Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
Atatürk'ü sevmeyenlere ve manda isteyenlere ilk ders |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
|
Bir yurdun en değerli varlığı, yurttşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1935) |
Kanlarıyla vatanlaştırdıkları ata topraklarında huzur ve güvenlik içinde geleceğe emin adımlarla ilerleyen milletimiz devletin yönetim şeklini cumhuriyet olarak belirlemiştir.
Devletin işleyiş şeklini kurallara bağlayan 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarının temelinde Atatürkçü Düşünce bulunmaktadır. Atatürkçü Düşünce; tamamen milli karakterde üç temel fikir üzerine inşa edilmiştir. Bunlar, Tam Bağımsızlık, Hâkimiyet-i Milliye Ruhu ve Müdafaa-i Hukuk’tur. Bu üç temel unsurun her biri, herhangi bir şekilde ortadan kalktığı takdirde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı tehlikede demektir.
Tam bağımsızlık; sadece siyasi alanda değil, ekonomik, kültürel, teknolojik, bilimsel, hukuki, sosyolojik ve askeri alanda bağımsızlığı ifade eder.
Hâkimiyet-i Milliye Ruhu; vatan toprakları üzerinde hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız Türk milletinde olduğunu belirtir. Millet bu hâkimiyeti hiç bir kişi ve zümreye devredemez ve asla hâkimiyetine ortak kabul edemez.
Müdafaa-i Hukuk; devletimizin uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kendi hukukunu kendi hür iradesi ile kendisinin koyarak uygulaması anlamına gelir.
Cumhuriyetin ilanının 85 inci yılını idrak ettiğimiz 2008’de bu üç temel kural da büyük ölçüde çiğnenmiştir. Bu şekilde Anayasamızın temelinde yer alan Atatürkçü Düşünceden uzaklaşılmıştır. Nitekim bugün geldiğimiz noktada meydana gelen bu fiili durumu yasallaştırmak ve kâğıda dökmek üzere başlatılan “sivil anayasa hazırlama” çalışmaları ile Atatürkçü Düşünce önce Anayasadan ve sonra da Türkiye gündeminden çıkartılmak istenmektedir.
Bugün devletimiz her alanda tam bağımsız değildir. Hâkimiyet, kayıtsız şartsız Türk milletinden alınmış ABD, AB ve Birleşmiş Milletler organlarının eline geçmiştir.
3 Kasım 2002’den beri Türkiye’yi tek başına yöneten AKP Hükümeti; AB’den aldığı 3 Ekim 2005 "Ortaklık Müzakerelerine Başlama" tarihini bir milat ilan etmiştir. Bu tarihten itibaren bütün iç ve dış faaliyetlerini buradan ve ABD’den aldığı talimatlara göre planlamaktadır. Devletimiz, AB yolunda sonu belli olmayan bir maceraya doğru hızla götürecek tarzda programlanmıştır. Hükümet başarısızlıklarını çeşitli kelime oyunlarıyla halkımıza başarı gibi göstermektedir.
Bizi aralarına almayacaklarını defalarca belirtmelerine rağmen bugün gösterdiğimiz AB’ne karşı başı öne eğilmiş tam teslimiyet durumu; aynen kurtuluş mücadelesi vererek egemenliğini kazanan milletimizin Gazi Mustafa Kemal önderliğinde 19 Mayıs 1919’da Samsun’da milli mücadeleye başladığı karanlık günleri çağrıştırmaktadır.
O günlerde savaş kaybeden Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da düşman zırhlılarının top namluları ve işgal askerlerinin postalları vardı. Buna rağmen işgali asla kabul etmeyerek direndik ve istiklâlimizi kazandık. Oysa askeri baskı ile imzalanan Sevr Antlaşmasının benzeri hükümlerini bugün ülkemizde tek bir düşman çizmesi görmeden ve ordularımız emrimiz altında göreve hazır bir halde iken imzaladık. Yani ülkemizi kendi elimizle küresel güçlere teslim ettik ve bunu zafer çığlıkları atarak halka kabul ettirmeye çalıştık.
Yönetim bu teslimiyet kararlarına evet derken, beyni psikolojik harp operasyonları ile uyuşturulmuş milletimiz bir başka Ata Türk ile meşguldü. “Gelinim Olur musun? İsimli televizyon yarışmasında kaynanaların kaynanası seçilen Semra Hanım'ın oğlu Ata Türk'ün evliliğinin ne olacağı özgürlük ve bağımsızlığımızdan daha önemli olarak görülüyordu. Resmi reyting değerlerine göre; halkımızın % 25'i başbakanın AB' ile teslimiyet belgesi ile ilgili son açıklamasını dinlerken, geri kalan %75lik kesim ise Semra hanım ve oğlu Ata'nın evlilik macerasına kilitlenmişti. Bu durum tam bir teslimiyetti ve bir milletin düşebileceği en alt seviyenin canlı olarak teyidi idi.
Biliyoruz ki, Fatih Altaylı’nın programında konuşan Nuray kızımızın Atatürk’ü değil de Humeyni’yi benimsemesinin, bağımsızlığı değil de İngiliz esaretini tercih etmesinin fikri hazırlık süreci birdenbire oluşmadı. Yıllarca bilinçli ve plânlı olarak sürdürülen çok yönlü ve çok maksatlı psikolojik savaş operasyonları sonunda bu duruma ulaşıldı. Tek kurşun dahi atmadan kutsal ülke toprakları değil, ama bu toprakları canı ve kanı pahasına savunacak insanlarının beyinleri teslim alındı. Birileri insanlarımızın beyinlerini doldurup onları robotlaştırırken diğerleri bunları kamuoyundan gizlemenin hesaplarını yapıyordu. Şimdi ise takke düşmüş ve kel görünmüştür. Kral artık çıplaktır..
Bu zilletten kurtulmanın yolu kolay değildir. 1951 yılında çıkartılan 5816 Sayılı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun”u işleterek Nuray’ları cezalandırmak yoluyla bu sorunu çözemeyiz. Bu kanun, fikir ve düşünce alanında doğrudan katkısı olmayan, ama bu düşünceye, Atatürk’ün manevi şahsiyetine ve O’nu temsil eden eserlere yapılan saldırıları önlemeye yönelik cezai müeyyideler getiren ve bir bakıma bu emsalsiz düşünceyi fikirle değil, ceza ile korumaya çalışan bir kanundur.
Bugün üzerinden 55 yıl geçmesine rağmen bu kanun halen yürürlüktedir. Kanaatime göre bugün hiç bir değeri ve yaptırım gücü kalmamıştır. Çünkü Atatürk’ü ve O’nun fikir ve düşüncelerini cezalarla korumak çok yanlıştır. Zaten bu kafa yapısına sahip olanların ceza verilerek, yani korkutularak Atatürkçü yapılması da asla mümkün değildir. Verilen ceza caydırıcı olmaktan ve Atatürk sevgisini aşılamak bir yana, düşmanlıkların faaliyet alanını genişletecek ve düşmanlarını sayısını çoğaltmaktan başka bir işe de yaramayacaktır.
Burada doğal olarak yapılması gereken Gazi’nin fikirlerini, düşünce sistemini anlayan, anlatabilen, O’nu yaşayan ve yaşatan Atatürkçülüğü gönülden benimseyerek sahiplenmiş fertlerin yetiştirilmesidir. Bu yetişen fertler zaten çevrelerini etkileyeceğinden artık bu düşüncenin ceza ile korunması gibi bir durumla da karşılaşılmayacaktır.
Yönetime düşecek görev cezalandıracak şahısları arayıp bulmak ve cezalarını vermek değil, gerçek Atatürkçülerin sayısını çoğaltmak olmalıdır.
Konu tamamen bir eğitim ve öğretim sorunudur ve milli eğitim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Siz 11 yıl okullarınızda Nuray’ların beyinlerine devlet, millet, vatan, bayrak, bağımsızlık v.s. gibi milli şuurlaşmaya götürecek kültür değerlerini veremiyorsanız bugün Nuray ve benzerlerini suçlamaya hakkınız yoktur. Ülkemizde Nuray kızımız gibi düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Onlar tamamen yanlış sistemin kurbanlarıdır. Bu insanları cezalandırarak veya bunları ülkeden kovalayarak sorunu çözmeye çalışmak ateşin üzerine benzin dökmekle eşdeğerdir.
Bunlar istesek de istemesek de bizim insanlarımızdır. Biz bu yurtta 70 milyon birlikte yaşamak zorundayız. 600 yıl pek çok milleti ve değişik kültürü bir arada tutarak cihan devleti kuran atalarımızın sabır ve hoşgörüsüne sahip olarak nerede ve nasıl yanlış yaptığımızı irdelemenin zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Sorunun süratle çözümü için sihirli bir değnek yoktur. Sosyal olaylar zaman içinde oluşurlar. Yani uzun bir zaman süreci içinde olgunlaşıp benimsenir ve toplumun ortak paydası haline gelirler. Burada bir sorun vardır ve sorunun çözümü de çok uzun bir eğitim ve öğretim çalışmasına, inançlı ve imanlı bir çabaya ve özellikle kurtulma azim ve iradesine ihtiyaç göstermektedir.
Biz bu sorunu milletçe ve tamamen milli plan ve programlara dayanarak çözmek zorundayız. Aksi takdirde yıllardır kendi milli değerlerinden ve milli kültüründen uzaklaştırılan, dilinden, örfünden, geleneklerinden utanır hale getirilen ve şanlı tarihinden hicap duyması sağlanan bir milletin geleceği yer işte budur. Bunun kaçınılmaz sonucu ise şehit kanı ile vatanlaşan topraklarımızın kurşun atmadan teslim edilmesi ve cumhuriyetin terk edilmesi olacaktır. Küresel güçlerin beklentisi ve hedefleri de budur.
Bu sorunu çözemediğimiz ve soruna Arda ile Nihat’ın Avrupa Kupasında attığı goller kadar gündemimizde yer veremediğimiz takdirde sonumuz hüsran olacaktır.
Ülkemizin ve insanlarımızın Atatürkçü Düşünce Sistemi’ni öğrenmeye ve bu sistemi bir yaşam tarzı olarak kullanmaya ihtiyacı vardır. Tam 26 yıldır üzerinde bilimsel olarak çalıştığım Atatürkçülük öğretisinin çok zor olduğunu biliyorum. Fakat inanıp gayret edersek başaracağımıza da inanıyorum.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 18 Haziran 2008 Çarşamba |
|
|