10 EYLÜL 2024 SALI

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






BİZ TÜRKLER, ORDU-MİLLET OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ.. (1)
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini, iç ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve hazırlanmış olduğuna benim ve büyük milletimizin tam bir inan ve itimadımız vardır - Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1938)

 29 Ağustos 2013 Perşembe 

Ağustos ayının Türk tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Askeri zaferlerimizin en büyükleri genellikle Ağustos ayı içerisinde meydana gelmiştir.. Zaferler dendiği zaman Türk Tarihinde hep Ağustos ayı akla gelir.

İşte bu zaferlerden bazıları; 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi , 11 Ağustos 1473 Otlukbeli Zaferi , 23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi, 24 Ağustos 1516 Mercidabık Zaferi, 29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi, 29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi, 1 Ağustos 1571 Kıbrıs’ın Fethi, 5 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi, 19 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması’nı imzalayanların vatan haini ilan edilmesi , 23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Savaşı’nın başlaması, 26-30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz.

Türk milleti olarak 26 -30 Ağustos tarihleri arasında zafer haftasını, 30 Ağustos gününü de, Zafer Bayramı olarak kutluyoruz..

30 Ağustos 2013 Zafer Bayramı öncekilere benzemiyor. Son bir kaç yıldır Türk ordusu üzerinde sürdürülen operasyonlar ile Ordu komuta kademesi sudan sebeplerle tutuklanmış, Türk askeri üzerinde sürdürülen Asimetrik Psikolojik Savaş harekatı ile ordumuz zayıflatılıp güçsüzleştirilmeğe çalışılmıştır. Enson ordunun görevini belirleyen İç Hizmet kanununun 35 nci maddesinin değiştirilmesi ile ordumuz milletin değil, hükümetlerin ordusu haline dönüştürülmek istenmiştir.

Bu operasyonu yaptıran ve fiilen uygulayan mihraklar; bu yeni görüntüsü ile Türk ordusunu teslim aldıklarını, artık Türk vatanını koruma ve kollama görevi olmayan Türk ordusunun tüm işlevinin bittiğini, istedikleri gibi Türkiyede at oynatabileceklerini v e Türkiye ve Türklüğü teslim alabileceklerini sanarak kendi kendilerini adatmaktadırlar.

Çünkü onlar “Devletlerin ömürleri ordularının ömürleri kadardır” deyiminin Türk ordusu için geçerli olmadığının farkında bile değillerdir. Türk milleti, tüm değerleri ile sapsağlam ayakta dururken Türk ordusuna yapılan saldırıların hiç bir işe yaramayacağını göremiyorlar ve de çok yanılıyorlar.

12.000 yıllık tarihi içinde devletler kuran ve kurduğu devletleri kanının son damlasına kadar koruyan, gücünü Ordu-Millet bütünleşmesinden alan Türk askerinin asla teslim alınamayacağını herkezin bilmesi gerekmektedir.
Şurası bilinmelidir ki; Türk ordusuna yapılan tüm saldırılar bu ulu çınardan sadece bir yaprak koparmakta ve artık kurumuş ve işe yaramayan bir kaç dalı vaktinden evvel kırmaktadır. Ordu-Millet vasfı ile milletiyle bütünleşmiş Türk Ordusunun öz cevherinden hiç bir şey azalmamaktadır. Aksine saldırılar bu koca çınarı eskisinden daha güçlü ve daha uyanık bir halde tutmaya yaramaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin içini boşaltmaya yönelik dayatmaları karşısında halkımızı bilgilendirme ve bilinçlendirme yönünde çalışmalar yapmak Türk aydınının vazgeçilemez görevidir.

Türk aydını, Türk Milletine atalarından armağan kalan Ordu-Millet vasfını sonuna kadar muhafazası için gayret göstermelidir. Onlar; Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçek gücünü anlatarak milletimize güven verip, bizi sömürge yapmaya çalışan küresel mimarların beyinlerine “Bizden korkmaları gerektiğini, bu milletin ve ordusunun sandıkları kadar sahipsiz olmadığını” vurgulamak zorundadırlar..

Bende bir Türk aydını ve eski bir ordu mensubu olarak içinden çıktığım kutsal askerlik ocağının gerçek gerçek gücünün yedi düvele tanıtılması konusunda üzerime düşen görevin bilinci ile bu yazı dizisini kaleme alıyorum.

Şimdi bundan 33 yıl öncesine dönmek istiyorum. Ülkemizi kan gölüne çeviren anarşi ve terörün devleti zaafiyete uğratıp, sokakları teslim almasını müteakip 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu, döneme dönüyorum.

Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koymasını müteakip TBMM kapatılmış, siyasi partilerin tamamının kapısına kilit asılıp mal varlıklarına el konulmuş, siyasi parti başkan ve yöneticileri sorgulanmış, yeni Anayasa hazırlanarak kabul ettirilmişti. 1983 yılı Nisan ayının sonlarıydı. Silahlı Kuvvetler Komuta kademesi, Kasım ayında seçim yaparak yönetimi sivillere devretmeye hazırlanıyordu.

KKK ve MG.Konseyi üyesi Org. Nurettin Ersin’den bizzat aldığım özel bir emir mealen şu şekilde idi; “ Silahlı Kuvvetler üç yıla yakın bir süredir yönetimde. Halkımızın sağlanan huzur ve güven ortamından memnun olduğunu biliyoruz. Fakat gerek yurtiçinde ve gerekse dışarda bizim yönetimi istemeyenlerin olduğu bize iyi gözle bakmadıkları muhakkak. Şimdi sana görev veriyorum ve 30 Ağustos’a kadar müsaade ediyorum. Silahlı Kuvvetlerimizi, özellikle de Kara Kuvvetlerimizi tanıtan bir film yapacaksın. Ama öyle yapacaksın ki Türk insanı Ordu- Millet olmanın gururunu duyarken, düşmanlarımız bizden korkacak ve çekinecek. Bunun için KKK. Foto-Film Merkezi ve TRT bütün imkanları ile sana yardımcı olacak. Birliklere sana yardımcı olmaları için gerekli emri yaz getir, imzalayayım. En son Zafer Haftasında bu filmin yayınlanmasını istiyorum.”

Yüz ifadelerimdem bu görevden memnun olmadığımı anlayan Ersin Paşa, itiraz etmeme fırsat vermeden; “Ben anlamam der gibi bakıyorsun. Anlarsın. Ben sana güveniyorum oğlum”diyerek sırtımı sıvazladı. Ben Harp Sanatını bilen ve öğreten bir Kurmay Subaydım. Görsel sanatlarla ilgili o güne kadar hiçbir deneyimim olmamıştı. Ve bana, ihtilâl döneminde binlerce insan sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanırken , işkence ve kötü muamele iddiaları yoğun olarak seslendirilirken Türk Silahlı Kuvvetlerini halka tanıtıp sevdirmem için film yapma görevi veriliyordu.

Gerçekten sorumluluk isteyen zor bir görevdi. Uykusuz ve gece gündüz demeden yapılan bir hazırlık döneminde, o zaman Zırhlı Birlikler Okulunda yedek subay öğrencisi olan TRT'deki çalışmalarımızda tanıdığım Spiker Mehmet Akarca’yı yanıma yardımcı olarak alarak çalışmaya başladım. Oniki bin yıllık bir Ordu-Milleti ve bu milletin ordusunu lâyıkı ile tanıtabilme sorumluluğunu ancak bu yükü yüklenenler bilebilir.

Senaryo yazımı, çekimlerin plânlanması ve tamamlanması, filmin kurgusu ile geçen üç ayı aşkın uykusuz geceler sonunda “VATAN BORCU” filmini bitirdik. Emredildiği gibi Zafer Haftasına yetiştirmiştik. 26-27 Ağustos 1983 gecesi TRT Televizyonundan 55’er dakikalık iki bölüm halinde yayınlandı. Tüm yorgunluğumu filmi izleyenlerden aldığım övücü sözlerle çok çabuk unuttum. 27 Ağustos gecesi sırtımdan kalkan tonlarca ağırlığındaki yükten sonra kendimi kuş gibi hissediyordum.

Ben, 36 yıl üniforma taşıyan bir kişi olmama rağmen Türk ordusunun gerçek gücünü işte ancak bu film çalışmalarım sırasında gördüm. Bu kutsal ocağı bütün unsurları ile yeniden tanıdım. Binlerce yıldan bu yana nesilden nesile aktarılarak gelen geleneklerin bir daha söküp atılamayacak şekilde bu kutsal oacakta nasıl kökleştiğini görerek gururla ürperdim. Türk Halkının da aynen benim duygularımı paylaştığını biliyorum. Cumhuriyetimizin gerçek sahibi Türk milletinin başkaları ne der ve ne düşünürse düşünsün kendi bağrından çıkan Silahlı Kuvvetlerine ve dolayısıyla devletine sahip çıkacağına bütün kalbimle inanıyorum.

Zafer Haftası münasebetiyle birkaç gün bölüm sürecek bir yazı dizisi ile sizlere gurur duyacağınız, sizin evlatlarınızın büyük eseri olan Türk ordusunu ana hatları ile tanıtmaya çalışacağım. Ben aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadar anlatayım. Halkımız gurur duysun. Düşmanlarımız korksun ve gücümüz karşısında titresin ve aklını başına alsın..

Dünyanın en belâlı ve şaibeli bölgesi olan Ortadoğu-Kafkaslar-Balkanlar üçgeninin tam ortasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hangi pakta ait olursa olsun, hangi devletler ile ittifak yaparsa yapsın bölgesinde kendi gücüne dayanarak ayakta kalmak mecburiyetindedir. Kendi gücümüz derken kastedilen unsur ordularımızın gücüdür. Eğer güçlü ordularınız yoksa, zaten devlet olma vasfınız da kalmamış demektir.

Son elli yıldır sıcak savaşlardan kurtulamayan bölgemizde günümüzde de savaşlar kıyasıya devam etmektedir. Türkiye’nin bölgede devam eden savaşların dışında kalması ve etkilenmemesi beklenemez. Günümüz savaşlarını ise sadece ordular değil, topyekün milletler bağrından çıkardığı orduları ile birlikte yaparlar.

İşte bu kritik günlerde gözbebeğimiz Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden tanınma ve tanıtılmasının yararına inanarak 36 yıl her kademesinde görev aldığım bu kutsal ocağı ana hatları ile dosta-düşmana göstermek istiyorum. Tanısınlar ki; Halkımıza güven gelsin. Tanısınlar ki; Düşmanlarımız kime çatacaklarını bilerek bir kere daha etraflıca düşünsünler.

DEVAM EDECEK * * * * * * * * * * *

Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://ww.kumkale.net
http://kumkale.wordpress.com


Dr. Tahir Tamer Kumkale
29 Ağustos 2013 Perşembe

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale