Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
AKP terörle mücadele etmekte gerçekten kararlı ise, ilk yapacağı iş ikiz yasaları kaldırmak olmalıdır (2) |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
 |
Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927) |
AKP iktidarı devralırken ülkemizde PKK terörü sıfır düzeyinde idi. Aradan geçen günlerde Irakın işgali ile başlayan süreçte ABD desteğindeki Kuzey Irakta Kürt Devletinin kurulması ve bölgede yapılanan PKK Terör örgütü üzerindeki kontrol ve denetimimizin kalkması ile ülkemizde terör ve anarşi yeniden geldi oturdu. Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere şehirlerimiz yeniden savaş alanına döndü. Ülkemizin hiçbir yerinde can ve mal güvenliği kalmadı. İnsanlarımız evlerinden çıkmaya korkar hale geldi. Şimdi bu işleri önlemekte doğrudan sorumlu AKP iktidarı bizzat Başbakan Recep Tayip Erdoğanın ağzından terörü lanetliyor. Teröre karşı dünyayı birlikte mücadeleye davet ediyor. Sayın Başbakanın söylediklerine kendisinin de inanmadığını sanıyorum. Çünkü bu durum birdenbire olmadı. Olayların meydana gelmesinde bu iktidarın çok büyük yanlışlarının olduğu bir gerçektir. Olayların gelişini onlar anlamazlıktan ve görmezlikten geldiler. Şimdi ektikleri yanlış tohumların meyvelerini topluyorlar. Bundan tam iki buçuk yıl önce 24 Haziran 2003 tarihinde sade bir vatandaş olarak geleceği görmüş ve Bildiri-Yorum köşesinde İkiz yasaları durdurmalıyız Başlıklı yazılar ile yetkilileri ve halkımızı yaklaşan büyük tehlike karşısında uyarmıştım. Sayın Cumhurbaşkanının, askerlerimizin, muhalefetin, üniversitelerimizin, aydınlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarının dikkatini çekmiştim. Bu yasaları imzalarsanız Türkiyeyi kan gölüne çevirmekten kurtaramazsınız demiştim. Ama sesimizi kimselere duyuramamıştık. Keşke ben yanılsa idim. Keşke ben olayları yanlış görüp, yanlış değerlendirmiş olsa idim.. Ama ne yazık ki haklı çıktım. Böyle yasaları kabul eden bir devletin yöneticilerinin anarşi ve terörün zararlarından ve hele anarşi ve terörün arkasında dış destek olduğunu söylemeye hakkı yoktur. Çünkü olayların bu seviyeye tırmanması için bu yasalar ile terörün gelişmesi için her türlü imkân sağlanmış ve uygun ortam devlet eliyle yaratılmıştır. Şimdi 24 Nisan 2003e dönüyorum. Bugünde aynen geçerliğini koruyan yazımı tekrarlayarak bu defa ilgilileri çıkmasını engelleyemediği İKİZ YASALARI derhal kaldırmaya davet ediyorum. -----------------------------------------------------
" İKİZ YASALARI DURDURMALIYIZ (2);
11 Eylül saldırısından sonra dünyayı yeniden yapılandırma iddiası ile yola çıkan ABD, hiçbir uluslararası hukuk kuralını tanımadan önce Afganistan'ı sonra da Irak'ı işgal etmiştir. Oysa ABD'nin bu iki ülkede değiştirmek için savaş açtığı Taliban ve Saddam rejimlerini bizzat kendisinin yarattığı bütün dünya kamuoyu tarafından bilinmektedir. İşte İKİZ YASALAR, ABD veya O'nun gibi davranabilecek diğer süper güçlere hem uluslararası ve hem de milli kanunlar çerçevesinde önemli bir imkan daha sağlamaktadır. Yapacakları ülkeleri içeriden fethetme faaliyetini yasal hale getirmektedir. Bir bakıma ülkemizi yıllarca derinden etkileyen BÖLÜCÜ TERÖRE yapılan uluslar arası dış destek yasal hale getirilmektedir. Buna evet demek, bunu kabul edebilmek terörden çok çekmiş milletimiz için kolay değildir. Bu yasalar Yugoslavya'nın parçalanması sürecinde başarıyla denenmiş ve bu ülke insanları birbirleri ile kıyasıya çarpışarak bölünmüştür. Şimdi bu örnek ortada iken Türkiye'de benzeri bir faaliyetin kolaylıkla organize edilebileceği bir zemin meydana getirilecektir. Hiç hesapta yokken ve yıllarca bekletildikten sonra birdenbire Türkiye'nin gündemine gelen İkiz Sözleşmelerin Meclise sevk tarihleri de oldukça dikkat çekicidir. Abdullah Gül Hükümeti birinci sözleşmeyi, ABD'nin Irak'a saldırı hazırlıklarını yoğunlaştırdığı 23 Aralık 2002'de TBMM'ne sunmuştur. İkinci sözleşme ise ABD'nin Irak işgalini tamamlamasından hemen sonra 25 Nisan 2003 günü gönderilmiştir. Burada sanki, Türkiye tarafından ," Ey ABD, sen büyüksün. Sen güçlüsün. Senin her şeye gücün yeter. Bak biz kendi elimizle gelip bizi dövmen için eline sopa veriyoruz." denilmek istenmiştir. Şimdiye kadar geçen 37 yılda hiçbir Cumhuriyet Hükümeti'nin bütün baskılara rağmen cesaret edip Meclise sunamadığı bu iki uluslararası sözleşme AKP tarafından sessiz sedasız ve bu defa Atatürk'ün kurduğu CHP'nin de desteğini alarak 4 Haziran 2003 günü kanun haline getirildi. Her iki yasanın en tehlikeli maddesi birinci Maddeleridir. Bu madde; "Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Sözleşmeye taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir." şeklindedir. Yani bununla sadece ülke içindeki değişik millete mensup vatandaşlara değil, kendini bu topluma entegre edemeyen bütün topluluklara halk statüsü verilerek kendi siyasi kaderini tayin hakkı tanınmaktadır. Demek ki ( X )Topluluğu ; bir araya gelip " Ey Türkiye Cumhuriyeti. Biz seni istemiyoruz. Biz bu topraklarda ( Y ) adı ile ayrı bir devlet kurmak istiyoruz." Veyahut ta; "Biz seninle yaşamak istemiyoruz. Biz ( Z ) devletine bağlanmak istiyoruz. Şimdi gel bize yardım et ve bu işimizi yasalara uygun şekilde kolaylaştır" diyebilecektir. T.C. Anayasasının "Siyasi Haklar ve Ödevler" başlıklı "Dördüncü Bölümü" 66 ncı Maddesinde Türk Vatandaşlığı tarif edilmiştir. Buna göre;
"Madde-66. Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk' tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk'tür." Kanaatime göre, bu madde ortada iken bu iki kanunun apar topar TBMM' den geçmesi son derece tehlikeli bir durum yaratmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk daha 1930'larda " Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir. Türkler demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir" derken bu günleri aklına bile getirmemiştir. Bölgede güçlü bir Türkiye'nin varlığını istemeyen dış güçlerin eline verilen imkanlar bununla da sınırlı değildir. Sözleşmenin ikinci maddesinde; " Bu Sözleşmeye Taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan ... kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı göstermeyi taahhüt eder." denilmektedir. Devamla; "Sözleşme ile tanınan hakların, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım gözetilmeksizin uygulanacağını" kesin bir dille açıklamaktadır. Bu şekilde ülkede mevcut, mezheplere, tarikatlara, cemaatlere, aşiretlere, yerel gruplara da kendi statülerini özgürce geliştirme hakkı tanınmaktadır. Çünkü bunların hepsi dinsel ve toplumsal köken kapsamı içinde mütalaa edilmektedir. Bunun açık anlamı şudur; Bu maddelere dayanarak her hangi bir kişi, herhangi etnik grubun, mezhebin veya tarikatın üyesi olduğunu öne sürebilecektir. Ve bu gruba özgü "siyasî, kültürel, sosyal ve ekonomik özgürlük" hususlarında kendilerine ayrıcalık verilmesini isteyebilecektir. Yasaya göre kendilerine yardımcı olacağını taahhüt eden Türkiye Cumhuriyeti'nin bu uygulamaları gerçekleştirmediğini görürse, konuyu uluslararası zeminlere taşıyarak yardım alabilecektir. Bunun adına demokrasi diyorlarsa. Öyle diyorlar. Bu demokrasinin Türkiye'yi bindiği dalı kesen adam durumuna düşüreceği açıkça görülmektedir...."
Dr. Tahir Tamer Kumkale 11 Nisan 2006 Salı |
|
|