakkı tanınmıştır.. Çünkü bunların hepsi dinsel ve toplumsal köken kapsamı içinde mütalaa edilmektedir.
Buna göre; herhangi bir kişi, herhangi etnik grubun, mezhebin veya tarikatın üyesi olduğunu öne sürebilecektir. Ve bu gruba özgü “siyasî, kültürel, sosyal ve ekonomik özgürlük” hususlarında kendilerine ayrıcalık verilmesini isteyebilecektir. Nitekim bunların hepsinin bugün gerçekleştiğini gördük.
İkiz Yasalara göre bu gruplar, Türkiye’nin kendilerine yardımcı olmadığı bir durumda konuyu uluslararası zeminlere taşıyarak yardım alabilecektir. Bunun adına bugün demokrasi deniliyor. Ve bu demokrasinin Türkiye’yi bindiği dalı kesen adam durumuna düşürdüğü de açıkça görülüyor.
İkiz Yasalara göre; diğer bir bölünme imkanı da ekonomik alan kullanılarak sağlanmıştır. Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklara İlişkin Sözleşmenin 1 inci Madde, 2 nci Fıkrasında “ Bütün halklar, .. kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk, hiçbir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz.” denilerek, milli ekonomide olması gereken bütünlük kavramı kaldırılmaktadır.
Buna göre, yurt sathına yayılmış olan ve 75 milyonun malı olan ekonomik değerler halkların yaşadıkları bölgelere göre ekonomik parçalara bölünmektedir. Milletin tamamının ekonomik ihtiyaçlarının yerini yerel ve etnik çıkarların alması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunun telaffuz edilmesi dahi korkunçtur. Trakya ayçiçeğini sadece kendisi için kullanmak isterken, Raman Dağı veya Diyarbakır çevresindeki petrolden sadece bölgedeki vatandaşlarımız istifade edebilecektir. Nitekim bu uygulamaların bugün BDP yöneticileri tarafından hiç çekinmeden açıkça dillendirildiğine de şahit olunmaktadır.
Atatürk’ün bütün insanlığı kucaklayan; “Milletler yerleştikleri toprakların gerçek sahibidirler. Ancak o topraklarda insanlığın da temsilcisi olarak bulunurlar. Oradaki kaynaklardan kendileri faydalanırken bütün insanlığı da faydalandırmakla yükümlüdürler.” Şeklindeki görüşlerini bir kalemde silip atan bu yasa ifadeleri ürkütücüdür.
Bugün TC. Anayasası’nın da üzerinde işlem gören bu sözleşmelerle Türklere getirilen yeni hiç bir hak olmadığı görülmektedir. Sadece bugüne kadar ülke varlığı ve bölünmez bütünlüğünü tehdit eden uluslararası terörizm faaliyetleri yasal himaye altına alınmaktadır.
Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi’ne göre anayasal organların dışında yeni bir “Denetim Organı” da oluşturulmaktadır. Bu organ ile isteyen halklar ve gruplar Türkiye aleyhinde uluslararası mahkemelere dava açabileceklerdir.
Sonuç olarak; bugün yaşadığımız, KCK yapılanmaları, açılım süreci Oslo süreci, demokratik özerklik ilanları, Gülten Kışanak’ın söylemleri gibi etnik bölücülük uygulamalarının temel dayanağı İkiz Yasalardır.
Devletimizin bekası ve milletimizin egemenliğinin sürdürülebilmesi tamamen bu yasaların kaldırılmasına bağlıdır. Milli devleti bütün temel kuralları ile reddeden ve üniter Türk Devletini kabul etmeyen bu yasalar yürürlükte kaldığı sürece biz Gülten Kışanak’ın söylemlerinin teker teker gerçekleştiğini göreceğiz.
Dr.Tahir Tamer Kumkale.
http://www.kumkale.net/ http://kumkale.wordpress.com/
Dr. Tahir Tamer Kumkale 12 Nisan 2014 Cumartesi |
|
|