Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi ve günümüze yansıması |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
|
Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar mevkiine geçtikten sonra onun hakiki ihtiyaçlarını düşünecek yerde memleketi kendi istediği yolda götüren, laf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine kulak asmayan, millette mevcut kuvvetleri şahsına bağlamaya çalışan kahraman yüzlü insanlardan oldukça çok zarar çekildi. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1919) |
27 Mayıs 1960 Askeri darbesinin üzerinden tam kırk altı yıl geçti. Ortaokul üçüncü sınıfa geçmiş bir öğrenci olarak olayları anlamak ve algılamaktan acizdim. Çevremde konuşulanlardan aklımda kalan tek husus, "Hükümetin icraatlarını tenkit eden bazı üniversite öğrencilerinin polislerce öldürüldüğü ve ölenlerin cesetlerinin kıyma yapılarak köpeklere yedirildiği "şeklinde halk arasında dolaşan rivayetler idi. Bu ve benzeri saçma suçlamalarla Başbakan Adnan Menderes'in Demokrat Partisinin halkımıza öcü olarak gösterilmeye çalışıldığı bir dönemde askeri okula girdim. Yassıada mahkemelerini, 22 Şubat 1961 Albay Talat Aydemir ayaklanmasını, Milli Birlik Komitesinin kendi aralarından 14 Kişiyi vatan haini ilan ederek yurt dışına sürmelerini, Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanının idamını, 21 Mayıs 1963 Albay Talat Aydemir'in ikinci isyanını, Kara Harp Okulunun Hava Kuvvetleri tarafından bombalanmasını, Albay Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan'ın idamlarını, Harp Okulu öğrencilerinin tamamının ordudan ihraç edilmesini, 1961 Anayasasının kabul edilmesini, Başbakan İsmet İnönü'nün başarısız CHP hükümetlerini, Emekli 3 üncü Ordu K. Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın Demokrat Partinin devamı niteliğindeki Adalet Partisini kurması gibi olayları askeri lise yıllarında yaşadım. O yıllarda anlayamadığım bir konu da ihtilali yapan ve parlamentoyu dağıtan Silahlı Kuvvetlerin en büyük operasyonu kendi içinde yapması idi. Kim tarafından ve neden yapıldığı hâlâ tam açıklığa kavuşturulamamış bir operasyonla yedi bin civarında subay emekli edilmişti. İhtilal sivillere yapılmıştı. Cezalandırılan askerler olmuştu. Benzeri uygulamalara 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'de de kısmen başvurulmuştur. Daha sonra EMİNSULAR ( Emekli İnkılâp Subayları) adı ile teşkilatlanan bu askerler neden ordudan çıkartıldıklarının cevabını kendileri dahi veremediler. Generallerin ve üst rütbeli subayların çoğu emekli edildiğinden Orgeneral kadrolarında tuğgeneraller, tümen komutanlıklarında ise albaylar görev yapıyordu.. Yassıada mahkemelerinde Ada Komutanı olan efsanevi Yarbay Tarık Güryay bilahare Albay rütbesi ile Kuleli Askeri Lisesinde Komutanımız olmuştu. Komutanımızın bir kaç kere öğrencileri toplayıp Yassıada hatıralarını paylaştığını ve çok büyük işler yapmış bir komutan olarak gururlandığını da unutmam mümkün değildir. Bu şekilde 1964 yılında Askeri Liseden mezun olup Ankara'ya Harp Okuluna gittik. Harp Okulu Komutanlığına sanırım bir daha ihtilale karışmasınlar diye zamanın en sert subaylarından biri olan Tuğgeneral Namık Kemal Ersun atanmıştı. Harp Okulu eski Komutanı Albay Talat Aydemir'in darbe girişimlerinde iki bine yakın Subay ve Harbiyeli ordudan atıldığından kıtalarda genç subay sıkıntısı vardı. Kıtalar yedek subaylara kalmıştı. Bu yüzden 1965 ve 1966 devrelerinin subay olarak Harbokulu üçüncü sınıfı okumayacağı belirtildi. Hızlandırılmış bir eğitime tabi tutulduk. Bu dönemin özelliğine göre Harbiye'den yardımcı sınıflar mezun olmadı. Tamamımız iki yılın sonunda muharip sınıflara ayrılarak Asteğmen rütbesi ile sınıf okullarına gittik. O zamana kadar süresi 1-2 yıl arasında değişen sınıf okullarından yine bize özel hızlandırılmış olarak altı ayda mezun edildik ve 28 Şubat 1967'de teğmen rütbesi ile kıtalara tayin olduk. 27 Mayıs 1960 Harekâtının orduda yarattığı depremi kıtalara gelince gördük. Bütün birliklerde genç subay noksanlığı had safhada idi. Yirmi yaşına yeni basmıştım. Yaşıtlarım daha askere alınmamıştı ama bana kadrosu yüzbaşı olan Batarya Komutanlığı görevi verilmişti. Emrine girdiğim tabur komutanımla aramda 18 yaş fark vardı.. 1967 yılının Kasım ayında Kıbrıs sorunu gündeme geldi. Ordu Kıbrıs'a çıkmaya hazırlanıyordu. Terhisler durduruldu, seferberlikle noksan kadrolar tamamlandı. O kışı arazide geçirdik. Çadırsız, battaniyesiz, ayakkabısız, sobasız geçen günler yaşımız genç olduğundan bizde fazla bir tesir yapmadı. Fakat ordusunu bu perişan halde tutan siyasilere ve devlet adamlarına olan güvenimiz sarsılmıştı. İlk defa kafama takılan sorunun cevabını bulduğumu sanmıştım. İhtilal döneminde atılan subaylar demek ki görevlerini iyi yapmamışlardı. Bunun için ordudan atılmış ve cezalarını bulmuşlardı. O günlerde genç subayların konuştukları bunlardı. Bütün insanüstü gayretlerimize rağmen yedek parçasızlıktan araçlarımızı yürütemiyor, askerlerimize iyi bakamıyorduk. Balkan harbindeki felaketin sebebinin ordunun komuta kademesinin siyasete bulaşmış olduğunu biliyorduk. Demek ki ordunun üst kademesi siyasetle uğraşmaktan, siyasilerin peşinde dolaşmaktan askerine bakmayı unutmuşlardı. Ordunun bu halde Kıbrıs'a çıkması veya Yunanistan'a müdahale etmesi çok zordu. Bu arada genç subaylar arasında ideolojik ayrılıklar başlamıştı. Çeşitli siyasi grupların ordu içinde yandaş bulmaya çalıştığı ve gruplaşmaların giderek arttığı da bir gerçekti. Bugün 2006'ya geldiğimizde Türk Ordusu silah, araç, gereç, teçhizat ve eğitim açısından son derece üst düzeydedir. Ordumuzun eğitimi dünya standartları seviyesinin üzerindedir. Her türlü teknolojiye sahiptir. İşin esas sevindirici yanı, Ordu içinde sağcı-solcu v.s gibi fikir akımları ve partileşme mevcut değildir. Bu husus devletimiz, milletimiz ve demokrasimiz için çok sevindiricidir. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinin üzerinden geçen 46 yılda ülkemizde çok şey değişti. Bugün herkes Adnan Menderes ve iki bakanının hukuken geçerliliği daima sorgulanan bir mahkeme kararı ile asılarak idam edilmesini affedilemeyecek bir demokrasi ayıbı olarak görüyor ve bunun açık bir hukuksuzluğun eseri olduğunu kabul ediyor. Nitekim Merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarının itibarı, devlet tarafından hazırlanan törenle anıt mezara nakilleri ile fiilen iade edildi ve tarihî bir haksızlığın insanlık vicdanda mahkûmiyeti tescil edilmiş oldu. 27 Mayısı yapan askeri komite üyeleri, Tabii Senatör olarak kendilerini Cumhuriyet Senatosunun değişmez üyesi yaparak her türlü milletvekili dokunulmazlığı arkasına sığındılar. Bunlar 12 Eylül 1980 tarihine kadar her 27 Mayıs'ta resmi bayram olarak kabul edilen günde meydanlarda kendilerini gösterdiler. Siviller kerhen de olsa bu bayram kutlamalarına katıldılar. Çocuklarımız Okul kitaplarında yer alan 27 Mayıs Devrimi konusunu ders olarak okudular. Tarihin garip bir cilvesi olarak yaşatılan bu anlamsızlığa bir başka askeri yönetim dur diyebildi. 12 Eylül Askeri Yönetimi, 27 Mayısları resmi bayram günü olmaktan çıkardı. Bununla da kalınmadı. 27 Mayıs Devrimini anlatan bölümler ders kitaplardan çıkartıldı. "Ülkede asayişsizlik vardı" diyerek 27 Mayıs 1960 askeri darbesini yapanların sonunda ortaya çıkardıkları manzarayı görerek kahrolduklarını söyleyebiliriz. Çünkü bu ihtilal Türk Toplumunu ayakta tutan bütün dengeleri temelden bozdu. Geleneklerimizi, demokrasinin yeni gelişen önemli kurumlarını, özetle bir bütün olarak ülkenin özgüvenini onarılmaz biçimde darmadağın etti. Türkiye'yi köksüz, kendi içinde kavgalı, kendi kendini kemirip tüketen ve yabancı ideolojilerin elinde esir olarak kendi evlatlarını birbirine kırdıran bir ülkeye dönüştürdü. İhtilaller birbirini kovaladı. Türk demokrasisi her seferinde darbe aldı. İşte bu yüzden siyasilerimize ülke yönetiminde önemli görevler düşüyor. Birbiriyle kavga eden değil, ülke menfaatleri için birbirini takip ve kontrol altında bulunduran siyasi kadrolara ihtiyacımız olduğu her geçen gün daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Geçmişi ders almak için kullandığımız takdirde ayni hatalara düşmemiz asla mümkün değildir.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 31 Mayıs 2006 Çarşamba |
|
|