Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
12 EYLÜL DARBESİ YARGILANIYOR MU? |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
 |
Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1924) |
Tarihi günlerden geçiyoruz. Bu tarihi günlerde tarihçi olarak benim algılamakta zorlandığım olayların, yarın bu günleri kaleme alacak tarihçiler tarafından nasıl dile getirileceğini merak ediyorum.
Tarihi günlerden kastım, Ankara 12 nci Ağır Ceza Mahkemesinin 12 Eylül 1980 darbesini yapan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren ve bu konseyin hayatta kalan diğer üyesi Tahsin Şahinkaya’yı yargılamaya başlaması idi.
Bu dava dolayısıyla 12 Eylül yönetiminin uygulamalarından mağdur olduğunu iddia edenler davaya müdahil olmak üzere birbirleriyle yarışıyorlar. Medya yoğun bir şekilde darbede zarar görenlerin şikayetlerini dile getiriyor. Mağdur olduklarını beyan edenleri dinleyenlerin aklına öncelikle 30 yıldır bu insanların çektikleri bunca acıya rağmen neden sessiz kaldıkları sorusu geliyor.
Yargılama resmen başlamasına rağmen bazı hukukçular yürürlükteki Anayasa ve yasalara göre 12 Eylül darbesini yapanları yargılamanın mümkün olmadığını israrla dile getiriyorlar. İddianameye göre iki sanıktan biri durumundaki 95 yaşındaki Kenan Evren; “Biz darbeyi başararak kurucu irade olduk. Başaramasaydık yargılayabilirdiniz.” Diyerek yargılamayı önemsemediğini ortaya koymuştur.
Dün başlayan mahkemenin önünde toplanan darbe mağduru kalabalıkların darbecilerden intikam alınmasını isteyen haykırışları devam ederken, mahkemenin içi ve dışı hınçahınç doluyordu.Ama sanıklara ayrılan iki sandalye boş duruyordu. Çünkü yargılanmak istenen iki sanığın sağlık nedenleriyle mahkemeye gelmeleri mümkün değildi.. Darbecilerin bundan sonra da yargılamaya katılacakları şüpheliydi.
İnsanın aklına acaba yapılmak istenen gerçekten 12 Eylül’ü yargılamak mı? yoksa darbeyi yargılıyorum diyerek darbeyi sulandırmak mı? Sorusu geliyor. Bugün olmamış darbeyi hazırlamaktan yüzlerce subay tutuklu olarak Silivri’de yargılanırken, gerçekleşmiş bir darbenin darbecilerinin yargılanmasının dünkü görüntüsü çok düşündürücüdür.
Darbeler ve darbeciler mutlaka yargılanmalıdır. Alacakları cezalar da bir daha böyle bir harekete kalkışacak olanlara emsal teşkil etmelidir. Bu sonuca ‘hayır’ diyebilecek hiç kimse yoktur. Ama bu davanın şu ana kadar görünen kısmına bakarak böyle bir neticenin elde edilebileceğini söylemek ise çok erkendir.
Kanaatimce 12 nci Ağır Ceza Mahkemesinin işi çok zordur. Çünkü bu davada, darbenin bütün delilleri apaçık ortada olmasına ve darbecilerin de darbe yaptıklarını resmen itiraf etmelerine rağmen suçluyu ve suçsuzu ayırarak kamuoyunun vicdanını tatmin edecek bir sonuç elde etmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
Eğer bu darbeyi yapanlar suçlu görülüp cezalandırıldıkları takdirde, bunların yaptığı Anayasaya “EVET” diyerek yapılanları destekleyen ve meşrulaştıran %92’ lik halk kesimi de suçlu durumuna düşmeyecek midir.? Ayni şekilde 32 yıldır uygulanan bu Anayasaya göre çıkartılan kanunlar ile ülkeyi yöneten kadrolar da suçlu durumuna düşmeyecek midir.?
Bu darbenin en büyük mağduru bizzat darbeyi yapan ordunun kendisidir. Hiç kimse ve hiçbir kuruluş bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri kadar darbeden zarar görmemiştir. Bugün ordu hariç bütün kurum ve kuruluşlar zarar gördükleri gerekçesiyle davaya müdahil olmak için birbirleriyle yarışmaktadır. Ordu, kendi işini bırakıp memleket yönetimini üstlenmesi yüzünden eğitim ve harbe hazırlık seviyesini kaybetmiştir. Ayrıca her darbede olduğu gibi kendi personeline karşı yürüttüğü zulüm ve işkence ile sorgusuz sualsiz ilişiğini kestiği çok sayıda ordu personeli vardır. Ordunun harbe hazırlık seviyesinin muhafazasında uğradığı zarar ile kendi personelinin uğradığı haksızlığın iadesi için Genelkurmay Başkanlığı davaya müdahil olduğu takdirde mahkeme bu işin altından kalkabilecek midir?
İşte bu soruların muhtemel cevaplarını bulmak yargıyı zorlayacaktır.
1960 dahil bütün darbeleri fiilen yaşamış biri olarak bugün diyorum ki; en kötü demokrasi yönetimi dahi en iyi askeri yönetimlerden iyidir. Çünkü demokrasilerin denetim sistemi halkın elindedir ve beğenmediğini seçimle değiştirme imkanı vardır. Askeri darbelerde ise herşey darbecinin iki dudağı arasındadır ve asla müdahale imkanınız yoktur. Geçmişte darbelerin her şeklinin fiilen uygulandığı ülkemiz bugün askeri yönetimlerden tamamen kurtulmuştur. Türk demokratik yaşamı 30 yıldır kesintiye uğramamıştır. İnşallah bundan sonra da böyle olaylar yaşanmayacaktır.
Bugün medyada 12 Eylül yönetimi şiddetle eleştirilir ve mağdurların çektiği sıkıntılar açıkça dile getirilirken, geniş halk kesimlerinin bu darbe hakkındaki fikir ve düşünceleri üzerinde hiç durulmamaktadır. Oysa halkın vicdanında bu harekatı yapanların nasıl yer ettiği hususunun da sorgulanması gerekmektedir. Türk halkı geçmişte yaşadığı çok kötü olayları düşünerek o günlerde ekseriyetle 12 Eylül darbesinin yanında yer almış ve darbe yönetimini desteklemiştir. 12 Eylül yönetiminin hazırladığı 1982 Anayasasının halkımızın % 92 sinin kabul oyu ile yürürlüğe sokulmuş olmasını bunun göstergesi olarak kabul ediyorum. Halkın ihtilali yapan komutanlara sevgisi devam ettiği sürece, kanunlar ne derse desin 12 Eylül kadrolarının yargı sürecinin vicdanları rahatsız edeceğini değerlendiriyorum.
12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 32 yıl geçti. O gün doğanlar ülke yönetimi ve kalkınmasında yerlerini aldılar. Seçiyor ve seçiliyorlar. Her yerde bizde varız diyecek bir olgunluğa eriştiler. İşte bu nesil 12 Eylül’ün nedenleri ve sonuçlarından tamamen habersizdir. Dün sokakları dolaşarak 12 Eylül’ün ne olduğu hakkında görüşüne başvurulan gençlerimizin cevaplarını yansıtan televizyoncular aldıkları cevaplardan şaşkın görünüyorlardı.. Çünkü 12 Eylül’ü bizzat yaşayan bizim yaştaki nesillerden başka bilen yoktu. Ve gençler Kenan Evren’i yaşlı bir ressam olarak hatırlıyorlardı.
Bunun sebebi yine 12 Eylül yönetiminin uygulamalarında yatmaktadır. Çünkü Türk gençlerinin tamamen siyasi fikir ve düşünceden yoksun olarak yetişmeleri arzu edilmiş ve eğitim sistemi böyle kurgulanmıştır. Bunun iyi mi-kötü mü olduğu hususu sanırım detaylı bir bilimsel çalışma sonunda anlaşılabilecektir.
12 Eylül 1980, Cumhuriyet tarihimizin önemli dönüm noktalarından biridir. İyi ve kötü yönleri birlikte değerlendirilmek zorundadır. Ayrıca tarihi olayları bugünün mevcut ve gelişen şartları içinde değerlendirmek de yanlıştır. Bu bizi yanıltır ve istemediğimiz sonuçlara götürür. 12 Eylül 1980 darbesine de o dönemin ülkemizde ve dünyadaki ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri koşulları dikkate alınarak tarafsız bir gözle bakılmalıdır.
Türkiye; dünyanın merkezinde yer alan stratejik konumu, enerji bölgeleri ile enerji ulaştırma yollarını kontrol eden coğrafyaya hakim oluşundan dolayı daima dış tehdit odaklarının menfaatlerinin çarpıştığı bir düğüm noktasındadır. Bu yüzden cumhuriyet tarihimizde, Atatürk dönemi de dahil olmak üzere anarşi, terör, isyan, iç çatışma, kardeş kavgası hiç eksik olmamıştır. Bölgede güçlü, kuvvetli, zengin, huzur dolu bir Türkiye istemeyen küresel odaklar insanlarımızın birbiriyle daima çatışma halinde olmasını arzulamış ve bunu daima başarmışlardır. Bu bizim coğrafi kaderimizdir. Biz güçsüz olduğumuz sürece saldırılar devam edecektir. Bu gerçeği genç nesiller çok iyi kavramak zorundadır.
Bugün yargılamanın başlamasıyla 12 Eylül yönetimini faşistlikle, diktatörlükle suçlayan ve bu dönemi büyük bir baskı rejimi olarak niteleyen medya mensuplarının pek çoğunun geçmişteki söylemleri, bugünkü söylemleriyle birbirini tutmamaktadır. Bu kişilerin askerleri yönetime el koyması için nasıl teşvik ettiklerini, sonrasında da nasıl alkış tuttuklarını, ve kendilerine kurtarıcı gözü ile bakıp methiyeler düzdüklerini tarihçilerin aynen yazacaklarını bilmeleri gerekmektedir.
Askeri ihtilaller ülkelerin yönetiminde hiçbir zaman çare olmamalıdır. Askerin işi devleti yönetmek değildir. Ülkenin yönetimini askerlerin devralmasına imkan sağlamak ve askerleri bu işe teşvik etmek ordumuza ve milletimize yapılan en büyük kötülük ve hıyanet olarak görülmelidir.
12 Eylül 1980 öncesinde adeta askeri yönetimi haykırarak davet eden korkunç anarşi ve kaos ortamını bugünkü nesillere anlatabilmek, o ıstıraplı günleri kalemle tasvir edebilmek asla mümkün değildir. O karanlık günleri ancak yaşayanlar bilir. O kötü günler bugün unutulmuştur.
O zamanı anlatan filmlerin ve belgesellerin tamamı askeri yönetimin tutuklu ve hükümlüleri ile bunların ailelerinin çektiği acıları yansıtan ve sıkıntılı günleri dile getiren senaryoları vurgulamayı daha reytingli buluyorlar ve bu harekatı oluşturan sebep ve şartları dile getirmekten özellikle kaçınıyorlar. Bu filmlerde anlatılanlar tamamen doğrudur. Belkide az bile anlatılmaktadır. İnsanlarımız haklı ve haksız olduğuna bakılmaksızın gerçekten çok büyük eza ve cefa çekmişlerdir. Ben bütün bunların dile getirilmesini fevkalade önemsiyorum. Aslında her askeri yönetim döneminde böyle insan onurunu ayaklar altına alan davranışlar olmuştur. Keşke olmasaydı da biz ülkeyi kaos ve kargaşadan kurtaran askerlerimizi hep ihtilalin ilk günlerdeki gibi saygı ve sevgi duygusu ile hatırlayabilseydik.
1983 Kasımında genel seçimler yapılıp yönetim sivillere devredildiğinde 12 Eylül'ü en çok eleştirenler ve bu eleştirilerden prestij, oy ve çıkar sağlamaya çalışanların; siyasi geleceklerini, ilmi ve idari kariyerlerini ve hatta varlıklarını bu harekâtın yapılmasına borçlu olanlar olduğu görülmüştür.
Bu kişiler; bürokraside, eğitimde, yönetimde daima kısır ve bağnaz çekişmeler içerisinde kalarak yaptıkları büyük hataları, devletin varlık ve bütünlüğü ile milletimizin birlik ve beraberliğine karşı işledikleri ağır suç ve davranışları; bu harekatı eleştirmek, yapılanları küçük göstermek ve hatta yok saymak suretiyle örtme, hafızalardan silme imkan ve fırsatlarını elde etmişlerdir.
Bugün, 12 Eylül'ü zorunlu kılan yıkıcı, bölücü, yok edici, kardeş kanı dökücü; devletimizi, cumhuriyetimizi ve necip milletimizi büyük risk ve tehlikeler altına sokan ve varlığını tehdit eden korkunç eylemler tamamen unutulmuştur. 1980-1983 içinde; devlet yönetiminde, kamu ve hukuk düzeninde, toplumumun siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, bilim ve teknolojideki önemli gelişmeleri de göz ardı edilmiştir. Oysa arşivlerden bunlara erişerek olayları tarafsız bir gözle değerlendirmek mümkündür.
Sonuç olarak;
Türkiyede askeri dönemler bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Çünkü dünya şartları çok değişmiştir ve ülkemiz de mevcut küresel sisteme ayak uydurmuştur. Günümüz Türkiye'sinde bir askeri ihtilâlin hiç bir mantıkî sebebi bulunamaz ve artık halkın desteği de alınamaz. Bu husus zaten ordunun komuta kademesince her fırsatta dile getirilmektedir.
Konuya bu açıdan yaklaşarak, o günlerin şartları içinde gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 Bayrak Harekatını şimdi yargıçlara ve sonra da tarihçilere ve tarihe terk edelim. Ama o günlerden alacağımız pek çok ders olduğunu bilerek araştıralım, inceleyelim.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 5 Nisan 2012 Perşembe |
|
|