Dr. Tahir Tamer Kumkale

tamer@kumkale.net
|
Kitaplarımdan seçmeler... Amazon'da kitaplarım



|
DOĞAL DEPREM DEĞİL , BEŞERİ İHMAL ÖLDÜRÜR.. |
|
Bu yazımı Facebook'ta beğenmek veya bir arkadaşınıza göndermek (tavsiye etmek) için:
|
 |
Yeni Türkiye'nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır.(Gazi Mustafa Kemâl Atatürk-1923) |
14 Mayıs 2023 seçimlerine kilitlenen Türkiye’nin gündemini 6 Şubat sabahı saat 04:17’de Güneydoğu Anadoludaki 10 ilimizi yerle bir edip adeyta haritadan silen deprem değiştirdi.
Türk toprakları için yüksek olarak kabul edilen 7.7 ve 7.6 şiddetinde meydana gelen depremler bölgeyi ve tüm ülkeyi yasa boğdu.
Depremin büyüklüğü ve doğal yıkımı yanında hava koşulları da bu büyük yıkıma adeta eşlik etti. Parçalanan yollar, kırılan hava alanı pistleri ve yağan kar yardımın bölgeye ulaşmasını aksattı. Gece en derin uykusunda depreme yakalanarak yatak kıyafeti ile sokaklara fırlayan insanlarımız çetin hava koşullarına karşı savunmasızdı. Bugüne kadar ki depremlerde görülmemiş şekilde birbiri ardından gelen yüksek artçı depremler ilk darbede yıkılmayan evleri birbiri peşisıra yıktı. Can havli ile kendini sokağa atan vatandaşlarımız başlarını sokacak bir çatı altı dahi bulamadılar.
Evet felaketler üstüste gelmişti. Ben bu satırları depremin üzerinden 20 saat sonra kaleme alırken henüz kurulan tek bir çadır haberi yoktu. İnsanlara sıcak çorba, çay ve ekmek verecek mutfaklar mutfaklar kurulamamıştı. Yani felaket felaket üzerine gelmişti.
Depremde ölenlerin yakınlarına baş sağlığı yaralı vatandaşlarımıza Allahtan acil şifalar diliyorum. İlk anlardaki organizasyon eksikliklerine rağmen devletimiz tüm gücü ile depremdedelerin yardımına koşmuştur. Türk milleti de yediden yetmişe depremzedelere yardım ve yaralarının sarılmasına katkıda bulunabilmek için büyük çaba harcamaktadır.
Yetkililerin açıkladığına göre bu deprem felaketinin bilançosu çok ağırdır. Zaiyatın giderek rekor seviyeye ulaşacağı da anlaşılmaktadır. 1999 Gölcük depreminden sonra çıkarılan özel kanun ve yönetmelikle tüm yapıların depreme dayanıklı olarak yapılması zorunluluğu getirilmişti. Bilahare şehirlemizdeki depreme dayanıksız evlerin kentsel dönüşüm projeleri ile depreme dayanıklı hale getirilmesi zorunluluğu da konulmuştu.
Şimdi yetkililere soruyorum;
Yeni inşa edilen binalara oturma izinleri depreme dayanıklılık testi yapılarak mı verildi ?
Depreme dayanıklı olmadığı için kentsel dönüşüm projesi içine sokulan eski binalar yerine yapılan binalar usulune uygun yapıldı mı?
Okullarımız ve hastanelerimiz başta olmak üzere tüm kamu tesisleri deprem yönetmeliğine uygun yapıldı mı?
Yoksa son 20 yılda birkaç oy uğruna getirilen ve sayıları unutulan İmar Affı(İmar Barışı) ile bu binalar doğal mezarlar haline dönüştürüldü mü?
Evet siyasi rantçıların eliyle Anadolunun deprem gerçeği hep unutuldu. Kontrolsüz ve denetimsiz binalar yeniden yükselmeye başladı. Nitekim en son depremde de görüldü ki yıkılan binalar yine çok katlı olanlardı. Yıkılan binalar arasında önceliği müteahhitlerin hile yaptığı, daima çalıp çırptığı, eksik malzeme kullandığı aşikar olan devlet binaları çekiyordu. Tek katlı özel binalar ise yapıldıkları gibi aynen duruyorlardı.
İnanıyorum ki, devletimiz ve yardımsever milletimiz yaklaşan kış mevsimine rağmen depremden zarar gören vatandaşlarımızın yaralarını kısa sürede saracaktır. Buna hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yine inanıyorum ki, bir dahaki depreme kadar şehirlerimiz eski modern görünümünü alacaktır ama depremlerde asıl yıkıcı etken olan inşaat denetim noksanlığı ile ilgili temel yanlışlıklar devam edecektir.
İşte sorun buradadır. Çözülmesi gereken husus, deprem sonrasında meydana gelen yaraların sarılması değil, böyle yaraların meydana gelmesini önleyecek denetim tedbirlerinin deprem olmadan çok önce alınmasıdır.
Depremler Anadolu’nun bilinen gerçeğidir ve doğal olarak devam edecektir. Buna rağmen gelen depremlerle milli servetlerimiz içinde yaşayanlarla birlikte heba olmaktadır. İnsanlarımızı bu düşmana karşı bilinçli bir şekilde hazırlamak hükümetlerin temel görevidir.
Bugünkü deprem felaketinin bir benzerini 13 Mart 1992 Erzincan depreminde eşim ve çocuklarımla birlikte yaşadık. Allah hiç kimseyi böyle afetlerle sınamasın ama ben, insanoğlunun kendi yarattığı binalarda ne hale geldiğini ve bu büyük afet karşısında ne kadar aciz ve güçsüz olduğunu yaşayarak test ettim. İlk günden itibaren Deprem Harekat Merkezi’nin başında görev aldığımdan depremin ilk şokunu atlatınca; depremin kesinlikle öldürmediğini, kuralına uygun inşa edilen binaların asla yıkılmadığını, yıkımın tamamen insanların şartlarını bile bile inşa ettikleri depreme dayanmayacağı aşikar olan binaların yıkılması ile öldükleri gerçeğini gördüm.
1939 depreminden sonra Japonya’nın teknik katkıları ile fay hattının tam üzerine inşa edilen tek katlı evlerden bir tuğla bile sökülmemişken, okul, hastane, lojman v.s gibi yeni nesil devlet binalarının çoğu ya yıkılmıştı ya da çok büyük hasar görmüştü.
Deprem sonrası yaraların sarılması çalışmalarında meydana gelen aksaklıkları belki tedbir alınır da bir daha ayni hatalar yapılmaz diye ilgili makamlara rapor halinde gönderdik. Tecrübelerin dikkate alınmadığını, raporumuzun da öncekiler gibi sümen altında bekletildiğini 7 yıl sonra Adapazarı-Gölcük ve daha sonraki Düzce depremlerinde gördük.
Her il ve ilçede Afet İşleri Koordinasyon Planları mevcuttur. Bu planlarda kimin nerede ne yapacağı en ince detayına kadar yazılmıştır. Bu planlara göre; deprem sonrasında bölgedeki resmi makamların her bireyinden deprem yıkımının kaldırılması için görev bekleniyor. Oysa bunun çok yanlış olduğunu olayı birebir yaşayarak öğrendik. Bölgede yaşayan insanların tamamı deprem şokuna maruz kaldığından ve halkın karşılaştığı yıkımlara ve can kaybına bu yetkililer de aynen uğradığından Afet Planında görevleri var diye o bölgenin mülki, askeri ve yerel yöneticilerinden görev beklemek yanlıştır. Çünkü onlarda deprem şokuna girmiştir. Ve onlarda artık yardıma muhtaç birer depremzededir.. Çözüm olarak; “En geç 3 saat içinde bölgenin yönetimi depreme maruz kalmayan civar il ve ilçeler yöneticilerine devredilmelidir" demiştik. Bunun ilk uygulamasını bu depremde gördük . Çok yerinde bir kararla depreme maruz kalan bölgelerimizin yöneticilerin yerine dışarıdan yeni yöneticiler atanmıştır. Bunun olumlu etkileri zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır.
Sonuç olarak ; Deprem şiddeti ne olursa olsun öldürmez. Ama insanların teknolojinin gereklerine aykırı olarak yaptıkları inşaatlar yıkılır ve öldürür. Bu yıkım asla Allah’ın çizdiği kader değildir ve bizzat insanların insanlara karşı yaptığı savaştır. Bu savaşın mutlaka önlenmesi ve insanlarımızın bu yıkımdan kurtarılması gerekmektedir.
Biliyoruz ki bu depremdeki yıkıntılar kısa sürede tamamen kaldırılacak ve her şey eski şekline dönecektir. Bir bakıma deprem kamufle edilecektir. Bir dahaki depreme kadar herşey unutulacak ama deprem denizi üzerinde bulunan bir ada misali duran ülkemizde depremler hiç eksik olmayacaktır.
Türk insanının yıkıntılar altında can vermesinin kaderi olmadığına inanmak istiyorum.
Dr. Tahir Tamer Kumkale 6 Şubat 2023 Pazartesi |
|
|