13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






17 Ağustos 1999 depreminden ders aldık mı?
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

Yeni Türkiye'nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1923)

 17 Ağustos 2006 Perşembe 

"Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" şeklindeki atasözümüz insanoğlunun hafızasının geçmişi unutmak gibi doğal bir işlevini vurgulamaktadır. Kötü günleri unutmaz isek yaşamamız ve hayata sıkıca sarılmamız asla mümkün değildir.
Buradaki unutmak ders almamak, herşeyi unutarak tedbir alamamak veya yaşanılan eski kötü günleri aynen yaşamak demek değildir. İnsanlara unutmak gibi doğal bir vasıfları olduğunu, ama yaşamlarında asla unutulmaması gereken çok önemli anlar bulunduğunu hatırlatmaktır. İşte depremler bunlardan biridir.
Fay denizi üzerinde bulunan bir ada misali ülkemizde deprem hiç eksik olmadı. Daha 17 Ağustos 1999'un yaraları sarılmadan Düzce, Bingöl ve diğer pek çok deprem felaketleri birbirini takip etti. Her depremde görülen manzara hiç değişmedi. Ayni ihmal ve vurdum duymazlıktan yıkılan binalar ve tuzla buz olmuş beton yığınlarının altında kalarak yitirdiğimiz masum canlar. 17 Ağustos'tan günümüze değişen bir tek olumlu şey vardır. O'da devletin ve sivil toplum kuruluşlarının deprem olduktan sonra bölgeye yetişmelerindeki hız ile yaraların sarılmasında kazandıkları tecrübedir. Fakat bu da depremin yıkımını önlemeye yönelik değildir. Yani gelişmeler tamamen deprem olduktan ve yıkım meydana geldikten sonra yapılacak faaliyetlerle sınırlı kalmıştır.
Türk milleti depremde varını yoğunu harcar ve yaraların biran önce sarılması için olağanüstü bir çaba gösterir. Bu milletçe kenetleniş bizim milli karakterimizdir. Bu davranış çok doğrudur. Fakat zamanlaması yanlıştır. İşin doğrusu deprem olmadan bu birlikteliğin sağlanması ve gereken bilimsel önlemlerin önceden alınmasıdır.
Ülkemizde meydana gelen depremlerin çok üstünde şiddette depremlere devamlı maruz kalan Japonya gibi ülkelerde tek can kaybı olmazken ve binalar un gibi dağılmazken, neden hâlâ bizim ülkemizde meydana gelen yıkımlardan ders alınarak önceden tedbir alınmaması anlaşılır gibi değildir. Aslında sorun buradadır. Çözülmesi gereken husus, deprem sonrasında meydana gelen yaraların sarılması değil, böyle yaraların meydana gelmesini önleyecek tedbirlerin alınmasıdır. Deprem sonrası meydana gelecek yıkımların maliyetinin deprem öncesi alınacak tedbirlerin maliyetinin beş katı olacağını bilim adamları adeta haykırmaktadır. Fakat seslerini duyan makam yoktur.
Şimdi meseleyi biraz detayına inerek inceleyelim.
Binlerce yıldır insan yerleşimine açık olan Anadolu'da yaşayan insanlar bu bereketli topraklarda doğal afetlerin en büyüğü olan depreme karşı inanılmaz bir savaş vermektedir. Her 30 yılda bir periyodik olarak gelen büyüklü küçüklü depremler hem can, hem de mal kaybına sebep olmaktadır. Milli servetlerimiz içinde yaşayanlarla birlikte heba olmaktadır.
Oysa deprem bu toprakların bilinen gerçeğidir. Belki daha binlerce yıl toprak tabakaları tam olarak yerleşene kadar bu tabiat olayı durmaksızın devam edecektir. Buraları vatan bilip, yurt tutan bizlerin bu zamansız gelen düşmana karşı bilinçli bir şekilde hazırlanmamız gerekir.
Nitekim geride büyük medeniyet eserleri bırakarak tarihe kavuşmuş Anadolu insanları genellikle toprak ve yığma taştan yapılan tek katlı depreme dayanıklı evlerde oturarak bu afetten kendilerini korumuşlardır. Kendi canlarını güvence altına alırken, çok katlı ve görkemli sanat yapılarını ise zamanın bütün imkanlarını kullanarak en büyük depremlerde dahi ayakta kalacak ve nesilden nesle aktarılmasını sağlayacak şekilde inşa etmişlerdir. Bunların pek örneğini çevremizde tapınak, kilise, cami, medrese, köprü v.s. olarak görüyoruz.
İşte bu iyi korunan özel yapılardan bir tanesi de dünyanın yedinci harikası arasına aday olarak gösterilen AYASOFYA Camiidir. Teknoloji ve bilim bugünkü gelişmişlik düzeyi ile kıyaslanamayacak kadar geri olmasına rağmen binlerce insanın toplandığı bu ve benzeri mabetler her türlü sarsıntıda gerekli güveni sağlayabilecek şekilde inşa edilmiştir.
Oysa bugün demir ve betona sahip olduğumuz çağda insana verdiğimiz değerin ne olduğunu depremlerde görüyoruz.
Allah hiç kimsenin başına deprem acısı vermesin ve deprem korkusu yaşatmasın. Fakat bugüne kadar sorumluların sorumsuz davranışları dolayısıyla her türlü ezayı bizzat halkın çektiğini görünce; "Doğrudan bu afete maruz kalmayan, yani acıyı bizzat hissetmeyenler için televizyonlardaki yıkım görüntüleri sıradan bir film görüntüsü gibi gelmektedir. Bunun için sorumlu da olsa tedbir alması mümkün değildir" demek zorunda kalıyorum.
3 Mart 1992 Saat 19:19'da meydana gelen ERZİNCAN depremini eşim ve çocuklarımla birlikte yaşadık. Allah böyle afetlerle bizi bir daha sınamasın. Yaratılan en değerli varlık olan insanoğlunun; kendi elleriyle yarattığı binalarda ne hale geldiğini ve insanın bu büyük afet karşısında ne kadar aciz ve güçsüz olduğunu yaşayarak gördük. İlk gün kurulan Deprem Harekat Merkezi'nde görev aldığımdan, zaman ilerleyip de depremin ilk şokunu atlatınca; depremin kesinlikle öldürmediğini, kuralına uygun inşa edilen binaların depremde yıkılmadığını, yıkımın tamamen insanların bölge şartlarını bile bile depreme dayanmayacağı açıkça belli olan binaların yıkılması ile öldükleri gerçeğine bizzat ulaştım.
1939 depreminden sonra Japonya'nın teknik katkıları ile meşhur Kuzey Anadolu Fayı'nın tam üzerine inşa edilen tek katlı evlerden bir tuğla bile sökülmemişken, okullar, hastaneler, lojmanlar v.s gibi devlet binalarının tamamına yakınının ya yıkıldığını ya da çok büyük hasar gördüğüne şahit oldum.
Deprem çalışmalarında meydana gelen aksaklıkları belki tedbir alınır da bir daha ayni hatalar yapılmaz diye değerli dostum rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu'nun da katkılarıyla detaylı bir "Deprem Sonuç Raporu" hazırlayarak devletin ilgili kademelerine gönderdik. Yeterli hiçbir tedbir alınmadığını, bütün bizim raporların da daha önce gönderilenler gibi bekletildiğini 7 yıl sonra Adapazarı-Gölcük ve gelen Düzce depremlerinde anladık.
Hazırlanan çok kapsamlı "Afet Koordinasyon Planlarına" göre; Deprem sonrasında bölgedeki resmi makamlardan deprem yıkımının kaldırılması için görev bekleniyor. Oysa bunun çok yanlış olduğunu da yaşayarak öğrendik. Bölgede yaşayan insanların tamamı deprem şokuna maruz kaldığından ve halkın karşılaştığı yıkımlara ve can kaybına bu yetkililer de aynen uğradığından "Afet Planında görevleri var" diye o bölgenin mülki, askeri ve yerel yöneticilerinden sağlıklı bir görev beklemek mümkün değildir. Çünkü onlarda diğerleri gibi deprem şokuna girmiştir. Onlarda birer depremzededir ve onların da yardıma ihtiyaçları vardır. Bu kişilerden görev beklemek, deprem sonrası yaşanan felaketi kaos ortamını büyütmekten başka bir işe yaramaz.
En geç 6 saat içinde bölgenin yönetimi; depreme maruz kalmayan civar il ve ilçeler yönetimine veya Ankara'da oturan merkez valilerinden birinin yönetimine verilmelidir. "Deprem bölgelerimiz ve muhtemel deprem periyotları da kabaca belli olduğundan nerede deprem olursa kimlerin nerelere gideceği önceden detaylı planlanmalıdır." dedik. Ama bunun ne demek olduğunun anlaşılamadığını gördük.
Büyük can ve mal kaybına sebep olan 1999 Depreminden sonra görünüşte bazı tedbirler alındı. İstanbul'un her tarafına "Deprem Sonrası Acil Yardım Kulübeleri" yerleştirildi. Çeşitli yardım planları yapıldı. Yardım ekipleri oluşturuldu ve bunlar yeni cihaz ve teçhizatla donatıldı. Yerinde ve uygun kullanılması için bir seri tatbikatlar icra edildi. Bunlar güzel şeyler. Fakat hepsi lüzumsuz ve gereksiz gayretlerdir. Gayretlerde öncelik deprem sonrası yıkımda alınacak tedbirlerde değil, depremde yıkılmayı önleyecek tedbirlerde olmalıydı.
Şunu unutmayalım. Deprem Yıkmaz. İnsanların teknolojinin gereklerine aykırı olarak yaptıkları inşaatlar yıkar. Bu Allah'ın çizdiği kader değildir. Bizzat insanların insanlara yaptığı savaştır. Bu savaşın mutlaka önlenmesi ve insanlarımızın bu yıkımdan kurtarılması gerekmektedir. İnşallah tedbir almakta bir daha geç kalmamış oluruz...


Dr. Tahir Tamer Kumkale
17 Ağustos 2006 Perşembe

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale