Dr. Tahir Tamer Kumkale
tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım
|
İnsanların dini inanışları siyasi rant olarak görülmemelidir |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
|
Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının sesin uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor; kaste ve fiile dayanan taasupkâr hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1924) |
Bizim iyi bir birey olmamızı, milletleşmemizi ve daha sonra da sağlıklı bir biçimde devletleşmemizi sağlayan temel unsur olan din duygusu Anayasamızın "DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ" ni belirleyen 24 üncü Maddesi ile doğrudan yasaların korunması altına alınmıştır. Peki, yasalarla koruma altına alınan din duygusu nasıl irtica ile bağdaştırılıyor. Veya irticai faaliyetlerde din ön plana çıkıyor? Aslında İrtica, sadece din alanında görülen bir hareket değildir. Sosyal yaşamın her kesitinde irticai hareketlere rastlamak mümkündür. İrtica; sosyal ve politik bir hareket olup gayesi; Atatürk'ün deyimiyle "Atılan nâfi (yararlı) bir adımı ortadan kaldırarak eskiyi geri getirmektir." İrtica; Toplumsal değişmelere ve gelişmelere karşı gösterilen ve akıldışı yanı ağır basan bir karşı reaksiyondur. Gerçekleştirilen her sosyal ve siyasi değişme, yararlı ve akla yatkın bir biçimde cereyan etmeyebilir. Bu bakımdan bu değişikliklere tepki gösterilmesi bazen normal karşılanabilir. Çünkü bunlar genellikle irticai bir karakterde değildirler. Ülkemizde sosyal ve siyasi tepkiler çoğunlukla dinden yararlanmayı düşündükleri yahut dini bir karaktere bürünüp, tepkiler din adına ortaya konduğu için İRTİCA KAVRAMI; daima din alanıyla organik bağı olan bir problem olarak görülmüştür. Oysa her türlü ilerlemeye açık olan ve hatta her alanda ilerlemeyi teşvik ve adeta emreden İSLAM DİNİ' nin irtica ile herhangi bir ilgisi yoktur. İnsanlara hep ileriye, daha doğruya, daha iyiye ve daha güzele gitmelerini öğütleyen İSLAM ile İRTİCA kesinlikle bağdaşmamaktadır. İRTİCA; dinin bizzat kendisinden değil, yanlış bir din anlayışından ve cehaletten güç almaktadır. İşte bu yüzden;
- Hangi derecede yaşanırsa yaşansın, ister tek tek kişiler tarafından, ister toplu olarak uygulansın dinin icaplarını yerine getiren bir yaşam tarzının irtica ile hiçbir ilgisi yoktur.
- Zamanla dini hayatın içine giren yanlış tefsirler ve hurafeler yahut dinin mana ve ruhunu anlamayan bazı kimselerin din alanında öne sürdükleri sözde yeniliklere tepki göstermenin de söz edilen irtica ile bir ilgisi yoktur.
- Peygamber ve Sahabenin yaşadıkları sade dini hayatı örnek alarak böyle bir hayatı yaşama arzusu içinde bulunmanın da ( Çevrelerini rahatsız etmedikleri ve kendileri gibi olmaya zorlamadıkları sürece) irtica ile ilgisi yoktur.
İrtica hareketi, çoğunlukla bilgisizlik, taassup, yobazlık, çıkar hesapları ile birlikte bulunduğundan irticai tutum ve davranışları tam olarak belirlemek ve diğer olaylardan ayırmak hiç de kolay değildir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk İRTİCA kavramını;" Milli hâkimiyet prensibine karşı çıkarak saltanat ve hilâfeti geri getirmek isteyenlerle, lâikliği dinsizlik olarak niteleyenler " için kullanmıştır. Atatürk'ün ölümünden sonra O'nun yerini dolduracak bir önderi bulmanın imkânsızlığı sebebiyle, çok partili siyasi ortama girildiğinde karşılıklı dinsizlik ve irtica suçlamaları ülke çapında karışıklığa yol açarken, vatandaşlarımız arasında da dini inanışlarına göre ciddi kamplaşmalar meydana gelmeye başlamıştır. Ortamı müsait bulan bazı cahil ve yobaz kişilerin irticaî tutum ve davranışları alenen yaptıkları gözlenmiştir. Bu kişilerin tutum ve davranışlarının sebepleri sosyal ve siyasal açıdan iyice tespit ve tayin edilerek önleyici tedbirler alınması gerekirken nedense bu yola gidilememiştir. Hatta bunların faaliyetlerinden siyasi çıkar dahi umulmuştur. Destek gördükleri için yeniden canlılık kazanan tarikat faaliyetleri çağın gerekli kıldığı bilgi ve dinamizmden yeterli ölçüde nasiplerini alamadıkları için irtica ve gericilik olaylarının gelişmesi önlenemeden günümüze kadar ulaşmıştır. Konuyu biraz daha açarak İrticai ortamın nasıl geliştiğini anlamaya çalışalım. İnsanoğlu doğumu ile getirdiği din duygusunu daima geliştirmek ve iyi bir dindar olabilmek için bir ömür boyu çaba harcar. Bu çok doğal ve her insanda olması gereken bir faaliyettir. Fakat her insanda doğuştan var olduğunu bildiğimiz dini konular her bireyin kendi kendine anlayıp kavrayabileceği kadar basit ve anlaşılır şekilde değildir. İman ve inanç sahibi insanlar; inandıkları dinlerdeki indirilmiş kutsal kitaplarda farz olunan ( yapılması her dindar için zorunlu kılınan) hususlara uyma ve yerine getirme ihtiyacından dolayı, bu işi bilen bilge ve bilgin kişileri, yani konunun uzmanlarını daima ararlar ve onlardan bilgi edinerek inançlarını kuvvetlendirmek isterler. İşte bu son derece doğal olan öğrenme ihtiyacı; kitabî dinlerin peygamberleri eliyle insanoğluna gönderildiği yıllardan itibaren toplumları bu kutsal kitapların istekleri doğrultusunda bilgilendiren kişilerin meydana çıkmasına sebep olmuştur. Daha sonra bu bilgilendirme işini yapan kişilerin etrafında toplanan insanlar; bu bilge kişinin fikirlerini, yorumlarını ve yaşam tarzını kendilerine örnek alarak onun öğretilerini nesilden nesile günümüze kadar taşımışlardır. İnsanoğlu var olduğu sürece dini duygular onunla birlikte gelişecek ve bu konuda aydınlanma ihtiyacı ebediyen devam edecektir. Bunun fiziki olarak önlenmesi mümkün değildir. İşte bütün diğer dinlerde olduğu gibi son din olana Müslümanlıkta da insanlığın son peygamberinin Hazreti Muhammet Mustafa ve en son kitabının da Kuran olduğu bilinmesine rağmen, tarikat ve cemaat olgusu Türk Toplumunun yaşantısında daima bulunmuştur. Ve daima ön planda yer alarak insanlarımızın sosyal yaşamını önemli derecede etkilemiştir. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş ve yükselme dönemlerinde eğitim, gelişme, kalkınma, ülkedeki birlik, beraberlik ve adalet anlayışının sağlanmasında en büyük desteği tarikatlar başta olmak üzere dini kuruluşların yaptığı bir gerçektir. İmparatorluğun son dönemlerine gelindiğinde ise dini teşekküller giderek bu işlevlerini yitirmişler ve adeta ülkenin geri kalmışlığının baş destekleyicisi durumuna düşmüşlerdir... Başlangıçta her biri birer bilim ve kültür yuvası ve eğitim kurumu olarak görev yapan Zaviye, Tekke ve Medrese gibi dini teşekküller; son dönemlerde dini kisvelerinden sıyrılıp siyasi ve ekonomik alanda güç merkezi olmaya başlamışlardır. Bu kuruluşlar her türlü ilerleme ve teknolojik gelişmenin karşısına kaba kuvvetle çıkarak toplumun her alanda geri kalmasının başlıca sebebi olarak görülmüşlerdir. Milli Mücadele döneminde Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına karşı başlatılan isyanları örgütledikleri bilinen bu teşekküller; Cumhuriyet döneminde de yapılan ve yapılacak inkılâpların önündeki en büyük engel olarak görüldüğünden tamamı kanun ile kapatılmıştır. Tarikat çalışmaları yasaklanmış ve dini eğitim veren Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırılmıştır. Çıkartılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile dini eğitim dâhil her türlü eğitimin devletin kontrol ve denetimi altında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda verilmesi uygulaması başlatılmıştır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 11 Mayıs 2006 Perşembe |
|
|