13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Ulusal güvenlik sendromu
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 9 Ağustos 2001 Perşembe 

4-5 Ağustos 2001 tarihinde yapılan ANAVATAN PARTİSİ 7 nci Olağan Kongre'si beklenen sonuçlarından çok Genel Başkan ve Başbakan Yardımcısı Mesut YILMAZ'ın talihsiz ve zamansız söylediği sözler yüzünden Türkiye gündemine oturdu.

Mesut Yılmaz ANAP Genel Başkanı olduktan sonra her seçimde aldığı oy oranını azaltan bir Parti Lideri olarak bu defa 4 Genel Başkan adayı ile yarıştı. Kongre sonuçları aynen kamuoyunun beklediği gibi oldu ve Mesut Yılmaz yeniden ve ezici bir çoğunlukla Genel Başkan seçildi.

Aslında bu çok doğal bir sonuç olarak görülmelidir. Bu sonuç Mesut Yılmaz'ın vazgeçilemez karizmatik bir lider olduğundan veya rakiplerinin sönük isimler olmasından alınmamıştır. Tamamen mevcut Siyasi Partiler Kanunu'nun gerekli kıldığı kaçınılmaz sonuçtur. Bu kanuna göre eğer kendisi istemiyorsa bir Genel Başkanı fiilen Parti Kongrelerinde değiştirmek mümkün değildir.Bu husus bu kongrede bir kere daha ispatlanmıştır.

Sayın Yılmaz; yeniden seçileceğini bilmesine rağmen neden Türkiye'nin gündemini altüst edecek ve ULUSAL GÜVENLİK gibi önemli bir kavramı tartışmaya sokacak tarzda bir açıklamada bulundu?

Kanaatimce Mesut Yılmaz ANAVATAN PARTİSİ'nin bir sonraki seçimlerdeki durumunu gösteren ve barajı aşamayacağı şeklinde beliren halk desteğine karşı kendini savunma ihtiyacı duymuştur.

Muhalifleri ve kongredeki diğer başkan adayları, partinin getirildiği yerin tek sorumlusunun beceriksiz yönetim olduğunu , yani bu durumun tek sorumlusunun Mesut Yılmaz olduğunu defalarca vurgulamışlardır. Muhalefet Kanadı " Mesut Yılmaz'ın Genel Başkanlıktan düşürülmesini takiben partinin ehliyetli ve tecrübeli kadrolarının yeniden ÖZAL'lı günlerdeki halk desteğine kavuşabileceğini" aylardır tekrarlamaktadırlar.

Buna karşılık Mesut Yılmaz 'da savunmaya geçerek" aslında kendisinin çok iyi olduğunu, fakat ülke yararına yapacağı bütün güzel ve olumlu faaliyetlerin ULUSAL GÜVENLİK gerekçesi ile yaptırılmadığını, asıl suçlunun kendisinin değil, bu kavramı yöneticilerin önüne engel olarak çıkartanlar olduğunu "anlatmaya çalışmıştır.Tabii olarak burada isim vermeden bahsettiği kurum siyasilerin (yani kendilerinin) emrindeki Silahlı Kuvvetler'dir.

Bilindiği gibi ULUSAL GÜVENLİK kavramı siyaset biliminde; bir milletin , refahı ve kendi mutluluğunu arama özgürlüğünün zedelenmeksizin ebediyen korunması anlamını taşıyor.

Bana göre burada askerleri rahatsız eden ve cevap verme ihtiyacını doğuran husus; Türkiye'nin kalkınma ve güçlenmesinde kendilerinin bir engel olarak lanse ediliyor şeklinde ima edilmesidir.

Nitekim Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genel kurmay Genel Sekreterliğince yayınlanan bildiri ile Başbakan Yardımcısına sert bir uyarı yapıldı.

Ekonomideki krizin siyasi alandaki en küçük bir sözü dahi fırtınaya çevirip , piyasaları altüst edip siyasetçilere olan halk güveninin giderek azalmasına neden olduğu bilinmesine rağmen Sayın YILMAZ gibi tecrübeli bir politikacının bu derece büyük bir gaf yapmaması gerekirdi.

Yine kanaatime göre ; Silahlı Kuvvetlerin de açıklama lüzumunu hissettiği bu son derece hassas konu hakkındaki düşüncelerinin açıklanacağı yer medya olmamalıydı.

Milli Güvenlik Kurulu; ülkenin ULUSAL GÜVENLİK konularının bu konudaki en yetkili kişilerce tartışılıp görüşüleceği tek yerdir. ULUSAL GÜVENLİK konusunda alınacak her türlü karar ve uygulamadan parlamento'ya (yani halka karşı) karşı sorumlu tek organ hükümet'tir. Bunun aksi düşünülemez.

Ayrıca Milli Güvenlik Kurulu, ULUSAL GÜVENLİK konusunda yetkili bir karar organı da değildir. Tamamen bir tavsiye organıdır. Kararı herzaman siyasiler ve hükümet verir. ULUSAL GÜVENLİK konularında, konunun uzmanı ve uygulayıcısı olan askerlere danışmak, onların fikir ve düşüncelerine başvurmak devlet adamlarıımzın en doğal görevidir. Danışırlar , fikirlerini alırlar. Fakat siyasi ve tarihi sorumluluık daima siyasetçilerin omuzlarındadır. Seçilmiş devlet adamlarının bu sorumluluğu atanmış bürokratlara devretmeleri söz konusu olamaz. Buna rağmen son yıllarda ülkemizde pek çok siyasetçinin " MGK'nun arkasına saklanarak politika yapmayı, sıkıştıklarında askerler böyle istiyor" demeyi marifet gibi gösterdiğine hep birlikte şahit oldık.

Türkiye gibi bir coğrafyada Milli Güvenlik Kurulu gibi bir organın varlığına kesinlikle ihtiyaç vardır. Büyük Atatürk'ün emrettiği gibi "Kışlaya siyaset sokulmaması" yani askerlerin siyasete karışmaması için ihtiyaç vardır. Askerlerin ülke yönetiminde ve millî güvenliğin sağlanmasında fikir ve düşüncelerini serbestçe siyasilerle paylaşabilecekleri başka bir organ da mevut değildir.

Bu kuruluş siyasetçilerce devamlı olarak dile getirilen darbe söylentilerine , yani askeri darbelere karşı tek ve en büyük engeldir.

Sayın Mesut Yılmaz'ın Parti Kongresinde yaptığı açıklamalar kadar, Silahlı Kuvvetler'in kendisine kamuoyu önünde verdiği sert cevabın ülkenin gündeminde olmaması gerekir.

Gelinen bu durumda gerek asker ve siyasi kanadın üstü durumundaki Cumhurbaşkanınca yapılacak kamuoyunu sakinleştirici bir konuşma ile konu derhal kapatılarak ülke gündeminden çıkartılmalıdır. Önümüzdeki MİLLİ GÜVENLİK KURULU gündemine bu konu getirilmeli, bir daha kamuoyu önünde hiç konu edilemeyecek şekilde enine boyuna tartışılmalıdır.

Bilindiği gibi her ayın son haftasına girildiğinde kendisini gündem oluşturmakla görevli sayan basınımızın bulduğu değişmez konu Milli Güvenlik Kurulu'nun aylık mutat toplantılarıdır. Başlıklar genellikle aynı temayı işlerler. Asker kanat şu konularda hükümeti şıkıştıracak ve hesap soracak. Siviller şunları söyleyecekler. vs...

Bilmediklerinden değil; bilerek ve isteyerek bu yüce kurulu iki başlı gösterme gayreti içindedirler. Adeta bu kurulda görev yapan asker ve sivil üyeler birbirinin açıklarını arayan ve birbirleri ile mücadele eden birimler gibi gösterilerek kamuoyunda fevkalade yanlış izlenimler ve algılamalar yaratılmaktadır.

Yanlış yorumlamaları önlemek açısından konuyu biraz açalım. Bilindiği gibi Milli Güvenlik Kurulu; vatandaşlarımızın %92 nin oyu ile kabul edilen 1982 Anayasasının temel kurumlarından biridir. Anayasanın 118 nci maddesinde kurulması istenilen bu kurul 9 kasım 1983 te, 2945 Sayılı Kanun ile fiilen çalışmaya başlamıştır. Bu kurul; Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri bakanları ile Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanından oluşur. Gündemi Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenir ve gündem hazırlanırken Başbakan ile Genelkurmay Başkanı'nın önerileri dikkate alınır. Ayda bir defa olağan olarak Cumhurbakanı başkanlığında toplanır. Kurul üyesi bakanlar ile diğer bakanların gündeme girmesini istedikleri konular, Başbakanın da görüşünü alarak Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri vasıtasıyla Cumhurbaşkanına iletilir. Kurul kararlarını çoğunlukla alır. Kurul kararları; Genel Sekreterlikçe Cumhurbaşkanına ve Bakanlar Kurulunda görüşülmek üzere Başbakanlığa gönderilir. Kararlar; Başbakan tarafından Bakanlar Kurulu gündemine öncelikle alınmak suretiyle görüşülür ve gerekli kararlar alınır Alınan kararlara ait uygulamalar Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından takip edilerek sonuçları hakkında Başbakana, Cumhurbaşkanına ve Milli Güvenlik Kuruluna bilgi verilir.

Milli Güvenlik Kurulu, "devletin milli güvenliğinin yani; anayasal düzeninin, milli varlığının, bütünlüğünün, uluslararası alandaki milli menfaatlerinin ve hukukunun her türlü iç ve dış tehditlere karşı korunması ve kollanması" gibi hayati bir görevi üstlenmiştir. Kurul bu görevi liyakâtla yerine getirebilecek tecrübeli en üst düzeydeki bürokratlar ile siyasilerden oluşmaktadır.

Böyle bir organ'ın varlığı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bek'asının yegâne teminatıdır. Uyum içinde son derece başarılı hizmetler yapması ülkemiz üzerinde milli menfaati olan ve güçlü Türkiye'yi kendisine tehdit olarak gören dış mihraklar ile onların içimizdeki şer ortaklarını memnun etmemektedir. Bu yüce müessesenin yıpratılması için her türlü çareye başvurulmaktadır. Bu şer odaklarının temsilcilerine göre ; Milli Güvenlik Kurulu askerlerin siyasete doğrudan müdahale etmeleri için teşkil edilmiştir. Burada askerler çoğunluktadır ve sivillere istediklerini yaptırmaktadırlar.

Oysa bu yüce kurulun asıl görevi ve temel işlevinin "askerlerin doğrudan politika içine çekilmesini önlemek" olduğu artık görülüp anlaşılmalıdır.

Şimdide yalan yanlış haberlerle halkı bilgilendirdiğini sanan bazı basın mensuplarımıza seslenmek istiyorum.

Biraz akıl , biraz iz'an ve biraz da basın -yayın etiği beyler.... Lütfen kulaktan dolma bilgilerle gazete köşelerini doldurmayın. O kadar zor değil bu..... Lütfen kanunu açın ve okuyun. Milli Güvenlik Kurulu'nu tanıyın. Ulusal Güvenlik, Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi kavramlarını , yetki ve sorumluluklarını öğrenin.

Bakın o zaman yine bu kurul hakkında bugünkü kadar pervasızca konuşabilecekmisiniz? Kapatılsın demek cesaretini bulabilecekmisiniz?. Bu kurulun ülke menfaatine attığı her adımı karalama alışkanlığınızı devam ettirebilecekmisiniz ? Sağduyu sahibi iseniz (ben sizin böyle olduğunuza inanıyorum) doğru yolu bulacağınızdan eminim.

Sonuç olarak her sistemde ve canlı organizmada olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti de kendi güvenliğini sağlayacak, şehit kanıyla sulanmış bu kutsal toprakları koruyacak sistemlerini oluşturmuştur.

Milli Güvenlik Kurulu bu sistemlerin beynidir. Cumhuriyetimizin, milletimizin bek'asının, birlik ve beraberliğimizin teminatıdır ve böyle kalmayada devam edecektir.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
9 Ağustos 2001 Perşembe

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale