12 ARALIK 2024 ÇARŞAMBA

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Psikolojik Harekat hakkında neler biliyoruz? 21. asrın en yaygın savaş metodu (53)
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927)

 7 Nisan 2006 Cuma 

Milli Mücadelede Gazi ve arkadaşlarının önündeki öncelikli ve önemli engel, aydınından en cahiline kadar Türk milletinin büyük bir manevi çöküntü içinde bulunması ve kendine olan güvenini tamamen yitirmiş olmasıydı. Türk toplumu psikolojik açıdan güçlendirilip manen kuvvetlendirilmedikçe, kazanma azim ve iradesine sahip olmadıkça, düşmanlara karşı zafer kazanmak asla mümkün olamazdı. İşte bu yüzden millî mücadeleye Türk toplumunun manevi açıdan güçlendirilmesinden başlanacaktı.
Bu dönemde gerçekleştirilen psikolojik harekât faaliyetleri içerisinde padişah Mehmet Vahdettin'e çekilen bağlılık telgrafı gerek zamanlaması ve gerekse içeriği bakımından çok önemlidir. Tarihi olaylar bulunulan şartlar içinde değerlendirilmediği takdirde önemli yanılgılar olmaktadır. Mili Mücadelenin kazanılmasını müteakip Saltanatı kaldırıp Osmanlı Hanedanını yurt dışına gönderen bilahare Hilafet makamını da kaldırarak Osmanlının izlerini ortadan kaldıran TBMM'nin kuruluş safhasındaki hedeflerini birkaç gündür verdiğim belgelerle ortaya koydum.
TBMM'nin kuruluş hedefi; ülkesi işgâl edilen ve padişahı esir durumuna düşen Osmanlı topraklarından düşmanları atmak, Padişahı yeniden güçlü ve kuvvetli olarak hür topraklarda ülkesinin başında tutmak olarak belirlenmişti.. Bu husus her zaman ve her platformda dile getirildi ve halka harekete başlama noktalarının bu olduğu ifade edildi.
Bütün bunlar yapılması gereken ve halkın içinde bulunduğu ruh hali gözetilerek planlanan uygulamalardı. Bugün vereceğim belge de yine TBMM'nin padişah ve padişahlık hakkındaki genel düşüncesini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Bu belgeyi yazan bir meclisin iki yıl sonra söylediklerinin tam tersini yapmasını yine zamanın şartları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
28 Nisan 1920'da toplanan TBMM'de alınan karara uygun olarak Meclis Başkanlık Divanı tarafından kaleme alınan ve Hamdullah Suphi Bey tarafından milletvekillerine okunarak kabul edilen Padişah Mehmet Vahdettin'e çekilen telgraf metni çok önemlidir.
TBMM'nin alkışlarla karşıladığı ve baştan aşağı padişaha övgü niteliği taşıyan bu telgraf, İrade-i Milliye gazetesinde yayınlanarak TBMM'nin halife ve saltanat hakkındaki görüşlerini bütün ülkeye ve dünya kamuoyuna duyurmuştur. O günkü kamuoyunun beklentilerine uygun olarak hazırlanan bu telgrafı aynen yayınlıyorum. ( 1 )

" Halife ve Hakan-ı Adkesimiz Efendimiz;
İstanbul un işgali ve bunu takip eden fecâyi( felaketler) üzerine vaziyeti tetkik ve hukuku saltanat-ı seniyyelerini ( yüksek iktidarınızı) ve istiklâli millîmizi müdafaa ve temin etmek maksadıyla bu defa Ankara'da Büyük Millet Meclisi halinde içtima ettik( toplandık). Anadolu'nun düşman istilası altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından salahiyeti fevkalâde ile teçhiz edilen mebuslar müttefikan (hep birlikte) ittihaz ettikleri bir karar ile südde-i seniyyelerine( yüksek makamınıza) bazı hakikatleri arz etmeyi kendilerine bir vecibe-i sadakat ( boynunun borcu) ve ubudiyet (kulluk, bağlılık) bildiler.
Padişahımız;
Yüksek malûmlarınızdır ki, hanedan-ı saltanatı hümayunlarının ceddi mübareği ve mübecceli (ululanmış) olan Sultan Osman tarihi dinimizin mesud ve müteyemmen (uğurlu ve kutlu) bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere intikal eden bir rüya görmüştü. O rüyanın üç kıt'a üstüne gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir âlem barındıran Kutsi ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve ortada yalnız muazzam bir gövde kalmıştı. O gövde Anadolu'dur ve onun kökleri çok derine gitmek üzere bizim kalplerimizin içindedir.
Ecdâd-ı Kiram'ın( soylu ve asil atalarının) Rumeli'de kendi başına bir cihan olan kıtaları fetih ve istilâ ederken ordularını bu Anadolu topraklarından davet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını muhafaza ettirmek üzere yine Anadolu' dan ahali celp eder ve en mühim noktalarda iskân ederdi. Bu halk kitleleri Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yayıldı. Basra Körfezi'ne kadar indirildi. Suriye ve Filistin yollarında yerleştirildi.
Padişahımız;
Tahtıgâh-ı Saltanat'ı Seniyyelerinin şeref ve beka'sı için Anadolu halkı asırlardan beri baba ocaklarından çok uzak harp yerlerinde ifnayı hayat etmeği (canını vermeyi) kendisine en kudsî bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu. Fakat iklimlerden iklimlere uzayan hakanlığımızın şevket ve kudreti için her mihneti ( zahmet, bela), her felâketi cana minnet (yükümlülük) bildi. O bir topraktır ki; Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra yalılarına kadar kuşak kuşak, uzayıp giden namütanahi meşhedilerle muhattattır (sayısız şehitlerle kuşatılmıştır). Ve o şehitleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk mücadelesi yapan bu eski Anadolu verdi..
Şevketlû Padişahımız;
İslâm'ın her tarafta duçar-ı hezimet olan bayrakları gelip Anadolu ufuklarında toplandı. Onun ufuklarında kendine en son penâh'ı (koruyucusu) ve necatı (kurtulmayı) aradı. İzmir istilası üzerine memâliki şahanelerinin en mamur ve en mesut bir kısmı nasıl ateşle yağma ve katliyle baştan başa harap oldu bilirsiniz.. Hiç bir hakka istinat etmeyen ve milletinizi son yurdunda duçar-ı esaret etmeyi emel edinen bu vahşi akın üzerine kalbî hümayunlarının duyduğu acı teessürleri cihanı matbuata bizzat tevdi buyurmuştunuz. İzmir işgalini, Adana felaketi, bu felaketi Maraş ve Antep katliamları ve onu da felaketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul işgali takip etti. Soyundan yetiştiğimiz millet; binlerce seneden beri cihanın en muhteşem tahtlarına sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatı ile bu durum karşısında ne yapabilirdi? Padişahını elim bir harp neticesinde ordularını kullanmaktan memnu ve mahrum gördüğü için kendi kendine silaha sarıldı ve Anavatanı nerede tecavüze uğramış ise oraya dinî ve millî namusunu kurtarmak için koştu.
Padişahımız; Selçuk Türklerinden beri hemen bin yüz seneyi mütecaviz bir zamandır istiklâl, hürriyet ve din için gaza eden büyük milletiniz, Asya'nın ve İslâm'ın alemdârı diye cihanşümûl bir şöhreti olan milletiniz halâsını (kurtuluşunu) canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi?
Şevketpenah Efendimiz;
Milli müdafaamızı mübarek makamı hümayunlarına karşı bir isyan suretinde göstermek ve halkı iğfâl etmek için mütemadi çalışan hainler vardır. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman fütuhatına yolu açık bırakmak istiyorlar. Hâlbuki vuran da vurulan da hepsi sizindir. Hepsi ayni derecede sadık evlâdınızdır. Milli müdafaamızı düşmanın bayrakları babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terk edemeyiz.
Her yeri bir büyük hakanımızın aşk-ı dinî ilâhisine mutandan (çok parlak) ve mehib (azametli) bir delil olan İstanbul mabetleri etrafında düşman askeri gezdikçe, öz vatanın toprakları üstünde yabancıların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devama mecburuz.
Cenâb-ı Hâk, atalarımızın yurdunu koruyan, halife ve hakanının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, ecnebi esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadete bin kere müreccahtır (üstün tutulan).
Padişahımız;
Kalbimiz hissi sadakat ve ubudiyetle dolu, tahtınızın etrafında her zamandan ziyade daha sıkı bir rabıta(bağ) ile toplanmış bulunuyoruz. Toplantısının ilk sözü halife ve padişaha sadakat olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine bundan ibaret olacağını süddei seniyyelerine en büyük tazim (ululama, büyük saygı gösterme) ve huşu (alçak gönüllülükle) ile arz eder..."

( 1 ) Cengiz Kürşad; Belgelerle Türk tarihi Dergisi, Nisan-Mayıs 1973, Sayı 67-68, S.40-41



Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Nisan 2006 Cuma

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale