Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
|
Biz ilhamlarımızı gökten ve görünmez alemlerden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ızdırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.- Gazi Mustafa Kemâl Atatürk - 1927 |
Atatürk ve eserlerine plânlı saldırılar sürerken, adı ve eserleri itibarsız hale getirilmeye çalışılırken her zamankinden fazla Atatürk’e ve O’nun düşünce sistemine olan ihtiyacımız ortaya çıkmaktadır.
Bu saldırılar, Atatürk’ü unutturacağı yerde O’nun eskisinden daha sık,canlı ve dinamik olarak gündemde tutulmasını sağlamaktadır.
Bugün “Neden Atatürkçü Olmalıyız?” sorusu Türk toplumunda tartışılmaktadır. Bazıları Atatürkçülüğü tutunulacak tek dal olarak görüp kayıtsız şartsız sahiplenirken, bazıları çok gereksiz olduğunu savunmaktadır. Bazıları da Atatürk'ün bizzat kendine ve O'nun ölümünden 75 yıl geçmesine rağmen yaşatılan düşünce sistemine doğrudan düşmandır. Ata’ya ve eserine düşman olan kuru kalabalıklar, Atatürkçü olanlara karşı büyük bir kin ve düşmanlık beslemekte ayrıca bunu eylemleriyle her fırsatta ortaya koymaktadırlar.
Aslında Türk toplumunun Atatürkçü olmasını gerektiren mantıklı o kadar çok sebep vardır ki bunların sadece konu başlıklarını yazmak dahi bu yazının boyutlarını aşar. Bu yüzden lâfı fazlaca dolandırmadan sadece birkaç ana başlıkla neden Atatürkçü olmamız gerektiğini vurgulayacağım.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk; örnek bir dünya lideri ve devlet adamıdır. 20 nci Yüzyılın insanlık tarihinin yazılmasında en çok adı geçen fikir, düşünce ve eylem insanıdır. Sadece Türkler değil, bütün insanlık tarafından tanınmaktadır. Dünyada Türkiye'nin adını duymayan ve yerini bilmeyen pek çok kişi Atatürk’ü bilmektedir. Bir bakıma Atatürk’ün adı, kurduğu Türkiye Cumhuriyetinden daha öndedir. Dünya üzerinde bu büyük liderden esinlenmeyen insan yok gibidir.
Atatürk’ün vefatı ile aramızdan ayrıldığı 10 Kasım 1938 tarihi O'nun resmi ölüm tarihidir. Yine ayni tarih Atatürkçülük fikir hareketi ve Atatürkçü düşünce sisteminin fiilen doğduğu gündür. 10 Kasım 2013’de Atatürkçü Düşünce Sistemi'nin doğuşunun 75. yılını geride bırakacağız. 75 yaşındaki “Atatürkçü Düşünce” artık olgunluk çağına ulaşmıştır.
Sağlığında Atatürk bizzat kendisi ülkeyi ve milletini yönetirken, fikirleri ile yeni kuşaklara, yani ülkenin geleceğine ışık tutuyordu. Kendisine herzaman neyin, nerede ve nasıl yapılması gerektiği hususlarını sorarak verdiği direktifleri yerine getirmek mümkündü. Oysa ölümünden sonra Gazi’nin büyüklüğü ve gücü ile kendisine duyulan ihtiyaç bütün yönleri ile daha fazla ortaya çıkmıştır. Kendisinden sonra gelen yöneticiler O'nun yoklardan var ettiği tüm değerleri daha iyi anlamışlardır. Çünkü bu kişiler O'nun yaptıklarına yeni bir şey ilave edemezken, O'nun yoktan var ettiklerinin ellerinden birer birer çıktığını görünce paniğe kapılmışlardır. Sonunda O'nun nasıl yaptığını anlamak için O'nun düşüncelerine sarılmaktan başka çare olmadığını yaşayarak öğrenmişlerdir.
Belirli birtakım kalıplaşmış düşünce çizgisinin üstünde yaşanılan olay ve hayatın gerçeklerinden hareket eden Atatürk'ün düşüncelerinin önceden belirlenmiş bir çerçeve içerisinde aranıp bulunması mümkün değildir. Atatürk’ün düşüncelerinin ilham kaynağının ne olduğunu öncelikle başlıkta yer alan ifadesinden anlıyoruz..
Atatürkçü Düşünce'nin Türk milletine ve dünya milletlerine yol gösterici kabul edilmesinin itici gücü; O'nun 15 yıl içinde Türk milletini dünya milletler ailesi içinde ulaştırdığı ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel, askeri ve hukuki seviye, uluslararası saygınlık derecesi, huzur, güven, refah düzeyidir. Elbette bu düzeye eldeki sihirli değnekle dokunarak çıkılmamıştır. Özel fikir ve düşünce üstünlüğünün maharetli ellerde uygulamalara dönüştürülmesi ile ulaşılmıştır. Bugün ortada uygulamalarla başarısı doğrudan kanıtlanmış yeni bir fikri hareket vardır.
Nereden nereye gelindiğini bilirsek, Neden Atatürkçü olmalıyız ve O'nun gösterdiği hedeflere gitmeliyiz? Sorusunun cevaplarına ulaşabiliriz. Bir bakıma cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı miras bilinmeden O’nun ulaştığı noktanın değerlendirilmesi gerçekçi olmaz. İşte Osmanlı’dan devraldıklarımız;
- 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912-1913 Balkan Harbi, 1914-1918 Birinci Dünya Harbi, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı ile birlikte tam 11 yıl aralıksız süren savaşlardan çıkan Türk milleti, 1923’e gelindiğinde çok yorgun, bitkin ve de çok yoksuldu.
- Toprağını işleyecek, tarımını ve endüstrisini ilkellikten kurtaracak, yani kalan vatan toprağına sahip çıkacak insan gücünü cephelerde eritip bitirmiştik. Ülkeyi yarınlara taşıyacak erkek nüfusu % 40 lara inmişti ve onlarda cepheye gidemeyen hasta ihtiyarlar, yaralı gaziler ve çocuklardan meydana geliyordu.
- Türkler cephelerde savaşıp ölürken ülke genelinde ticaret ve sanayi kuruluşlarımızı yönetip yönlendiren gayrimüslim tebaanın (Hıristiyan ve Yahudi ) büyük bir kısmı mübadele antlaşmaları ile yurdumuzu terk etmişlerdi.
- Vatanın her köşesi harpten nasibini almış, yanmış, yıkılmış ve tam bir harabe görünümünde idi. Sanayi tesislerimiz yoktu ve şekerden kumaşa, iğneden ipliğe kadar tüm zaruri ihtiyaçlarımızı dışarıdan satın almak zorunda idik.
- Birkaç şehir dışında kasaba ve köylerimize ulaşacak yol yoktu. Ülkenin bir yerinde yetişen meyve ve sebzeler yol olmadığı için diğer bölgelere ulaşmıyordu..
- İnsan kaynaklarımızı yetiştirecek yeterli okullarımız ve bu okullarda öğretmenlik yapacak yetişmiş insan gücümüz yoktu. Baştanbaşa yeniden inşa edilmeyi bekleyen ülkemizde kalifiye işçi, usta ve eğitimli insanlarımızın sayısı birkaç yüz kişiyi geçmiyordu. Ülkemizdeki üniversite mezunu sayısı sadece 3000 kişi civarında idi. Üniversite tahsili almış olanların yüzde doksanını Harbiyeli, Tıbbiyeli ve Medreseliler oluşturuyordu. Üretime katkıda bulunacak, Ticaret, tarım, sanayi ve teknolojimizi geliştirecek teknokratların sayısı birkaç kişiden ibaretti.
- Yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerimizin işletmek bir yana, nerede nelerimizin olduğunu dahi bilmiyorduk.
- Ana sermayemiz yoktu. Kapitülasyonlar ve Osmanlı’nın ağır dış borçları yüzünden tamamen mağlup ettiği yabancı ülkelere bağımlı durumda idik. Dış ticaret tamamen yabancı kontrolünde idi.
- Kredi veren devlet kurumlarımız yoktu. Halkımız çalışma alanlarında devletten hiç destek görmüyordu.
- Limanlarımız ve demiryollarımızın yönetimi yabancı şirketlerin elinde idi.
Özet olarak milletçe yaşamamız tamamen dış destekle mümkündü. 200 sene önce Sanayi ve Teknoloji devrimlerini tamamlayan sömürgeci Avrupa ülkeleri; Osmanlı’nın tarihe mal edilişini ve bunun yıkıntılarını temizleme işinin yine kendisine devredileceği, her alanda kendilerine bağımlı ülke kurulmasını sevinçle seyrediyorlardı. Avrupalılara göre; genç Türkiye Cumhuriyeti her şeye sıfırdan başlayacağından ve tamamen kendilerine bağımlı olacağından kalkınması ve güçlenmesi, yeniden tarih sahnesinde sözü geçer bir devlet vasfı kazanması imkânsız denilecek kadar zordu.
Bu tablonun acı ama gerçek olan tek vasfı; Atatürk ve arkadaşlarının her şeye yeniden yani sıfırdan başlayacak olmalarıydı.
Bunun için ellerinde bir tek kaynak; Türk milletinin engin tarihi tecrübesi, bu tecrübe ile yoğrulmuş ileriye dönük başarma azim ve iradesi idi. Ayrıca milletine inanan ve gücünü iyi tanıyan bir dahi liderleri yönetimin başında bulunuyordu.
İşte bu yoklardan Atatürk önderliğinde 20. Asrın gerçek medeniyet mucizesi yaratılmıştır. Tarih sahnesinden silinmek istenen bir ülke ve bir millet; Ata’sının yönetimi altında 15 yıl gibi kısa bir süre içinde dünyadaki emsalleri arasında örnek bir duruma gelmiştir. Kendi ağır sanayisini sıfırdan kurmuştur. Kendi tanklarını, toplarını, havanlarını, göklerini koruyan uçaklarını, denizlerinde dolaşan savaş gemilerini imal edebilmiştir.
Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti; geleceğine güvenle bakan mutlu insanların yaşadığı; saygın bir uluslararası düzeye erişmiş; enflasyonun adını bilmeyen; borcu ve dış ticaret açığı bulunmayan; dostluğu hep aranan ve düşmanlığından sakınılan güçlü bir yapıya mucize denilebilecek bir zaman süresinde erişmiştir.
Doğal olarak bu olağanüstü duruma sihirbaz değnekleri kullanılarak birdenbire ulaşılmamıştır. İnançlı kadroların, yüksek irade emrinde bilinçli, plânlı ve programlı çalışmaları ile ulaşılan bu hedefler dünyanın meraklı bakışları altında şaşırtıcı ve mucizevi bir hızla ve başarılı olacak tarzda teker teker ele geçirilmiştir.
Gazi’nin ölümünden sonra bu başarının devam etmesi gerekiyordu. Bunun da bir tek yolu Atatürk’ün çizdiği rotadan aynen yürümekti. Bu şekilde “Atatürkçülük” ve “Atatürkçü Düşünce Sistemi” Türk milletinin istek ve ihtiyaçlarından kaynaklanarak ortaya çıktı ve zaman içinde sistemli şekilde kurumsallaşarak günümüze kadar ulaştı.
Günümüzde, TBMM’nin Başkanı Cemil Çiçek denetiminde ve meclisteki partilerin temsilcilerinin birlikte yeniden yapılmak üzere üzerinde çalıştığı 1982 TC. Anayasası; Atatürkçülüğün sistemleşerek uygulanmasının ulaştığı son nokta idi.
Şimdi yeni Anayasa yapım sürecini izliyoruz. Bu çalışmalar sonucunda Türk milleti olarak Atatürkçü Düşünce ile yönetilmeye devam mı edeceğiz.? Yoksa kendimize yabancı başka yeni yönetim usullerini mi layık göreceğiz.? Geçen asırdan 21 nci Asra fikir ve düşünceleri ile ulaşarak bugün bütün insanlığa yön veren Atatürk’ün düşünce sisteminin sonsuza kadar bizi yönetmesini istiyorum.
O gün milletinin önüne düşüp, emperyalizme kesin darbe vurarak milletin egemenliğinin kayıtsız şartsız millete ait olduğu tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk bugün yoktur. Ama onun fikir ve düşünceleri ilk günkü gibi canlıdır. Bu ülke insanına sanki o sağmış gibi bu düşünceler yol gösterebilir: Çünkü bu düşüncelere inanmış milyonlarca Türk vardır. Atatürkçü Düşünce’ye inanır ve O’na sahip çıkarsak yeni Atatürk'ler aramamıza gerek kalmaz. Çünkü O'nun ‘Dengeli, Tutarlı ve Uygulanabilir’ nitelikteki özgün düşünce sistemi bugün bize zorla dikte ettirilmeye çalışılan sömürgeci zihniyetleri durduracak ve bu necip milleti yeniden şahlandıracak güçtedir.
Şimdi , Atatürkçü Düşünce üzerine doktora seviyesinde eğitim almış ve bildiklerimi tam 18 yıldır üniversitede Türk gençlerine aktarmayı görev bilmiş bir kişi olarak bana düşen halkımı aydınlatma görevimi ifa etmenin huzurunu yaşıyorum. Konunun bilimsel derinliğine girmeden, bu düşünce sisteminin ne olduğunu, nasıl öğrenilip, nasıl tatbik edilebileceğini ve bu sürecin sonunda ulaşabileceğimiz noktaları kolay anlaşılır sade bir dille ifade ettiğim “ATATÜRKÇÜ OLABİLMEK” ve “ATATÜRKÇÜ OLMAK” isimli seri kitaplarımla bana düşen tarihi görevi yaptığımı değerlendiriyorum.
Atatürkçü Düşünceye inanmış Türk aydınları olarak her platformda milletimize bu düşünceleri anlatalım. Kazanılan her kişinin Türklük düşmanları için birer atom bombası gücünde olduğunu bilelim ve bıkmadan bu öğretiyi yayalım.İşte o zaman milletimize ve devletimize en büyük iyiliği yapmış olacağız...
Dr. Tahir Tamer Kumkale http://www.kumkale.net http://kumkale.wordpress.com
Dr. Tahir Tamer Kumkale 23 Ekim 2013 Çarşamba |
|
|