13 ŞUBAT 2025 PERŞEMBE

 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net

İYİ İNSANLARI SAYGI İLE SELAMLIYOR VE SEVGİ İLE KUCAKLIYORUM............

Ana Sayfa
Başlarken
Yazı Arşivi
Yazı Arama
Kitaplarım
Hakkımda


    Kitaplarımdan seçmeler...

Amazon'da kitaplarım






Irak bombardımanı
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:

 26 Şubat 2001 Pazartesi 

Türkiye'nin içine düşürüldüğü inanılmaz ekonomik kriz içinde boğuşurken, çok yakınımızda ceryan eden ve bizi yakından ilgilendiren "IRAK'ın ABD ve İNGİLİZ uçakları tarafından bombalanması" olayını tamamen unuttuk veya gözardı ettik. Gerçi bütün dünyayı ayağa kaldıran Bağdat yakınlarındaki askeri üslerin vurulması olayının Türkiye ile bir ilgisi yok gibi görülsede, 21 Şubat 2001'de bu defa Türkiye'den ve bizim kontrolumuzdaki İncirlik Hava Üssü'nden kalkan, yine bizim kontrolumuzda hareket etmesi gereken ABD uçakları KERKÜK yakınlardaki askeri hedefleri bombaladı.
 Türkiye; kendi iç sorunları arasında toz duman bir halde iken " bunun rutin bir askeri faaliyet olduğunu ve önemsenecek bir şey olmadığını "açıkladı.

Aslında konunun çok önemli ve çarpıcı özellikleri var. Türkiye'yi sınır komşusu olan ve savaştan önce ortalama 4 milyar dolar civarında yıllık ekonomik girdisi bulunan IRAK ile karşı karşıya getiren olayların, Türkiye'ye her alanda kayıplar getirdiği veticaret hacmini engellediği de önemli bir gerçek.

Türkiye; 1991 yılında yaşanan Körfez Şavaşından, ve bu savaşın hedefi olarak dünya devleri tarafından önce kıyasıya dövülen ve sonrada ekonomik ambargo ile baskı altına alınan ve nihayet üçe bölünerek mütecanis ve güçlü bir devlet olma vasfı tamamen ortadan kaldırılan IRAK'tan sonra en fazla zarar gören ülke konumunu halen muhafaza etmektedir.

Kayıplarımız çok kabaca şu şekilde sıralanabilir.

 - Yılda 4 milyar dolarlık ticaret hacmi 10 yılda ülkemize 40 Milyar dolar kaybettirdi.

 - Kapanan petrol boru hattı dolayısıyla meydana gelen kaybımız.

 - Sınır ticaretinin durması ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının kayıpları.

 - Kontrol dışında kalan ve iki büyük aşiretin liderliğinde bir Kürt Devleti oluşturulmaya çalışılan Kuzey Irak'ta meydana gelen otorite boşluğundan yararlanan PKK TERÖRÜ ile Güneydoğuda yaşanılan istikrarsız ve güvensiz durumun yarattığı ekonomik ve sosyal kayıplar. (GAP'ın tamamlanamaması dahil)

 - Körfez Krizini müteakip, güya Saddam korkusundan kaçarak bir gecede Türkiye'ye getirilen 1 milyon dolayındaki Iraklı mültecilerin yarattığı kayıplar.

Bütün bunlar altalta toplandığı zaman Türkiye'nin kayıplarının büyüklüğünün çarpıcı boyutlara ulaştığını görüyoruz.

Irak'a saldıran Batılı Devletler İttifakında bütün imkanları ve kaynakları ile fiilen yer alan Türkiye; bu savaş sonunda kendisine müttefikleri tarafından savaş kayıpları olarak verileceği vadedilen parayı alamamıştır... Oysa bu savaşta 55 Milyar Dolar harcadığını söyleyen ABD ; savaş sonunda Bölgedeki Petrol Rezervlerini tümü ile kontrol edebilecek bir konumu elde ederek bölgeye adeta kalıcı şekilde yerleşmiştir . Ayrıca Irak işgalinden kurtardığı Kuveyt ve Suudi Arabistan'dan 60 Milyar Dolar Savaş Tazminatı tahsil ederek adeta 5 Milyar dolarlık ilave bir kazanç elde etmiştir.

Türkiye'nin savaş sonrası kayıplarını telafi etmek için gerek müttefik ülkeler ve gerekse Birleşmiş Milletler nezdinde sürdürdüğü çabalar ve girişimler daima savsaklanmış ve yeterli desteği görmemiştir. Nitekim tamamen bizi çökerten Kerkük- Yumurtalık Petrol Boru Hattı 8 senelik bir aradan sonra açılabilmiştir.

Irakın BM tarafından izin verilen petrol satışlarından pay alabilmek ve sınır ticareti başta olmak üzere Irak ile her alandaki ikili ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla Türkiye son yıllarda önemli çabalar harcamıştır.

Nitekim yıllardır boş tutulan Büyükelçiliğimize geçtiğimiz aylarda Büyükelçi atanarak ilişkilerimiz en üst düzeye çıkartılmıştır. Yine yıllardır kapalı tutulan Bağdat hava alanına inen Türk uçakları Irak'a iş adamlarımızı ve acil insani yardım paketimizi ulaştırmıştır. Son olarak ABD-İNGİLİZ uçaklarınca gerçekleştirilen Bağdat bombardımanından 24 saat öncesine kadar bir Türk Parlamenterler heyetinin resmi Irak gezisi gerçekleşiyordu.

ABD'nin yeni başkanı 2 nci BUSH babasından aldığı mirası unutmadığını gösterdi ve Saddam yönetimine karşı ilk ve önemli çıkışını Bağdat bombardımanı ile gösterdi. Aslında bu bombardımanın gerçek hedefi IRAK değildi. Hedef yeni seçilen İsrail yönetimine başkaldıran Filistinlilere gözdağı vermek ,İsrailin yeni yönetiminin kendi destekleri altında olduğunu vurgulamak ve bir yandanda Irak ile ikili ilişkilerini geliştirme yolunda önemli adımlar atan Türkiyeyi uyarmak idi. Aslında Irak'ın ABD uçakları tarafından bombardımanı gerek kuzey ve güney Irak'ta rutin bir hava faaliyeti olarak on yıldır aksamadan devam etmektedir.

ABD'nin Saddam Yönetimine karşı olduğu ve Irak halkını bu gaddar ve zalim diktatörden kurtarmak için büyük çaba harcadıkları hususu artık kimsenin inanmadığı bir kandırmacadır.

ABD'nin Saddam ile bir alıp veremediği yoktur. Onun gerçek hedefi; dünya petrol rezervlerinin % 60'nın bulunduğu ve dünyanın en önemli deniz ticaret yolları olma özelliğini koruyan deniz geçitlerini üzerinde taşıyan ORTADOĞU bölgesini kontrol etmektir.

Saddam bu maksatla yaratılmış ve kullanılmakta olan bir oyuncaktır. Körfez Harbinde müttefik Kuvvetleri Bağdat şehrine iki saatlik mesafede durmuşlar ve savaşı burada bıçak gibi durdurmıuşlardır.

Durdurulan kara ve hava harekatının sonucunda hazırlanan senaryolar artık kendilerini bu bölgeye taşıyan Saddam'ın iktidarının devamını sağlamak için yazılmaktadır. Şu anda Saddam'ın sadece adı ve ünvanı vardır. Yine ayni şekilde Irak, sadece kendisine bırakılan çok küçük bir kara parçasında egemendir. Bölgenin kuzeyinde, ABD ve AB üyelerince desteklenen ve yine tamamen kendi kontrollarında bulunacak kukla bir KÜRT DEVLETİ kurulma faaliyetleri sürdürülmektedir. Güneyde ise yine kendi kontrolları altında müstakil bir Şİİ Devleti kurma çalışmaları sürdürülmektedir.
 
İngilizler tarafından Birinci Cihan Harbi sonrasında cetvelle çizilen bölge sınırları içinde bugünleri düşünerek, petrole yapılacak müdahaleleri önleyecek askeri güçlerini kolaylıkla konuşlandırmak üzere bırakılan SERBEST BÖLGE Statüsündeki yerlerden istifade ile müttefik güçleri bir daha çıkmayacak şekilde bölgeye yerleşmişlerdir. İşin kamuflajı ise gaddar diktatör Saddam'ın şerrinden bölge ülkelerini korumaktır. Yani görünüşte son derece insancıl amaçlarla bölgede bulunmaktadırlar.

Türkiye'nin buradaki konumu son derece önemlidir. Bu bölge halkı tam 400 yıl Osmanlı İmparatorluğu içinde huzur ve güven dolu günler yaşamıştır. Petrolün bu asrın başında bulunması ve ekonomik meta olarak değeri giderek artınca , bölge insanının huzur ve refahı her geçen gün giderek kötüleşmiştir. Tam yüz yıldır, bu bölge insanı gerek iç ve gerekse dışarıdan kaynaklanan sebeplerle korkunç bir kargaşa, kaos ve savaş ortamı yaşamaktadır.

Oysa bu bölge insanı ellerinde sahip oldukları petrolden alacakları kira geliri ile dünyanın en zengin ve en müreffeh olarak yaşamaya aday insanları olarak görülmektedir. Gerçekleşen ve bölge halkına biçilen elbise ise daima kan, gözyaşı, savaş ve yokluktur.

Peki bunun sonu olmayacak mıdır? Bu bölge insanı layık olduğu huzur ve güven ortamına kavuşamayacak mıdır?

Bu sorunun cevabı şimdilik hayırdır?

Bölgede stratejik değerdeki petrol rezervi bitsede , bölgenin üç kıta arasındaki ticaret yollarının kesistiği köprü konumunda olması ve ticari geçiş yollarını kontrol eden bir coğrafyada bulunması; bölge insanının pek hayrına değildir.

Bu coğrafyada huzur ve istikrarı temin edecek güçlü bir devletin oluşması hiç bir zaman istenmemiştir ve istenmeyecektir. Bölgeyi kontrol edebilecek başta Türkiye ve İran olmak üzere potansiyel güç sahibi ülkeler daima kendi iç sorunları ile uğraşmak zorunda bırakılarak bölge hakimiyeti ve kontrolu için bir girişimde bulunmaları önlenmektedir.

Sonuç olarak; petrol ve ticaret yolları burada olduğu sürece bütün dünyanın ve dünyayı idare ettiğini sanan Birleşmiş Milletlerin gözleri önünde şimdilik Saddam'ın Irak'ı bilahare gelişmişlik durumlarına bakılarak bölge ülkeleri (İsrail haricinde kalan) dayak yemeğe her zaman hazır olmalıdırlar.

Peki bunun aksi olamaz mı? Türkiye başta olmak üzere bölge ülkeleri kendi güç ve zenginlikleri ile kendi kendilerini idare edip, ayakta duramazlarmı.?

Bana göre bu da mümkündür. Fakat bunun gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan tek şey ATATÜRK gibi bir liderdir. Türkiye; 77 yıllık Cumhuriyet tarihinde tamamen kendi kendisini bizzat yönettiği 1938'e kadar bölgede istikrar ve güveni sağlayan tek ülke olmuştyur. Peki şimdi neden olamıyoruz? Bunun sebepleride bir diğer yazımızın konusu olacaktır.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
26 Şubat 2001 Pazartesi

 
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale