10 EYLÜL 2024 SALI

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Atatürk'ün Ekonomi Mucizesi (Türk ekonomisine şok tedavi)
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer bir vatandır. Bu geniş memleketi bayındır bir hale çevirmek lazımdır. Bu halk zengin olmaya mecburdur. Memleket bayındır olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hala yaşama imkânından bahsederlerse inanmayınız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1930)

 15 Haziran 2007 Cuma 

Ben artan borç yükü altında giderek iflasa sürüklenen Türk ekonomisinin ayağa kaldırılması ve kısa sürede dünyanın güçlü ekonomilerinden biri haline gelmesi için derhal Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamalarına dönülmesini öneriyorum. Cumhuriyet tarihimizin bu en başarılı döneminin bugünümüze de ışık tutacağına inanıyorum.
Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamalarının Türk ekonomik yaşamında şok tedavi meydana getireceğini ve bizi çöküşten çıkartacağını iddia ediyorum.
Enflasyonun tek haneli rakamlara düşmesi, faizlerin indirilmesi, paradan altı sıfır atılması elbette hepimizi sevindiriyor ama sevinemediklerimiz çok daha fazla.
İç ve dış borç miktarının artması ile birlikte IMF ve Dünya Bankasının kıskacı daralıyor. Ekonomi yönetiminden tamamen devreden çıktığımız gerçek.. Peki, nereye ve ne zamana kadar bu teslimiyet sürecek. İşte bu bilinmiyor.
2006 yılında ithalat ve ihracatımız arasındaki açık tarihi bir rekor kırarak 50 milyar doları aşıyor. Ama ne yazık ki bu rakam açığı gösteriyor.
Bütün olumsuzluklara rağmen çok iyi bir göstergemiz var. Borsamız rekora (!) doymuyor. Hisse senetleri prim yapıyor.
Piyasada her çeşit mal var. Dükkânlar her türlü ihtiyaç malının bin bir çeşidi ile ağzına kadar dolu. Hiçbir malın sıkıntısı çekilmiyor. Alışveriş merkezleri hıncahınç doludur. Satıcı çok, fakat alıcı yoktur..
Enflasyon düşüşü ile emlak fiyatlarını tutmak mümkün değil.. Ülkemin insanları için isteyene dağ başında, isteyene ormanda, isteyene deniz ve göl kıyısında muhteşem villalar yapılıyor. En düşüğü beş yüz bin dolar olan bu ultra lüks malikâneler daha maket halinde iken kapanın elinde kalıyor.
Sayıları giderek artan yeni zenginlerimiz dünyanın gözde tatil merkezlerinde harcadıkları olağanüstü meblağlar yüzünden el üstünde tutuluyor.
Büyük kentlerimiz dış görünümleri ile Avrupai bir şekle bürünüyor. Her köşe başında 25–30 katlı gökdelenler (içleri boş olsa da) yükseliyor.
Küresel güçlerin dünyayı kontrol etmek ve küresel şirketlerin ülkelerden alacağını son kuruşuna kadar tahsil etmek amacıyla oluşturulan Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi kuruluşların bugün tam yetkiyle etkin olarak çalıştığı tek ülke biz kaldık. Oysa Lozan ile bütün kapitülasyonlar tarihe gömülmüştü. Ve biz Osmanlının borçlarını öderken müthiş bir kalkınma hamlesi yaratmıştık.
Ekonomi yetkililerimizin çizdikleri tozpembe tablolar ve verilen rakamlar gerçekten müthiş bir iyileşmeyi işaret ediyormuş.! Bunlara göre, ekonomimiz bütün dünyaya örnek olabilecek muhteşem bir başarı gösteriyormuş!..Görünen manzara bu.. Ama gerçek bu mu? Tabi ki değil. O halde gerçek ne?

- Üretemeyen tarım kesimi gayri memnundur.

- Satamayan esnaf ve küçük imalatçı gayri memnundur.

- Geçinemeyen işçi ve memur gayri memnundur.

- Emekli gayri memnundur.

- 30 yaşında hâlâ baba evinde oturan diplomalı işsizler gayri memnundur.

- Cumhuriyet döneminde oluşturduğumuz milli sanayimizin dev kuruluşları yerli sermaye sahipleri plânlı olarak yok edildiğinden küresel odaklarca yok pahasına satın alınmaktadır. Yani özelleştirme adıyla KİT’ler yabancılara devredilmektedir.

- Makro ekonomi göstergeleri ve rakamlar ne kadar abartılı olursa olsun Türk toplumunun önemli bir kesimi açlık sınırında yaşam mücadelesi vermektedir.

- Merkez Bankası'na göre sıcak para 85 milyar dolara ulaşmıştır. Sıcak paranın çeşitli riskler yüzünden yurtdışına kaçması durumunda, ekonomik bunalımların olacağı unutulmamalıdır.

- İşsizlik oranı yüzde 11 seviyesine ulaşmıştır. Uygulanan IMF politikaları ile ekonominin sosyal yönü göz ardı edilmiş ve işsizlik artma eğilimine girmiştir..

- Vergi gelirleri içinde dolaylı vergiler artmıştır. Dolaylı vergiler vergi adaletini menfi etkilemektedir. Çünkü bu sistemde az ile çok kazanan aynı vergiyi ödemektedir.

- Ekonominin ve vergi sisteminin en önemli sorunu kayıt dışı ekonomi'dir. Kayıt altına alınamayan ekonomi yüzünden yıllık vergi geliri kaybı 75 milyar dolardır. Bazılarına göre ülkemizde ekonominin kayıt dışılık oranı %80’lere ulaşmıştır.

Bilindiği gibi kayıt dışı ekonomi; toplam vergide düşüklüğe ve vergi gelirlerinde yetersizliğe yol açmaktadır. Bu şekilde bütçe açıklarının kapatılması için yüksek faizle borç almaktan başka çare kalmamaktadır. Borçlar artmakta ve ekonomi yönetimini içinden çıkılmaz bir hale sürüklemektedir. Bunun sonucunda da devlet bütçemizin yönetimi milli kuruluşlarımızdan alınmış, küresel güçlerin kontrolündeki IMF ve Dünya Bankası yönetimine verilmiştir.
Sağlıklı bir çözüm için mevcut ekonomik sistemlerden istifade edilmesi yeterli olamamıştır. Dolayısı ile bize uyan yeni ve uygulanabilir, insanlarımızın karakterine uygun, milletin istek ve beklentilerini karşılayan ve bizim yapabilme kabiliyetimiz dâhilinde milli politikalar tespit edip uygulamamız gerekmektedir.
İşte tam bu noktada hemen kullanabileceğimiz her yönü ile denenmiş ve başarılı olduğu ispatlanmış tamamen milli bir ekonomik sistemimiz olduğunun farkına varmamız gerekmektedir. Bu sistem, Atatürk’ün 1923–1938 arasında ortaya koyup fiilen tatbik ettiği ve başarısını kanıtlamış bir sistemdir. Bulunulan çıkmazdan kurtulmak için bu Atatürk’ün ekonomik görüş ve düşüncelerinin yeniden ve mutlaka uygulanması gerekmektedir.
Bazı aklıevvel, aydın geçinen makam ve mevki sahibi kişilerin sadece 69 yıl önce yürürlükte olup başarısını kanıtlamış olan Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamalarını; “çağdışı ve devrini tamamlamış olarak ve sadece o günün şartlarında kullanabilen şeylerdi” şeklinde ifade etmelerine isyan ediyorum.
Oysa bunların kabul ettiği ve halen uygulayarak bizi bugünkü açmazlara sürükleyen Kapitalizmin yaşı 230 ‘dur. Bu sistemin fikir babası Adam Smith içinde yaşadığı İngiliz toplumunun istek ve ihtiyaçlarına göre bir sistem düşünmüştür. Atatürk dönemini tarihte kalmış diye aşağılayan bu gafiller, Kapitalizmi çağdaş olarak ifade etmekle Atatürk’e ve Türk milletine büyük haksızlık yapmaktadırlar.
Şurası muhakkak ki Türk ekonomisini düzlüğe çıkartacak olanlar ithal prensler, IMF politikaları veya günümüzün modern sömürgecileri olarak görülen küresel ekonomik uygulamalar değildir.

Çare; bizdedir ve Türk milletindedir.

Çare; Atatürk'ün ekonomik fikir, düşünce ve uygulamalarındadır.

Çare; Sevr’i kırıp, Lozan'ı başaran beyinlerdedir.

1986 yılında Ankara Ü. Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü doktora programını “Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri ” konulu tez ile tamamladım. Bugüne kadar her platformda Atatürk’ün ekonomik görüşlerinin Türkiye ve gelişmekte olan ülke ekonomileri için mucizevî bir şok tedavi olduğunu vurguladım.
Çünkü ben bu görüş ve uygulamaların ortaya çıkardığı başarılı neticeyi gördüm. Ortaya çıkan sonucu kendisinden sonra gelen yöneticilerin uygulamaları ile mukayese ettim. Göstergeler Atatürk’ün çok başarılı olduğunu kanıtlıyordu.
Atatürk’ün sıfırdan başlayarak kıt kaynaklarla elde ettiği başarıyı bugünkü yetişmiş insan gücü ve mevcut teknolojik gelişmişlik düzeyimiz ile karşılaştırdım. Sonunda bugün çok az bir gayretle mevcut sorunlarımızı çözeceğimize ve hem de da çok daha iyi şartlarda güçlü bir Türkiye yaratacağımıza inandım.
Hazırladığım 25 yıllık bir çalışmanın ürünü olan “Atatürk’ün Ekonomik Mucizesi” kitabında Atatürk’ün en kuvvetli yanı olarak değerlendirdiğim ekonomik yanını detaylı açıklayarak yöneticilere yardımcı olmayı düşündüm.
Aslında, Atatürk'ü sadece arkasına sığınılacak bir isim gibi gören, yaptıklarından ders almayan ve uygulamalarını buna göre yapmamakta direnen yöneticilerden fazla bir şey beklemiyorum. Fakat halkımızın ve gençliğimizin bu fikirlere sahip çıkacağına, Atatürkçü düşünce'nin yayacağı ışığın bu karanlık günlerimizde yine milletimize rehber olacağına inanıyorum.
Atatürk’ün her yönü incelenmiştir. Fakat en kuvvetli olduğu ve en büyük başarıların kazanıldığı ekonomik görüş ve uygulamaları daima ikinci planda tutulmuştur. Ben bunun bilmeyerek değil, bilerek ve isteyerek küresel mimarların plânlı yönlendirmeleri doğrultusunda yapıldığına inanıyorum. Bu yapılanları Atatürk'ten sonra gelen yönetimlerin affedilmez bir hatası olarak görüyorum.
Gazi’nin başlattığı milli hamleler maalesef kendisinden sonra gelenler tarafından dikkate alınmamıştır. Ülkenin kalkınması için ithal ekonomik sistemler daha çok tercih edilmiştir. Sonuç ise daima hüsran olmuştur.
Gazi’yi; “O, bir üst yapı devrimcisidir. Alt yapı devrimlerini uygulamaya fırsat bulamamıştır. O her zaman bir aksiyon adamıydı. Fikir adamı değildi. Şartların gerektirdiği hususları mantığını kullanarak uyguladı” diyerek küçümseyen sapık zihniyetlere karşı koyabilmek için O’nun ekonomik görüşlerini iyi bilmek gerekir.
1923 yılı başlarında Türkiye’nin; yolu, enerjisi, fabrikası, parası, kredi imkânları, işgücü, sanayi tesisleri, tecrübesi yoktu. Fakat istiklali, saygınlığı, inandığı bir lideri ve geleceğe karşı umutları vardı. 1938 yılı sonlarında yokların hepsi var edilmişti. Fakat kendisine bunları yoktan var eden Atatürk yoktu.
Atatürk; tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insan gücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan ağır sanayi hamlesini başarmış ve planlı kalkınma dönemini başlatmıştır. Toplu iğneye muhtaç bir ekonomiden sıfır enflasyonlu, borçsuz, kendi tankını, topunu ve uçağını yapabilen, parası değerli, geleceğe güvenle bakan örnek bir Türkiye yaratmıştır.
Osmanlı'nın Düyun-u Umumiye yönetiminden kalan borçlarını da ödeyerek çağına göre büyük bir kalkınma hamlesi sağlanmıştır.
Atatürk'ün dünyanın bilinen ve uygulanan başlıca ekonomik sistemlerinin dışında Türk milletinin ihtiyaçlarına, istek ve arzularına, milletin kabiliyetlerine uygun olarak yarattığı ekonomik sistem ile geçen asrın en büyük ekonomik mucizesi meydana getirilmiştir.
Gazi tarafından geliştirilen ekonomik sistem; hürriyetleri koruyarak ekonomik gelişmede halkın ilgisini dinamik bir yaklaşım içinde değerlendiren ve diğer ekonomik sistemlerin aksaklıklarını giderici yönleri ile dolu yepyeni bir sistemdir. Ve tamamen Türk milli motifleriyle meydana getirilmiştir.
Küresel güçler Türkiye’nin sonunu getirmeden, kendi milli değerlerimiz ile Atatürk’ün bize ışık tutan fikir ve düşünceleri arasında en başarılısı olan ekonomik görüş ve uygulamalarını kendimize rehber edinip sahip çıkmak zorundayız.
Dün olduğu gibi bugünde ülkemizi tam bağımsız kılacak ve saygın dünya milletleri seviyesine ulaştıracak bu görüşleri acilen halkımıza mal etmeliyiz. Çünkü başka çıkış yolumuz kalmamıştır.
Pegasus yayınlarından çıkan “Atatürk’ün Ekonomik Mucizesi” kitabında Atatürk’ün ekonomik görüş ve düşünceleri ile uygulamalarını, bu görüşlerin diğer altı ekonomik sisteme üstünlüğünü bilimsel metotlarla ortaya koydum.
Bu özgün görüşlerin milletime rehber olacağına inanıyorum.
Türk askeri, Lübnan ve Afganistan halkını teröre karşı korumak için bu ülkelerde görev yaparken ülkeyi kana bulayan PKK terörüne karşı elleri kolları bağlı tutuluyor. Şehit cenazeleri bir uçtan bir uca yurdu kaplarken ve gözyaşları sel olup akarken AKP hükümeti teröre karşı yeterli tedbir almamakta direniyor.
Aklıselimimiz şehidine kelle, terörist başına sayın diyen ve terörün çözümünü bu teröre destek veren ülkelerden bekleyen bir başbakanın teröre karşı tedbir almasının çok zor olduğunu söylüyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt 12 Nisan tarihli basın toplantısında bugün yaşananları aynen açıklamış ve terörü önlemek için hazır olduklarını, TBMM ve hükümetten görev ve yetkilendirme emri beklediklerini vurgulamıştı. Takip eden günlerde askeri kanattan gelen açıklamalar hâlâ yetki beklediklerini şeklinde idi.
Askerler, sorumlulardan gerekli yetkiyi alamayınca devletin asıl sahibi olan millete konuyu bir bildiri ile duyurmuşlar ve teröre karşı milletçe tek vücut olmamız gerektiğini vurgulamışlardır. Bu halk desteği isteğini, bu ülkeye ihanetten başka bir işlevleri olmayan bir takım garip kuruluşlar ve bunların beyinleri satın alınmış gafil sözcüleri televizyon kanallarından açıkça Genelkurmay halkı isyana teşvik ediyor şeklinde duyurmuşlardır.
Devletimizin birinci görevi milletin can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılmış ve gerekli teşkilatlar kurulmuştur. Polis, Jandarma ve ordu güvenliği sağlayan temel kuruluşlardır. Bu kuruluşlar idari amirlerin( vali ve kaymakamların) kontrol ve gözetiminde halkın güvenliğini sağlamakla görevlidirler.
Halkımızın bilmesi gereken bir gerçek vardır. Bugün silahlı terör örgütüne karşı koymak ve bunun için yurt içinde operasyon düzenleme sorumluluğu tamamen valilerindir. Valiler kendi illeri dâhilinde bu işi önce emrindeki kolluk kuvvetleri ile (polis ve jandarma) yaparlar.
Eğer elindeki polis ve jandarmanın olaylar karşısında kâfi gelmeyeceğini düşünürse, bu durumda bölgesindeki askeri birliklerden EMASYA(Emniyet Asayiş Planı) uyarınca birlik talep eder. Bu birlikler ancak polis ve jandarmanın kullanılıp gücünün yetmediği olaylarda devreye sokulur.
Yani halkımızın yanlış bilgilendirildiği gibi Genelkurmaya bağlı birlikler (Jandarma dışında kalan) terör olaylarını önlemek amacıyla kendi komutanlarının emriyle istedikleri bölgelerde teröre karşı operasyon yapamazlar.
Peki, aylardır Irak sınırına yığılan birlikler ne yapmaktadır ve bu birliklerin teröre karşı operasyon yapma yetkileri var mıdır?
Cevabı, hayır yoktur. Bu birlikler bu bölgelerde ancak eğitim ve tatbikat maksadıyla bulunmaktadırlar.
Peki, Irak sınırındaki üç ilde yapılan notamlama ile bölgeye giriş çıkışın yasaklanması olayı nedir? Buda tamamen rutin bir olaydır. Ayni notamın Edirne’de, Söke’de, Antalya’da yapılacak atışlı tatbikatlar için verildiğini görebilirsiniz. Tatbikat esnasında hakiki mermiler kullanılacağından bu bölgenin hava sahasında uçakların, helikopterlerin uçması tehlikelidir ilgililer notam ile uyarılır. Aynisi kara ve denizalanı için de yapılır. Yani burada notam kuzey Irak’a operasyon için verilmemiştir.
Askerin sınıra yakın hareketinin sebebi ve Irak Operasyonu ile ilgisi sadece Hükümetten verilecek muhtemel Irak harekâtı için bölgede yığınaklaşma, eğitim ve tatbikat yapılmasıdır. Yani askerlerin kontrolünde tamamen askeri amaçlara yönelik bir ön hazırlık yapılmaktadır.
Muhtemel görevlere hazır olabilmek, araziyi tanımak, istihbarat yapmak, silah ve gereçleri denemek amacıyla muhtemel harekât bölgesine yanaşılmış şu anda rutin eğitim ve tatbikatlar icra edilmektedir. Bu arada tatbikat bölgesinde birliklerimize karşı bir saldırı olduğu takdirde meşru müdafaa hakkını kullanarak şiddetle karşılık verilmektedir.
Askerin Kuzey Irak operasyonu ile ilgili Hükümet Direktifinde ısrar etmesi çok doğaldır. Çünkü asker milletin kendisinden ne istediğini en ince ayrıntısına kadar bilmek zorundadır. Askerin işi merasim değildir. Asker ölür ve öldürür. Bu ağır görevi yaparken neden yaptığını bilmek zorundadır.
Bilindiği gibi 1991–2003 yılları arasında Kuzey Irak’ta yönetim Saddam’dan alınmış ve 36’ncı paralelin kuzeyi BM Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda oluşturulmuş Zaho’da konuşlanan Türk ve ABD birliklerinin teşkil ettiği ÇEKİÇ GÜÇ ile sağlanıyordu. Yani bölge tamamen bizim kontrolümüzde idi ve askeri harekât bu gücün bilgisi dâhilinde planlanıp uygulanmaktaydı. Bugün ise durum çok değişmiştir. Irak’ta dört yıldır ABD işgali vardır. Irak yönetimi kukladır. Bu bölgede muhatabımız doğrudan ABD’dir.
Türk Ordusu, alabileceği her türlü görevi yapmak üzere barış zamanında savaşa hazırlanır. Asker iki hasım ülke arasındaki savaşın sadece son bölümünü yönetir. Ülkeler arasındaki sorunlar ekonomik, siyasi, hukuki, askeri pek çok alanda olabilir. Sorunların çözülmesinde diplomasi ve diğer tedbirler uygulanıp karşı tarafa bir başarı elde edilemeyince bu defa devreye askeri güç sokulur.
Askeri harekât maddi ve manevi olarak büyük bir masraf gerektirir. Arkasında millet ve devlet desteği olmadan askeri harekât yapılamaz. Askerlerin ne zaman devreye girip, nereye kadar güç kullanacakları ve bu gücü kullanırken hangi hukuki gerekçelere dayanacakları, elde ettikleri bölgelerde ne yapacakları ve bölgede ne kadar kalacaklarına askerler karar veremezler. Bu sorumluluk TBMM’nindir. TBMM sorunu çözmek için hükümete yetki verir. Hükümet bunun için diğer milli güç unsurları ile birlikte askerleri de kullanır. Yani savaşı planlamak, başlatmak, savaşın insan gücü ve lojistik desteğini sağlamak ve savaşı durdurmak tamamen sivillerin yönetim sorumluluğu içindedir.
Bu konudaki yasal süreç şu şekilde devam eder;
Herhangi bir ülke ile anlaşmazlık içine giren hükümet konuyu TBMM’ne sunar. Yurt içi ve yurt dışında güç kullanmak için TBMM’den yetki alır. Bu yetki sınırsız değildir. TBMM bu yetkiyi nasıl kullanacağını açıkça belirler. Yetkiyi alan hükümet, formatı önceden belli olan bir HÜKÜMET DİREKTİFİ hazırlar.
Bu direktifte hasım ülke olan sorunlar açıklanır. Bu sorunlar için bugüne kadar ne gibi tedbirler alındığı belirtilir. Sonra ne yapılmak istendiği, yani devletin ünitelerine verdiği görevler açıklanır. Görev alan birliklerin birbiri ile nasıl koordinede bulunacakları, bu tedbirler manzumesinin ne zaman başlayacağı, nasıl yönlendirileceği, emir komuta sistemi ile kriz yönetim usullerini belirler.
Hükümet, eğer bir askeri harekâtı öngörürse bunun fiziki hedeflerini açıkça gösterir. Harekâtın muhtemel başlama zamanını ve süresini belirler. Kullanılacak hukuki yetkileri sıralar. Lojistik destek faaliyetlerinin şeklini ve vüsatini koyar. İşte bütün bu ve akla gelebilecek bütün varsayımlar hükümet direktifinde açıkça yer alır. Direktifi alan üniteler verilen görevleri derhal yapmakla mükelleftir.
İşte askere bu yetki ve sorumluluğu vermezseniz, yani askerin duracağı yeri belirlemezseniz harekâtı kontrol edemezsiniz. Kuzey Irak’a giren bir askeri birlik komutanı kahramanlık yaparak bütün Arap yarımadasını ele geçirebilir. Yahut benzinim bitti diyerek sınırı geçtikten 1 km sonra harekâtı bitirebilir. Bunlar tabiî ki çok abartılı misaller, ama konunun önemini ortaya koyması bakımından geçerli olduğunu göstermek bu misalleri verdim.
Sonuç olarak terör yangını büyüyor. Bu günkü şartlarda davul zurna çalarak Kuzey Irak’a yapılacak askeri operasyon büyük bir fiyasko olur. Çünkü atı alan Üsküdar’ı geçmiş ve mevzilerini boşaltmıştır. Şimdi, karşımızda elde edilecek hedef yoktur. Yani Kandile taarruz zamanı değildir. Fakat Türk ordusu bu harekâtı her zaman yapabilecek yetkilerle teçhiz edilmeli ve hazır bulunmalıdır.
Bugün sınır ötesinden önce sınırlarımızın içinin teröristlerden temizlenmesine ihtiyaç vardır. Sınırların her metrekaresi geçişe kapatılırken, Şırnak’tan batı istikametinde yapılacak geniş çaplı operasyonlarla önce kırsal kesimlerimiz ve sonra da büyük şehirlerimizdeki teröristler etkisiz hale getirilmelidir.
Bunun bugünkü hukuki yetkilerle yapılması mümkün değildir. Olağanüstü hal, kısmi seferberlik veya bazı bölgelerde sıkıyönetim ilan edilmeli ve bu yangın mümkün olan en kısa sürede durdurulmalıdır. Bu yangın sönmeden ülkede istikrar ortamını sağlamak mümkün değildir. Bu yetkiler verilip milletçe teröre karşı güç birliği yapılmadığı sürece bu kan ve gözyaşı devam edecektir.



Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Haziran 2007 Cuma

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale