13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Ulusal sermaye artık yok
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

Bilerek veya bilmeyerek yabancı kaynakların ilhamına kapılanlar vardır. Bunlar fikirleriyle, sözleriyle toplumsal bütünlüğümüzü zaafa düşürebilecek faaliyette bulunuyorlar. Vatandaşlar bu gibileri tanımalı ve onların sözlerindeki hakiki manayı bulmaya çalışmalıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1925)

 15 Ocak 2008 Salı 

Evet artık Türk ekonomosinin temel dayanağı olan milli sermayemiz artık yok. Peki bu tespiti kim yapmış? Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı Ahmet Ertürk Bey yapmış. Demekki durum çok ciddi.

Bilgi Üniversitesi Genç Yöneticiler Kulübü tarafından düzenlenen "Ulusal Sermayenin Yükselişi ve Rekabet Yönetimi" konferansındaki konuşmasında Ahmet Ertürk; "Ulusal sermaye artık yok, geçmiş olsun" dedi. Ertürk, globalizmin "parlak ve yakışıklı bir yüz" gibi göründüğünü, ancak öyle olmadığını kaydetti. Çok zor şartlarda çalıştıklarını vurgulayan Ertürk özel sektörden kamuya geçince maaşının 4'te 1'e indiğini belirtti. Peki başka neler dedi, önemli olanlarını sıralayalım;

- TMSF, sisteme güveni sağlayan önemli bir kurumdur. Fon'a devredilen bankaların aktif büyüklüğü ve toplam mevduat, bankacılık sektörünün % 20'si düzeyindedir. Bankalara yaklaşık 28 milyar dolar kaynak aktarılmıştır. Bunun 25.7 milyarı hazineden borç alınmıştır.

- Hazine'den alınan borç 60 milyar doların üzerine çıkmıştır. Bu da hazine'nin bize uyguladığı yüksek faiz ile oluşmuştur. Yani karşılıklı bir oyun oynanıyor. Kamu, sistemi kurtarmak için kaynak aktarıyor. Bunu bizim üzerimizden aktarıyor. Ama biz kamuya borçlu çıkıyoruz ve borcunu ödeyemez bir kurum durumuna düşmüş durumdayız. Oysa öyle değil.

- Kamu bu kaynağı aktarırken şu hesapları yapmak zorundaydı. 'Ben bu kaynağı aktarmazsam ne olur?' O senaryoları yapmak durumundaydı. Yaptı mı, yapmadı mı bilmiyorum. Daha doğrusu yeni bir tartışma açmamak için söylemek istemiyorum. Kamu dediğimiz kimdir? Canlı, kanlı insanlardır. Politikacılardır, kamu yöneticileridir, diğer tarafta banka sahipleridir, banka yöneticileridir. Bütün bunların ortak senaryosudur. Ama aynı kamu bugün bize hesabını soruyor.

Ahmet Ertürk bugün var olduğu bilindiği halde beceriksiz politikacılar vasıtasıyla yok edilen milli sermayenin durumundan bahsediyor. Oysa milli sermaye yoksa bir ülkenin milli politikalarından ve bağımsızlığından bahsolunamaz. Milli sermayenin oluşması ise kolay bir işlev değilidr. Sabır ve istikrarlı politika ve dirayetli politikacılar ister.

İstiklal harbinden başarı ile çıkan TBMM hükümetinin yeni devleti inşa etmek için gerekli olan milli sermayesi sıfırdı. Millet iki çorabından birini vererek bu mücadeleye katkıda bulunmuştu ve artık verecek bir şeyi kalmamıştı. Oysa bu yeni devlet Osmanlı’nın ödenmesi gereken borçlarına rağmen yaşamak zorundaydı. Şimdi o günlere dönelim ve Atatürk dönemi Tasarrurf Politikasını ve bu politika ile oluşturulan milli sermayenin durumunu görelim.

Tasarruf, her zaman cumhuriyet hükümetlerinin gözönünde bulundurdukları bir kavram olmuştur. Çünkü yok denecek kadar az kaynakla büyük ve zorlu işler yapılması lazımdı. Savaş yıllarında ordunun ihtiyaçlarını, barış döneminde de temel yatırımları karşılamak için olağanüstü zorluklar açılarak kaynak yaratılmaya çalışılmıştır. Osmanlı yönetiminin dış borçlar yüzünden düştüğü korkunç durumu gözönünde bulundurup tamamen öz kaynaklara dayalı bir finansman modeli yaratılmaya çalışılmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarını cumhuriyet hükümetinde bakanlık görevi yapan Mustafa Necati Bey şu şekilde anlatıyor;

“…Her yer haraptı. Barınacak sığınak bile yoktu. Evler yıkılmış, yollar geçilmez hale gelmişti. Halk en basit vasıtalardan da yoksundu. El sanatlarını genellikle temsil eden Gayri Müslim nüfus ortada yoktu. Halk herşeyi devletten beklemek mecburiyetinde idi. Milli mücadele devrinde Tekalif-i Milliye olarak halktan alınan mevcudu tamamen tüketmişti. Vergiler çok ağırdı ve mükellefin bu vergileri ödemesi çok zordu. Devletin başka varidatı da yoktu. Bir fasit daire içinde olduğumuzu görmemek mümkün değildi. Lozan’da elde ettiklerimizi de karşımızdakilerin hazmedemeyeceklerinin idrakinde idik…” (1)

İşte bütün bu olumsuz iç ve dış ekonomik şartlara karşı ne yapılması gerektiği konusunda Atatürk 1 Mart 1923’te TBMM’ni açış konuşmasında şunları söylemiştir:

“…Devlet bünyesini yaşatmak için dış kaynaklara başvurmaksızın memleketin gelir kaynaklarından yararlanma çarelerini sağlayacak tedbirleri bulmak gerekli ve mümkündür. “Azami Tutumluluk” milli amacımız olmalıdır. Bu nedenle mali konuda yolumuz halkı zarara sokacak baskıdan çekinmekle beraber mümkün olduğu kadar iç gelir sağlama esasına dayanmaktadır.”(2)

Görüldüğü gibi Atatürk ülkenin kıt kaynaklarını “Azami tutumluluk” anlayışıyla kullanmayı amaç kaymaktadır. Bu yaklaşımın bir devlet politikası olduğunu İzmir İktisat Kongresinde konuşan İktisat Vekili Esat Mahmut Bozkurt bütün açıklığı ile ifade etmiştir.

Bütün dünyayı etkisi altına alan 1929 Ekonomik Buhranı dolayısıyla Türk lirasının değerinin düşmesi üzerine hükümetin aldığı kısa vadeli önlemleri açıklayan Başbakan İsmet İnönü; “.. Millet kendi istihsalinden fazla sarfetmeyerek kanaatkâr bir hayata girmek mecburiyetindedir…” (3)

Bütün bu faaliyetlerle Türk halkının tüketim alışkanlarını değiştirerek, alıştıkları yabancı mal yerine yerli malı kullanmalarını sağlama amaçlamıştır. 12 Aralık 1930’da ilk “Tasarruf ve Yerli Mallar Haftasını” açış konuşmasını yapan Başbakan İsmet İnönü konunun önemini şu sözleriyle vurgulamıştır;

“...Sermaye için hariçten gelecek muvakkat ikrazların kıymeti söz götürmez. Fakat asıl milli sermaye milletin kendi tasarrufu ve biriktirmesi ile temin olunmalıdır. Her ailenin suhuletle biriktirilebileceği ve mütevazi paralarla en devamlı ve esaslı milli sermayeler birikebilir.” (4)

Gerçekten “Milli İktisat Seferberliği” olarak nitelendirilen bu girişimler sonucunda milli bankalardaki tasarruf hesabında ve mevduatta büyük artışlar görülmüştür. Başbakan İnönü’nün konuşmalarında halkı israftan uzak ve tutumlu olmaya, yerli malı kullanmaya davet etmesi ülke çapında büyük bir ilgi ile karşılandı. Meydana gelen olumlu gelişmeler dikkate alınarak 13 Aralık 1929’da “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti” kuruldu. Cemiyetin başkanlığına TBMM. Başkanı Kazım Özalp getirildi. Ayrıca bütün milletvekilleri cemiyetin tabii üyesi olarak sayıldı.

Bu cemiyetin amaçları özetle, halkı tutumla yaşamaya ve yerli malı tüketmeye özendirmekti. 1955 de yeniden isim değiştirerek “Türkiye Ekonomi Kurumu” adını alarak çalışmalarını sürdürmeye devam eden cemiyet, Atatürk’ün “Azami tasarruf şiar-ı millimiz olmalıdır.” emrinden hız alarak birkaç ay içinde 270 şube halinde yurt çapında teşkilatlandı.

Cemiyetin, ülkedeki tüketim yapısının biçimlenmesinde, finansal alt yapının kurulup geliştirilmesinde, hızlı bir ekonomik kalkınmanın gerektirdiği fonların yaratılmasında önemli katkıları olmuştur. Atatürk’ün desteği ile çalışmalarını sürdüren Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin önemli sonuçlar veren ekonomik amaçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür;


- Tüketimin yerli mallara yönetilmesi,
- İthalatın azaltılması,
- Dış ticaret açığının azaltılması,
- Türk lirasının dış değerindeki düşmenin önlenmesi,
- Yerli üretimin canlandırılması,
- İhraç edilebilecek mal fazlalarının yaratılması,
- Yatırımlar için sağlıklı kaynak sağlamak suretiyle kalkınmanın hızlandırılması,
- Küçük tasarrufları, yatırım sermayesine dönüştürebilmek için bir finansal alt yapının kurulmasını sağlamaktır. (5)

Bu amaçlara uygun olarak her yılın 12-18 Aralık tarihleri arasında “Tasarruf ve Yerli Malları Haftası” düzenlenerek, bu hafta boyunca okullarda, camilerde, askeri birliklerde ve radyolarda tasarrufun ve yerli malı kullanmanın önemi anlatılmıştır.
Gazi Mustafa Kemal döneminde tasarruflarla yaratılan milli sermaye ile “Birinci ve İkinci Beş yıllık Sanayi planları” vasıtasıyla ülkenin dört bir tarafı şantiyeye dönüşmüştür.

Bugün ise o kazanımları “babalar gibi satarak” kazanılmış milli sermayeyi yok eden bir zihniyet iş başındadır.
Atatürk’lü günlere dönmemin sebebi bu milletin devleti için her zaman milli sermaye oluşturabileceğini küresel güçlere hatırlatmak içindir.

(1) Fethi Okyar, “Üç Devirde Bir Adam”, (İstanbul: Tercüman Yayını, 1980) S.357
(2) Afet İnan, “Devletçilik İlkesi ve Birinci Sanayi Planı 1933” (Ankara: TTK. Yayını, 1972) S.88
(3) İ.Tekeli- S.İlkin,“1929 Dünya Buhranında Türkiyenin İktisadi Politika Arayışları”,(Ankara: ODTÜ Yay. 1977) S.92
(4) A. Süreyya İloğlu, Türk Ekonomi Kurumunun Kuruluşu (1974) S. 50
(5) A. Süreyya İloğlu, Türk Ekonomi Kurumunun Kuruluşu, S. 11-12



Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ocak 2008 Salı

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale